4 Kasım 2011 07:00

Bu Azaptan Ne Anlamak Lazım?

Bu bunaltıcı ortama katlanamayanlar, çoğunlukla kulaklıklarını takıp rahatlamaya çalışıyorlar. Kulaklıktan gelen sesler ya bir müzik ya bir maç anlatımı ya da haber oluyor. Her biri teknoloji ve tasarımda birbirleriyle yarışan son model cep telefonları, artık bütün bu işlevleri küçücük bir kutuya sığdırabiliyor. Cep telefonuna uzanan kulaklıklar aynı zamanda radyo anteni işlevi de görüyorlar. 

Acaba bu otobüsün içinde kulaklığını takmış insanlar hangi radyo frekansını dinliyorlardır? Frekansları değiştirerek zamanı geçirmeye çalıştığınızda bir tuhaf durumla karşılaşıyorsunuz. Neredeyse her on kanaldan ikisi dinci propaganda yapıyor.

Günlük hayatınızda karşılaştığınız sorunlara cevap mı bulamıyorsunuz… Hemen arıyorsunuz ilgili radyo kanalını ve en ehliyetli din yorumcularından, attığınız ya da atacağınız adımların doğruluğunu öğreniyorsunuz!

-İyi akşamlar, iyi yayınlar; bir sualim olacaktı, acaba faizle kredi çekmek caiz midir?

-Efendim benim şöyle bir sorunum vardı; ... Şey notlarımın yükselmesi için hangi duayı günde kaç kez okumalıyım?

-Sayısalı tutturursam alacağım para helal para sayılır mı Sayın Hocam? 

Genç, yaşlı, kadın ya da erkek fark etmez, insanlar soruyor; ünlü yorumcular dinen açıklamalarda bulunuyor. Siz de; aklınıza daha önce hiç gelmemiş soruları İslami kurallar ve “şerri” hükümler çerçevesinde düşünmeye ve vaziyetinizi ölçmeye başlıyorsunuz…
Hadi buyurun birlikte düşünelim; …

CÜPPELİ SOHBETLER

Frekansları dolaşırken, önceden çekilip yayına sürüldüğü belli olan vaizlere ya da vaazlara rastlayabilirsiniz. Bize Cübbeli Ahmet Hoca nasip oldu!

Biraz dinledikten sonra konumuzun “Azap” olduğunu anlıyoruz. Hoca ateşli mi ateşli konuşuyor. Kimi zaman kinayeli, zaman zaman da sesini yükselterek vaaz veriyor. Otobüsün içindeki ağır kokuyu ve ayakta durmanın yorgunluğunu bir an unutup merakla hocayı dinlemeye başlıyoruz.

Anlıyoruz ki Hak yolundan çıkanlar er ya da geç azapla karşılaşacaktır. Bir de örnek veriyor hoca efendi; Fi tarihinde bir gün Allah bir kavime (Cumartesi ya da Pazar günü mü olduğunu hatırlamadığımız bir gün) balık tutmayı yasaklamış. İşe bakın ki diğer günler balık olmuyor ille de yasaklı olan o gün de balıklar görünüyormuş. Ama şeytanın fesatlığına antenleri her zaman açık olan insanlar durur mu? Ne edip yapıp bir yolunu buluyor ve Hakk’ın yasakladığı o gün balık tutmaya başlıyorlarmış. Üstelik kendilerini de kandıracak mazeretler de uyduruyorlarmış. Yaaa… Vah Vah Vah!

Bu yolun yol olmadığına kanaat getiren bazıları ise bu kavimle arasına akarsudan bir çizgi çekmiş. Yanlış yoldakileri usanmadan çağırmışlar ama nafile…

-Azaptan kaçılır mı HİÇ! Ha??? Kaçılmaz tabiiii…

Ve Allah belalarını vermiş. Ne mi olmuş? Artık yanlış yola gidenler balığa mı dönüşmüş yoksa bir tusunaminin altında telef mi olmuşlar varın gerisini siz düşünün. Ne yazsanız gider yani…

Cüppeli hoca der ki “Azap İslam alemi içindir”. Çünkü zaten Müslüman olmayanların öteki dünyada cennete gitme şansı yoktur. Örneğin Hoca efendi  Filistin’e (kutsal topraklara) gitmiş ve azabı orada da görmüş… müş…

-Mescit-i Aksa orada ama camiler bomboş... Niye ha niyeee? Çünkü Filistinli gençler ellerinde cigara avare avare dolaşıyor. Şimdi bu Filistin’in yaşadığı azap değil de nedir? Takdir-i ilahi görüyorsunuz işte!

DEPREM KÜRTLERE BİR İŞARET Mİ?

Van depreminin yaşandığı böylesi acılı bir dönemde radyolardan buna benzer vaazlar neden verilir? Yoksa Van’da yaşayan Kürt halkı da mı azap çekiyor? Van’ın (7.2) ardından Hakkari’de yaşanan sarsıntıyı (5.4) da bunun bir işareti mi saymak gerekir? “Gerici radyo yayınlarından verilmek istenen bu mu” diye düşünmeye başladığınızda, kendinizi gaipten gelen bir sesle garip bir tartışmanın içinde bulmak artık pek mümkün;

-İyi de kardeşim İzmit Gölcük depremine ne diyeceksin, orada Kürtler mi vardı, tersine Türkler yaşıyordu?

-Yoook öyle değil benim güzel kardeşim. Orada da Müslümanlıktan çıkan vatandaşlarımıza bir uyarı vardı. İnanmıyorsanız açın o dönemin gazetelerine bakın…(!)  O zaman azap onları uyarmıştı, şimdi de iflah olmayan Kürtleri…

“YAZIYOR, YAZIYOR VAN DEPREMİNİ YAZIYOOOR…”

Bu ülkede sadece doğal bir afet olarak deprem yaşanmıyor, aynı zamanda siyasi bir deprem de yaşanıyor. Binlerce BDP’li gözaltına alınırken nerdeyse tüm yöneticileri hapishanelere atılıyor. Hitler Almanya’sını hatırlatan Başbakan tüm medya yöneticilerini (Hayat Tv, Roj Tv, Evrensel vb hariç) topluyor ve hemen ardından sahibinin sesi, tek ses yayın-bombardımanı başlıyor. Savaş çizgisinde hükümetle birleşen medya patronları, deprem karşısında da aynı ırkçı-gerici yayıncılığı sürdürüyorlar.

Van haritası üzerindeki fay hattı kırığını bölücülük işareti olarak resmeden karikatürleri “deprem haberi ülkenin doğusundan da gelse üzüldük” diyen haber spikerleri takip ediyor. “Yazıyor, Van depremini yazıyor” diye satılan gazeteler, depremi düpedüz siyasileştirmek için birbirleriyle yarışıyor. Acı ve gözyaşı içindeki Van’a yapılan yardım çağrıları “BDP’ye rağmen, terörün belini kırmak için” propagandası ile tamamlanıyor. Cemaat örgütlenmesini Kürt halkının mücadelesini bölmek için yeni bir model olarak düşünenler, depremi bir fırsat bildiler. “Sorunlu bölge de olsa din kardeşlerimize yardım” söylemi, bir ıslah etme politikasından başka bir şey değil aslında. 

Artık neredeyse her üniversiteye, liseye hatta ilkokula el atmış bulunan cemaatler koyu bir milliyetçilikle de sarmaş dolaş oldular. Facebook sitelerinde (milliyetçi kışkırtmalardan yola çıkarak) arkadaşlıklarını silme noktasına getirilen gençlerin bu durumundan elbette bu gerici propaganda da sorumludur. 

Bu ülkenin hapishanelerinde, sırf düşündükleri ve muhalefet ettikleri için 500 öğrenci yatıyor. Ama hoca efendilerin kaset, kitap, dergi ve cd’leri okullarda MEB yayınları gibi dağıtılıyor.  

AZABI DAĞITACAK OLAN IŞIK

Evet, İzmit Gölcük’te de Van Erciş’te de yaşananlar bir azap olsa gerektir. Fakat bu azap gaipten değil maddi dünyadan geliyor. Yani, depremi bir fırsat gören inşaat patronlarına “yıkılmadık tek bina bırakmayacağız” sözünü verenlerden geliyor azap. İçerde ve dışarıda savaş borusu çalanlardan geliyor yani…

Dinsel anlatılarda, önüne geçilmez uhrevi güçlerin gönderdiği azaplara boyun eğmek ve dua etmekten başka yol yoktur. Ama maddi dünyada azapların önüne geçmek ya da üstesinden gelmek pekâlâ mümkündür. Bunun yolu ise sihirli formüllerden değil örgüt ve mücadeleden geçer.

Goethe’nin sözleriyle bitirelim; “Işık, daha çok ışık”!

Evrensel'i Takip Et