8 Aralık 2005 23:00
'Merkez' kazanıyor Türkiye kaybediyor
Türk Sosyal Bilimler Derneği'nin düzenlediği 9. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi'nin dünkü oturumunda stand-by anlaşmaları, yapısal uyum politikaları ve "reform" adı altında Türkiye'de uygulanan politikaların sonuçları ve bunlara karşı alternatifler masaya yatırıldı. Oturumun konuşmacıları 2000 Kasım krizinin ardından bir araya gelen Bağımsız Sosyal Bilimciler Grubu üyeleriydi.
"Türkiye'ye ve dünyaya eleştirel bakmak" başlıklı oturumda grup üyeleri, kriz sürecinde olduğu gibi, uygulanan politikalardaki eşitsizliği, toplumun payına düşen yoksulluğu ifade ettiler. Toplumu işsizliğe ve yoksulluğa sürükleyen söz konusu politikalar yıllarca seçimlerle gelen farklı siyasi görüşe sahip iktidarlar eliyle aynı kararlılıkla uygulandı. 2000 krizinden sonra bu politikalara karşı toplumu aydınlatmayı kendilerine görev biçen 'Bağımsız Sosyal Bilimciler'e katılımcıların ilgisi yoğun oldu.
Sermayenin vatanı ABD Doç Dr. Ahmet Haşim Köse, ihracata dayalı büyümeyle Türkiye gibi ülkelerin merkez ülkelere aktardığı kaynaklara dikkat çekti. Köse sunumunda dünya tüketiminin yüzde 80'inin ABD'de toplandığına işaret ederken, ulusu olmadığı iddia edilen mali sermayenin de ABD'de fikslendiğni vurguladı. Çalışmasında dünya krizinin hangi coğrafyalara ne şiddette dağıldığını ortaya koyan Köse'nin, Türkiye'de uygulanan ihracata dayalı büyümenin, başta ABD olmak üzere, merkez ülkelerin zenginleşmesine hizmet ettiğini göstermesi önemliydi. ABD'de başlayan krizin, dünyayı da krize götürdüğünü belirten Köse şu tespitlerde bulundu: "Her coğrafya ABD'nin yarattığı krizin bedelini ödüyor. Ve bu bedeller Türkiye gibi ülkelerde çok ağırlaşıyor. Türkiye ihracat politikasıyla kaynak aktarma sürecinden servet aktarma sürecine döndü. Bu durumun mülk aktarımıyla devam ediyor. 2B Yasası'nın özünde de bu süreç var." Kazanan kim? Doç. Dr. Cem Somel, birbiriyle ticaret yapan ülkelerde satış yapan ülkenin kazançlı çıkması beklenirken sürecin böyle işlemediğine dikkat çekti: "Dünyanın rezerv parası olma özelliğini elinde tutan ABD, her ticaretten kârlı çıkan taraf oluyor." Somel tezini somutlamak için verdiği örneklerle ticaretten kayıpla çıkan ülkeleri ve merkez ülkelerin kazancını gözler önüne serdi. Kur farklılıkları nedeniyle Bangladeş ABD'ye, (ABD'de değeri 100 dolar olan) malları ortalama 22 dolara ihraç ediyor. Türkiye 100 dolarlık malı 44 dolara ihraç edebiliyor. Çevre ülke paralarının düşük değerlenmesinin sebeplerini Somel şöyle sıraladı: "Çevre ülkelerdeki servet sahiplerinin dışarıya servet kaçırması, toplumun tasarruflarını merkez ülke paralarında tutması, merkez paralarının rezerv biriktirmesi döviz talebini kabartarak çevre ülkelerin milli paralarının rezerv paralar karşısında ucuzlaması..." Somel "az gelişmiş" diye tanımlanan ülkelerin ihracat yaparken bile zarara uğradığını Afrika örneğiyle somutladı: "Afrika, yaptığı mal ticareti sonucunda, Batı Avrupa'ya 132 milyar dolar, ABD'ye 52 milyar dolar karşılıksız kaynak transfer etti. Dünyanın en yoksul kıtasının yaptığı ticaretten bile merkez ülkeler kazançlı çıktı."
İktidarlar geçici IMF baki Ekonomist Nazif Eksen dikkatleri iktidar değişikliklerine rağmen, IMF programlarının değişmeyen yönüne çekti. 1946'dan beri gelen süreç, IMF, Dünya Bankası ve OECD'nin gözetimi altında yaşandı. Eksen, vesayet altında geçen yıllar boyunca pek çok farklı görüşten siyasi partilerin işbaşına geldiğini, ancak hepsinin kendisinden önce gelen iktidarlarda olduğu gibi IMF programlarına tereddütsüz imza attığına dikkat çekti. Son günlerin en popüler ifadelerinden biri "devletin ekonomiden elini çekmesi, siyasetle ekonominin birbirinden ayrılması". Politikacıların dilinden düşmeyen bu ifadeler "devletin yeniden yapılandırılması, etkinleştirilmesi ve küçülmesi, iyi yönetişim vb." kavramlarla da destekleniyor. Yrd. Doç. Dr. Galip Yalman, devletin yeniden yapılandırılmasının devletin piyasa için en doğru şekilde örgütlenmesinden başka bir anlam ifade etmediğini ortaya koydu. Yalman, oluşturulan üst kurulların bu piyasa dostu devleti oluşturmaya yönelik kurumlar olduğunu vurguladı. Sonuç; devlet toplumun hizmetine değil piyasanın hizmetine girecek. Piyasanın daha rahat işleyebilmesi için gerekli müdahaleleri yapacak. Böylesi bir yapılandırma süreci Türkiye'de IMF ve Avrupa Birliği politikaları eliyle gerçekleştiriliyor. Cevap nerede? Sunumların ardından tartışma, "Sunularda ortaya konan sorunlar karşısında ne yapmalıyız?" sorusuna odaklandı. "Ne yapmalı?" sorusunun yanıtının ekonomiden çok siyasi olduğuna vurgu yapan Köse'ye destek veren Cem Somel de "Mesele Türkiye halklarının kendi kaderini tayin etmesi meselesidir' diye konuştu. Somel, dünya sistemine teslim olduğunda Türkiye'nin kendi geleceğini kontrol edemeyeceğini vurgulayarak, Türkiye toplumu üzerinde dünya sisteminin etkisini kırmak gerektiğini belirtti. Oturum Başkanı Prof. Dr. Korkut Boratav ise geçmişle bugünü karşılaştırarak soruyu yanıtladı. Boratav, şöyle konuştu: "İlk olarak çok partililiğe geçiş sosyalizmi ezerek geldi, 71'de örgütlü halk tam sınırları zorlamaya başlamıştı, kavgalar getirildi, 80 eşiği ise baskı yoluyla ezildi. Sermaye sınıfı bundan sonra adım adım emekçi sınıfların yılların kazanımını geri almaya başladı. Biz de şimdi 80'lerin haklarını yeniden talep edelim. Sermaye sınıfı bunu geri vermez. Bu egemen sınıfın yenilmesi anlamına gelir. Çünkü onlar mücadele ederek, emekçi sınıfları ezerek bunları geri aldı. Borsayı kapatın, Gümrük Birliği'nden çıkın talepleriyle sermayenin karşısına çıkmalıyız. Böylece fincancı katırlarını ürkütebiliriz."
BÜYÜMENİN ARDINDAKİ GERÇEK DAHA FAZLA SÖMÜRÜ BSB'nin oturumunun ikinci bölümünde Doç. Dr. Aziz Konukman uygulanan neoliberal politikalara paralel olarak Türkiye'de oluşturulan bütçeleri inceledi. Konukman'a göre; bütçe IMF programlarının hedeflerine göre şekillendi ve halkın payına uygulanan sıkı mali politikalar, bütçe hedeflerini tutturulması için ağırlaştırılan dolaylı vergiler düştü. Asıl vergi vermesi gereken kesime ise son olarak hükümet büyük bir vergi indirimiyle sürpriz yaptı. İşçiler lehine uygulanan pozitif ayrımcılık vergi ödeme dilimlerinde yapılan değişiklikle ortadan kaldırıldı. Hükümetin geçtiğimiz yıl ön plana çıkardığı ve her sorunda savunma olarak kullandığı yüksek büyümeyi Yrd. Doç. Dr. Ebru Voyvoda mercek altına aldı. Yüksek büyüme oranlarının üretkenlikle yakalandığını belirten Voyvoda, üretkenliğin ise işçilerin daha uzun süre çalışmasıyla elde edildiğini ortaya koydu. Voyvoda, Türkiye'deki büyümenin, işsiz bırakan, ücretleri baskılayan ve daha uzun çalışma süreleri sonucu elde edildiğine dikkat çekti.
SINIRDA VE İTİLMİŞ Kongrenin ilgi çeken diğer bir oturumu da "Dil, kültür, kimlik" başlıklı oturum oldu. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Enstitüsü Bölümü'nden Alanur Cavlin Bozbeyoğlu, Türkçe ve Kürtçe'nin konuşulduğu bölgeler arasındaki farklılıkları 2003 Türkiye nüfus ve sağlık araştırmaları ışığında değerlendirdi. Kürtçe konuşulan bölgelerde kadınların daha erken yaşta evlendiğini, çocuklarını daha genç yaşta doğurduklarını belirten Bozbeyoğlu, kadınların sosyal hizmetlere ulaşmada da büyük zorluklar yaşadığını kaydetti. Prof. Dr. Neşe Özgen ise geçmişte ulus devletlerini sınırları çizilirken beşeri ilişkilerin dikkate alınmadığını, insanların, aşiretlerin, toplulukların ve köylerin umarsızca ikiye bölündüğünü söyledi. Özgen, 2002-2003 yılları arasında yaptığı "Sınır kasabaları sosyolojisi" çalışmasından üç örnek olayı, dinleyicilerle paylaştı. Örmeklerden en çarpıcı olanı ise "Alamış katliamı". Özgen'in anlattıklarına göre, Muş'un Alamış köyünde "üsteğmen xx" diye isimlendirilen bir rütbeli, kaçakçılık yapıyor iddiasıyla 5 köylüyü karakolda öldürttü. Bunun üzerine köylüler bu askerin yargılanmasına ilişkin güvensiziklerini ise "sınırda" ve "itilmiş" olma kimlikleriyle özdeşleştirdi. Özgen bu kimliğin oluşmasındaki pek çok faktörün etnik kökenle bağlantılı olduğuna dikkat çekti.
Sermayenin vatanı ABD Doç Dr. Ahmet Haşim Köse, ihracata dayalı büyümeyle Türkiye gibi ülkelerin merkez ülkelere aktardığı kaynaklara dikkat çekti. Köse sunumunda dünya tüketiminin yüzde 80'inin ABD'de toplandığına işaret ederken, ulusu olmadığı iddia edilen mali sermayenin de ABD'de fikslendiğni vurguladı. Çalışmasında dünya krizinin hangi coğrafyalara ne şiddette dağıldığını ortaya koyan Köse'nin, Türkiye'de uygulanan ihracata dayalı büyümenin, başta ABD olmak üzere, merkez ülkelerin zenginleşmesine hizmet ettiğini göstermesi önemliydi. ABD'de başlayan krizin, dünyayı da krize götürdüğünü belirten Köse şu tespitlerde bulundu: "Her coğrafya ABD'nin yarattığı krizin bedelini ödüyor. Ve bu bedeller Türkiye gibi ülkelerde çok ağırlaşıyor. Türkiye ihracat politikasıyla kaynak aktarma sürecinden servet aktarma sürecine döndü. Bu durumun mülk aktarımıyla devam ediyor. 2B Yasası'nın özünde de bu süreç var." Kazanan kim? Doç. Dr. Cem Somel, birbiriyle ticaret yapan ülkelerde satış yapan ülkenin kazançlı çıkması beklenirken sürecin böyle işlemediğine dikkat çekti: "Dünyanın rezerv parası olma özelliğini elinde tutan ABD, her ticaretten kârlı çıkan taraf oluyor." Somel tezini somutlamak için verdiği örneklerle ticaretten kayıpla çıkan ülkeleri ve merkez ülkelerin kazancını gözler önüne serdi. Kur farklılıkları nedeniyle Bangladeş ABD'ye, (ABD'de değeri 100 dolar olan) malları ortalama 22 dolara ihraç ediyor. Türkiye 100 dolarlık malı 44 dolara ihraç edebiliyor. Çevre ülke paralarının düşük değerlenmesinin sebeplerini Somel şöyle sıraladı: "Çevre ülkelerdeki servet sahiplerinin dışarıya servet kaçırması, toplumun tasarruflarını merkez ülke paralarında tutması, merkez paralarının rezerv biriktirmesi döviz talebini kabartarak çevre ülkelerin milli paralarının rezerv paralar karşısında ucuzlaması..." Somel "az gelişmiş" diye tanımlanan ülkelerin ihracat yaparken bile zarara uğradığını Afrika örneğiyle somutladı: "Afrika, yaptığı mal ticareti sonucunda, Batı Avrupa'ya 132 milyar dolar, ABD'ye 52 milyar dolar karşılıksız kaynak transfer etti. Dünyanın en yoksul kıtasının yaptığı ticaretten bile merkez ülkeler kazançlı çıktı."
İktidarlar geçici IMF baki Ekonomist Nazif Eksen dikkatleri iktidar değişikliklerine rağmen, IMF programlarının değişmeyen yönüne çekti. 1946'dan beri gelen süreç, IMF, Dünya Bankası ve OECD'nin gözetimi altında yaşandı. Eksen, vesayet altında geçen yıllar boyunca pek çok farklı görüşten siyasi partilerin işbaşına geldiğini, ancak hepsinin kendisinden önce gelen iktidarlarda olduğu gibi IMF programlarına tereddütsüz imza attığına dikkat çekti. Son günlerin en popüler ifadelerinden biri "devletin ekonomiden elini çekmesi, siyasetle ekonominin birbirinden ayrılması". Politikacıların dilinden düşmeyen bu ifadeler "devletin yeniden yapılandırılması, etkinleştirilmesi ve küçülmesi, iyi yönetişim vb." kavramlarla da destekleniyor. Yrd. Doç. Dr. Galip Yalman, devletin yeniden yapılandırılmasının devletin piyasa için en doğru şekilde örgütlenmesinden başka bir anlam ifade etmediğini ortaya koydu. Yalman, oluşturulan üst kurulların bu piyasa dostu devleti oluşturmaya yönelik kurumlar olduğunu vurguladı. Sonuç; devlet toplumun hizmetine değil piyasanın hizmetine girecek. Piyasanın daha rahat işleyebilmesi için gerekli müdahaleleri yapacak. Böylesi bir yapılandırma süreci Türkiye'de IMF ve Avrupa Birliği politikaları eliyle gerçekleştiriliyor. Cevap nerede? Sunumların ardından tartışma, "Sunularda ortaya konan sorunlar karşısında ne yapmalıyız?" sorusuna odaklandı. "Ne yapmalı?" sorusunun yanıtının ekonomiden çok siyasi olduğuna vurgu yapan Köse'ye destek veren Cem Somel de "Mesele Türkiye halklarının kendi kaderini tayin etmesi meselesidir' diye konuştu. Somel, dünya sistemine teslim olduğunda Türkiye'nin kendi geleceğini kontrol edemeyeceğini vurgulayarak, Türkiye toplumu üzerinde dünya sisteminin etkisini kırmak gerektiğini belirtti. Oturum Başkanı Prof. Dr. Korkut Boratav ise geçmişle bugünü karşılaştırarak soruyu yanıtladı. Boratav, şöyle konuştu: "İlk olarak çok partililiğe geçiş sosyalizmi ezerek geldi, 71'de örgütlü halk tam sınırları zorlamaya başlamıştı, kavgalar getirildi, 80 eşiği ise baskı yoluyla ezildi. Sermaye sınıfı bundan sonra adım adım emekçi sınıfların yılların kazanımını geri almaya başladı. Biz de şimdi 80'lerin haklarını yeniden talep edelim. Sermaye sınıfı bunu geri vermez. Bu egemen sınıfın yenilmesi anlamına gelir. Çünkü onlar mücadele ederek, emekçi sınıfları ezerek bunları geri aldı. Borsayı kapatın, Gümrük Birliği'nden çıkın talepleriyle sermayenin karşısına çıkmalıyız. Böylece fincancı katırlarını ürkütebiliriz."
BÜYÜMENİN ARDINDAKİ GERÇEK DAHA FAZLA SÖMÜRÜ BSB'nin oturumunun ikinci bölümünde Doç. Dr. Aziz Konukman uygulanan neoliberal politikalara paralel olarak Türkiye'de oluşturulan bütçeleri inceledi. Konukman'a göre; bütçe IMF programlarının hedeflerine göre şekillendi ve halkın payına uygulanan sıkı mali politikalar, bütçe hedeflerini tutturulması için ağırlaştırılan dolaylı vergiler düştü. Asıl vergi vermesi gereken kesime ise son olarak hükümet büyük bir vergi indirimiyle sürpriz yaptı. İşçiler lehine uygulanan pozitif ayrımcılık vergi ödeme dilimlerinde yapılan değişiklikle ortadan kaldırıldı. Hükümetin geçtiğimiz yıl ön plana çıkardığı ve her sorunda savunma olarak kullandığı yüksek büyümeyi Yrd. Doç. Dr. Ebru Voyvoda mercek altına aldı. Yüksek büyüme oranlarının üretkenlikle yakalandığını belirten Voyvoda, üretkenliğin ise işçilerin daha uzun süre çalışmasıyla elde edildiğini ortaya koydu. Voyvoda, Türkiye'deki büyümenin, işsiz bırakan, ücretleri baskılayan ve daha uzun çalışma süreleri sonucu elde edildiğine dikkat çekti.
SINIRDA VE İTİLMİŞ Kongrenin ilgi çeken diğer bir oturumu da "Dil, kültür, kimlik" başlıklı oturum oldu. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Enstitüsü Bölümü'nden Alanur Cavlin Bozbeyoğlu, Türkçe ve Kürtçe'nin konuşulduğu bölgeler arasındaki farklılıkları 2003 Türkiye nüfus ve sağlık araştırmaları ışığında değerlendirdi. Kürtçe konuşulan bölgelerde kadınların daha erken yaşta evlendiğini, çocuklarını daha genç yaşta doğurduklarını belirten Bozbeyoğlu, kadınların sosyal hizmetlere ulaşmada da büyük zorluklar yaşadığını kaydetti. Prof. Dr. Neşe Özgen ise geçmişte ulus devletlerini sınırları çizilirken beşeri ilişkilerin dikkate alınmadığını, insanların, aşiretlerin, toplulukların ve köylerin umarsızca ikiye bölündüğünü söyledi. Özgen, 2002-2003 yılları arasında yaptığı "Sınır kasabaları sosyolojisi" çalışmasından üç örnek olayı, dinleyicilerle paylaştı. Örmeklerden en çarpıcı olanı ise "Alamış katliamı". Özgen'in anlattıklarına göre, Muş'un Alamış köyünde "üsteğmen xx" diye isimlendirilen bir rütbeli, kaçakçılık yapıyor iddiasıyla 5 köylüyü karakolda öldürttü. Bunun üzerine köylüler bu askerin yargılanmasına ilişkin güvensiziklerini ise "sınırda" ve "itilmiş" olma kimlikleriyle özdeşleştirdi. Özgen bu kimliğin oluşmasındaki pek çok faktörün etnik kökenle bağlantılı olduğuna dikkat çekti.
Evrensel'i Takip Et