10 Mart 2006 23:00
Odisseus'un dostu
Tanrıça Atena'nın ve babası Baştanrı Zeus'un, "ölümlülerin en üstünü" saydıkları kral Odisseus; Troya savaşından dönerken uğradığı bir kasırga vurgununda yoldaşlarıyla birlikte gemisi batmış, tanrıça Kalipso'nun adasında sığınmıştı. Ne var ki Kalipso da Odisseus'a delice vurulduğundan onu bir türlü baba ocağı İtake adasına salmıyordu. Tanrıça Atena; Kalipso'nun onu bir an özgür bırakması için Olimpos'taki Tanrılar Toplantısından ortak bir karar çıkarttı. Bu arada karısı Penelopeya ve oğlu Telemahos, çok doğal olarak kral Odisseus'un öldüğünü düşünüyorlardı. Gene aynı kanıda olan birçok talipli de sözde dul kalan Penelopeya ile evlenebilmek için Odisseus'un sarayını yurt edinmişlerdi. Hepsi de beleşten yiyip içiyor, sazlı sözlü bir şenlik, bir şölen içinde günlerini gün ediyorlardı. Halkın deyişiyle, bu yüzsüz talipler, kral Odiseus'un ak yünlü koyunlarını, paytak yürüyen öküzlerini kesip kesip yiyorlardı...
İşte tanrılar toplantısında alınan Odisseus'un özgür bırakılması kararından sonra gök gözlü tanrıça Atena, odasında hemen giyinip kuşanmaya başladı. İlkin onun İtake adasındaki sarayına gidecek, orada karısını, oğlunu ve yüzsüz talipleri bir yol yakından görecekti. Ve ülkesine döndüğünde karısıyla evlenmek için sarayını yurt edinmiş ve gece gündüz halkın ürettiğini yiyip tüketen bu arsız asalakları Odisseus'un temizleyeceğine kesinlikle inanıyordu. Zaten tanrıça Atena, ölümlü biri olmasına karşın ona hayrandı. Çünkü Odisseus "homo faber"di; aletler türetip onları kullanıyor, her zorlu işinde aklını klavuz almayı ve sabırlı olmasını biliyordu. Odisseus'un zekâsı işçi, zanaatçı zekasıydı. Homeros'un serüvenlerini anlattığı Odisseya Destanı boyunca onu dülger, klavuz, gemide dümenci olarak da gözlemleriz. Kılıcını kullanabildiği kadar o, baltayı ve sabanı da kullanır. Üstelik tanrıça Atena, Troya savaşları sırasında bir şeyi daha gözlemlemişti onun kişiliğinde: Odisseus gökyüzüne bakmasını biliyordu...Ve sık sık hep uzaklara bakıyordu...Çünkü bildiği ve gördüğü dünya Odisseus'a dar geliyordu! Bir yandan bunları düşünürken çoktan giyinip kuşanmış; altın sandallarını ayağına geçirmişti bile! Şimdi de Odisseus'un oğlu Telemahos'un yanına gidecek ve ona birtakım öğütler verecekti! Son olarak ucu sipsivri, eğilip bükülmez tunçtan kargısını da aldı eline ve Olimpos'taki sarayının penceresinden bir sıçrayışta, yıldızlarla dolu boşluğa atladı ve Ege Denizi'ndeki İtake adasına, kimseler görmeden süzüle süzüle indi. İner inmez de Tofosluların önderi Mentes'in kılığına büründü ve Odisseus'un konağının kapısı önünde durdu...İçerdeki avluda taliplerin kimileri tavla oynuyor; kimileri kendi aralarında arsız kahkalarla şarap bardaklarını tokuşturuyordu. Hepsi de kesip kesip yedikleri koyunların, sığırların postları üstüne yayılmışlardı...Konağın uşakları bu taliplerin önlerine tabak tabak etler koyuyordu...Onların arasına da Odisseus'un oğlu Telemahos oturmuş, tasalı tasalı; "Ah, babam bir dönse!" diye söylenip duruyordu içinden. "Bu azgın talipler nasıl da çil yavrusu gibi dağılırlardı!" İşte bu sırada kapıda bekleyen ama hiç tanımadığı Mentes kılığına girmiş tanrıça Atena'yı gördü. Hemen ayaklandı. Babasının dostlarından biri olmalıydı. Yanına varıp selamladı; elindeki tunç kargıyı aldı.. "Hoş geldin konuğum! Önce yemeğini ye; sonra söylersin neden ve nerden geldiğini." deyip içeri buyur etti. Hem şöleni görsün hem kimse konuştuklarını duymasın diye avlunun epey ötesindeki konağın hayatına götürdü onu. Az sonra bir uşak getirdiği su dolu altın ibrikle konuğun ellerini yıkattı. Kâhya kadın ekmek ve yemek getirdi; önündeki tasları şarapla doldurdu. Sonra Telemahos; konuğu tanrıça Atena'nın kulağına eğilip: "Sevgili konuğum, sana birşey diyeceğim; sakın darılma! Bu adamların yiyip içtikleri hep başkasının malı. Yani çoktan kemikleri çürümüş babamın malı. Ah, sağ olsaydı da gelip görseydi bir bu talancıları!..Ama o artık gelemez!" diye yakındı. Biraz sustuktan sonra Telemahos, kim olduğunu, buralara nereden ve nasıl geldiğini sordu konuğuna. Gök gözlü tanrıça Atena, babası gibi görgülü, saygılı Telemahos'a; "Dinle beni delikanlı," dedi. "Adım Mentes; küreksever gemiciler olan Tafosluların kralıyım ben. Yaban diller konuşan insanların arasından geçe geçe gemilerimle buraya geldim. Işıldayan demir verip karşılığında tunç alıyorum...Babanla eski dostuz. Biraz önce gemilerimi demirleyince duydum;artık o burada değilmiş. Sana söyleyim delikanlı, baban ölmedi! Bir adada sağ. Onu orada birileri alakoydu. Bilici milici değilim ben; kuş falından da anlamam. Ama baban buraya ergeç gelecek. Demir zincirlerle bile bağlasalar, buraya gelmenin yolunu bulacak. Çünkü her zorluğun karşısında binbir türlü çözüm üretir o!..."
Odiseus'un oğlu Telemahos, yeni tanıştığı konuğunu çok yakın buldu kendine; ona iyice ısınmaya başladı. Onunla konuştukça, onu dinledikçe içi açılıyor; rahatlıyordu. Tanrıça Atena da; konakta ne var ne yoksa yiyip içen bu sömürücü asalak tayfasını biran önce kovalaması için, Telemahos'un yüreğinde ve beyninde isyan ve eylem ateşleri tutuşturmaya çalışıyordu...
Evrensel'i Takip Et