3 Aralık 2005 23:00

Engelliler de rant kaynağı

3 Aralık Dünya Engelliler Günü, engellilerin temel talepleri göz ardı edilerek, basın önünde birkaç ziyaretle ve iyi niyet konuşmalarıyla geçti. AB'ye uyum sürecinde göstermelik yasalar çıkadursun, hayatlarının sonuna kadar başkalarının desteği ile yaşamak zorunda bırakılan engellilerin sorunları çözülmeyi bekliyor.

Günün anlamı yok İzmir'de yaşayan down sendromlu Hasan Kudar'ın durumu da engellilerin yaşam koşullarını özetliyor. Bir devlet okulunda engelliler için kurulan özel alt bölümde 7. sınıf öğrencisi olan Hasan, özel bir rehabilitasyon merkezinden de eğitim alıyor. Doğduğu günden beri Hasan'la birlikte mücadele ettiklerini söyleyen annesi Sevgi Kudar ise devletin ilgisizliğinden yakınıyor. Engelliler Günü'nün kendileri için anlamı olmadığını söyleyen Kudar, "Çünkü bu mesele yılda birkaç güne sığdırılamaz. Yine birileri tören düzenleyip nutuk atacaklar. Kendi egolarını tatmin edip, oy toplamaya çalışacaklar. Böyle günleri seçimlere yatırım olarak görüyorum. Atıp tutuyorlar ama hiçbir şey yaptıkları yok" diyor.

Devlet yardım etmiyor Kudar, "Devletten yardım göremeyince çareyi Down Sendromlular Derneği'ni kurmakta bulduk" diyor. Hasan doğduğunda engellilerin eğitim olanağının hiç olmadığını söyleyen Kudar, "O dönem devlet sadece memur ve askerlere engelli yardımı yapıyordu. Mücadelemiz sayesinde SSK'lılar da bu haktan yararlanmaya başladı. Eşim işçi. SSK'lı olmasaydı, 400 milyon maaşla bu yükün altından kalkmazdık. Ama hâlâ Bağ-Kur'luların ve yeşil kartlıların böyle bir hakkı yok" diyor. Eşinin işten atılıp 2 yıl iş bulamadığını aktaran Kudar, "O dönem Hasan okula gidemedi. Önceden devam ettiği özel eğitim kurumunun, iyi niyetli desteğiyle ara ara eğitim aldı" diyor. Hasan 16 yaşına basınca, bu defa da yaş sınırından dolayı eğitim göremediğini belirten Kudar, "Bizi resmen kapının önüne koydular. O zaman Hasan 6. sınıftaydı. AB sürecinde yapılan yeni düzenlemelerle, ancak okula başlayabildi. Bu dönem, Milli Eğitim Müdürlüğü'nde adım 'Ağlar Anne'ye çıktı" diyor. Maddi yetersizliğin sürekli önlerine dikildiğini ifade eden Kudar, "Hasan bu nedenle dil eğitiminden de geri kaldı. Biz bir dönem yol parası nedeniyle çocuklarımızı okula bile götüremiyorduk. Sadece bu nedenle çocuğunu dışarı çıkaramayanlar, saklayanlar bile vardı" diyor. Türkiye'de engellilere hassasiyet gösterilmesini istediklerini belirten Kudar "Ülkemizde bu konuda çok "komik!" uygulamalar var. Engellinin annesi veya babası çalışmıyorsa, üç ayda bir asgari ücretin üçte ikisi oranında maaş veriliyormuş. Bu yeni yasanın ardından, eski rakam ise üç ayda 75 milyon" diyor.

Her engelli para kaynağı Engelliler Yasası'nın da uygulanmadığını söyleyen Kudar, "Bu yasanın çıkmasıyla birlikte özel engelli eğitim merkezleri mantar gibi türedi. İşi resmen ticarete döktüler. Onlar için her engelli para kaynağı. Yeni çıkan yasa engelli eğitiminde devlet masraflara destek verdiği için bir rant kapısı oldu. Bunların nasıl eğitim verdikleri de belli değil. Ama devlet okulunun verdiği eğitimin tek başına yetersiz olduğu da açık" diyor. Ne yapılması gerekiyor? diye sorduğumuz da ise Kudar, "Bu hizmeti devletin vermesi gerekiyor. Bu olmuyorsa da çok sıkı bir denetim yapılmalı. Şu an durum ortada, engelliler özel eğitim kurumlarının insafına terk edilmiş durumda" diyor.




Engelliler özgür olmalı! İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği'nin (İFSAK) Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği (BEDD) ile birlikte yürütülen ortak çalışmanın ürünleri, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde sergilendi. İFSAK'tan yapılan açıklamada, BEDD ile ortaklaşa yürütülen "Özürlüler Özgür Olmalı" projesinin üçüncü aşamasının gerçekleştirildiği bildirildi. Projesinin birinci aşamasında BEDD üyesi engellilere fotoğraf eğitimi verilirken, ikinci aşamada İFSAK, BEDD'nin aynı isimle düzenlediği 1. Fotoğraf Yarışması'na danışmanlık yaptı. Fotoğraf Sergisi oluşturmaya yönelik üçüncü aşamada ise İFSAK üyesi fotoğrafçılar, başta BEDD üyeleri olmak üzere engellilerin yaşamlarını ve yaşam mücadelelerini fotoğrafladı. Dün açılan Sergi, 31 Aralık'a kadar serginin basımını da üstlenen Reproset A.Ş. Galerisi'nde gezilebilecek.




Engelliye hizmet devletin görevi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) İzmir İl Müdürü Zekeriya Ertaş, mevcut bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin sayı olarak yetersizliğinin, özürlülere götürülen hizmetleri belli bir sınırda tuttuğunu söyledi. Ertaş, Dünya Özürlüler Günü dolayısıyla Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlenen törende yaptığı konuşmada, engelli ve normal vatandaşlar arasında sosyal haklar ve görevler açısından ayrıcalıkları ortadan kaldırma ve engellilerin topluma uyumunu sağlamanın sosyal devletin temel görevlerinden olduğunu belirtti. SHÇEK Genel Müdürlüğü'ne yapılan engelli başvurularının çoğunluğunu, korunmaya muhtaç engellilerin oluşturduğuna dikkat çeken Ertaş, şunları kaydettu: "Mevcut bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin sayı olarak yetersizliği, özürlülere götürülen hizmetleri belli bir sınırda tutmaktadır. İzmir'de, müdürlüğümüze ve Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı 40 civarında gündüzlü rehabilitasyon merkezlerinde, engelli birey ve çocuklara eğitim ve rehabilitasyon hizmeti verilmektedir". Türkiye'de yıllardır özürlüler konusunda bir kanun olmamasının büyük eleştiri konusu olduğunu ifade eden Ertaş, "Sosyal devletin en büyük eksikliklerinden biriydi. Bu yıl nihayet Özürlüler Kanunu yayınlandı ve engellilerin sosyal hayata katkıları bakımından yasal kurallar oluşturuldu. Engellilerin eğitimine destek sağlandı, " dedi.




Çözüm için yürüdüler Engelliler Günü nedeniyle düzenlenen törenlere katılan ve yürüyüşler yapan engelli vatandaşlar, yaşadıkları sorunlara dikkat çektiler. Engelliler Yasası'nın birçok yönden eksik kaldığını ve kendilerinin yasadan yeterince yararlanamadıklarını belirten engelliler, işverenlerin yasaları gözardı edip kapılarını kendilerine kapadığını ifade ederek yasa çıkarmanın yeterli olmadığının altını çizdiler. İstanbul'daki yürüyüşe Bedensel Engelliler Derneği, Zihinsel Engelliler Derneği ve Omurilik Felçlileri Derneği üyeleri katıldı. Yürüyüşte "Sağlık raporu çilesine son", "Biz her yerdeyiz siz nerdesiniz", "Hastane ve seyahat özgürlüğü" gibi talepleri içeren dövizler taşındı. Şanlıurfa'da yapılan yürüyüşe de çok sayıda engelli katıldı. Şanlıurfa Görme Engelliler Derneği Başkanı Fethi Öge, yürüyüşün ardından yaptığı konuşmada, 'Özürlüler Yasası'ndan yararlanamadıklarını belirterek "İşverenler engellilere kapılarını kapatıyor. Yetkililer yasanın takipçisi olmalı" dedi.

'Özürlüler yasası eksik' SHP Genel Sekreteri Ahmet Güryüz Ketenci de, Özürlüler Günü nedeniyle yaptığı açıklamada özürlülerin isteklerinin karşılanmadığını, Özürlüler Yasası'nda eksikler bulunduğunu bildirdi. Ketenci açıklamasında 8.5 milyon özürlü olduğunu, bunların eğitim, sağlık, istihdam, sosyal ve ekonomik olanaklardan yararlanamadığını kaydetti. Ketenci, özürlülerin sadece tüketen değil üreten de olmak istediklerine dikkat çekti. Yasanın 2'nci maddesinin, özürlüleri ve ailelerini dar bir kapsamda ele aldığını ifade eden Ketenci, yasada "kamuda çalışan özürlülerin aleyhine sonuç doğuracak şekilde özrü ile ilgili olarak diğer kişilerden farklı muamelede bulunulamaz" dendiğini, ancak yaptırımının belirlenmediğini dile getirdi.

Vekil Allah'a havale etti Adana'da Atatürk Parkı'nda düzenlenen törende ise engelliler, temmuz ayında çıkartılan Engelliler Yasası'nın yönetmeliğinin en kısa zamanda çıkarılmasını istedi. Törende konuşan AKP Adana Milletvekilli Ayhan Zeynep Tekin Börü ise tören öncesi engelli vatandaşlarla sohbet ettiğini belirterek, "Bir arkadaşımız bana, gençlerimizin işsiz olması nedeniyle evlenemediğini söyledi. Allah'ın izni ile onları hem iş hem de eş sahibi yapacağız" dedi. 6 Nokta Körler Derneği Diyarbakır Şubesi Başkanı Akif Karakaş ise, çıkarılan yeni yasalar ile birlikte engellilere kısmen de olsa yeni olanakların tanındığını belirterek, bunun devam ettirilmesi gerektiğini ifade etti.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Kimlik sorunu demokrasiden
   bağımsız değildir Hazırlayan: Şahin Bayar Diyarbakır gezisinde "Kürt sorunu benim sorunumdur" diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Şemdinli'de "Türk, Kürt, Çerkez, Laz bunlar alt kimliklerdir, üst kimlik ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır, herkes bu üst kimlik altında birlikte olmalıdır" şeklindeki açıklamaları "alt kimlik" ve "üst kimlik" kavramlarını yeniden gündeme getirdi. Günümüzde kimlik tartışmalarının hiç hak etmedikleri bir yoğunlukta gerçekleştiğine dikkat çeken Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Ayhan Kaya, kimlik tartışmalarının yoksulluk ve siyasal katılım gibi konuların üstünü örttüğünü ifade etti. Sorularımızı yanatlayan Doç. Dr. Kaya, "Bu tür tartışmaları, Türkiye'nin kendi tarihiyle barışması sürecinden ayrı tutmak imkansızdır" dedi.

"Üst kimlik" ve "alt kimlik" kavramlarını tanımlayabilir misiniz? "Üst-kimlik" ve "alt-kimlik" şeklindeki bir sınıflandırma benim hoşuma gitmiyor. Çünkü kimlikler arasında bir astlık-üstlük ilişkisi kurulmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu ayrım bir hiyerarşik dizine işaret ediyor. Kamusal alanla 'üst-kimliği' eş tutmak, özel alan ile 'alt-kimliği' eş tutmak gibi bir şey, yapılmaya çalışılan. Kimlikler konusunda bizim ve daha pek çok farklı toplumun yaşadığı bu sıkıntının nedeni, her türlü kimliğin düşünce özgürlüğü içerisinde demokratik bir zeminde ifade edilemiyor olmasındandır. Dolayısıyla, ulus-devletler kendi tahayyülleri dışındaki kimlikleri ulusal güvenliğe bir tehdit oluşturduğunu düşündüklerinden bu tür tartışmalara girilmektedir. Bu nedenledir ki, günümüzde kimlik tartışmaları bence hiç de hak etmedikleri bir yoğunlukta gerçekleşmekte; ve günümüzün asıl tartışma konuları olduğunu düşündüğüm yoksulluk ve siyasal katılım gibi konuların üstünü örtmektedir. Unutulmamalı ki, kimlik siyaseti, parlamento aracılığıyla siyaset üretemeyenlerin başvurduğu bir siyaset yapma biçimidir. Burada asıl engel de bu gruplara meşru yoldan siyaset yapabilme hakkını tanımayan siyasal ve hukuksal yapının ta kendisidir.

Başbakan Erdoğan'ın "üst kimlik" ve "alt kimlik" tarifi, Türkiye'de kimlik talebinde bulunan Kürtlerin isteğiyle örtüşüyor mu? Aslında, bugün yaşanan "üst-kimlik" ve "alt-kimlik" tartışmaları bir yanıyla da bakıldığında son derece üretken ve keyifli birtakım mecralara taşıyabilir Türkiye'yi. Başbakan'ın altını çizdiği ve Deniz Baykal'ın 'Ne yani, Türk milletine Türk milleti demeyip, 'Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları Ulusu mu diyeceğiz' gibisinden karşı çıktığı üst-kimlik söylemi, uzun yıllardan bu yana, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, kendi tarihiyle barışmaya çalışan Almanya'da yaşanan tartışmalarla çok büyük benzerlikler gösteriyor. Almanya'da bu süre sonunda varılan mutabakat, etno-kültürel kriterler aracılığıyla ulusun tanımını yapmak yerine, siyasal ve anayasal kriterleri kullanarak tanımlamak şeklinde olmuştur. Yani, ırka dayalı bir 'Volk' (ulus) kavramı yerine, siyasal ve toplumsal birliğe vurgu yapan 'Bewölkerung' (siyasal toplum) kavramı, diğer bir deyişle Staatsbürgernation (Yurttaşların ulusu) kavramı ön plana çıkarılmıştır. Bu tür tartışmaların Türkiye'de de yapılıyor olması, etno-kültürel farklılık taleplerinin siyasal ve anayasal bir düzlemde çözüme kavuşturulabileceği yönünde birtakım ipuçları vermektedir. Ancak bu tür tartışmaları, Türkiye'nin kendi tarihiyle barışması sürecinden ayrı tutmak imkansızdır. Böylesine bir yeni ulus tanımı Kürt sorununu, Alevi sorununu, azınlıklar sorununu çözebilecek niteliktedir.

Batı, kimlik meselesine nasıl bakıyor? Batı'da kimlik tartışmalarının artık bu denli yoğun yaşanmadığını söylemek mümkün. Çünkü, Batılı demokrasiler etno-kültürel nitelikli kimlik taleplerini bir tür hak ve adalet arayışı olarak değerlendirmektedirler. Türkiye'de de bu yönde bir algılamaya dair ipuçlarını görüyoruz, ancak henüz sınırlı bir düzeyde. Dolayısıyla, bu tür taleplerin ulusal birlik ve bütünlüğümüze tehdit oluşturan nedenler olduğu şeklindeki bir hatalı yargı ve değerlendirme yerine, bu tür taleplerin aslında söz konusu grupların maruz kaldıkları siyasal ve toplumsal dışlanma karşısında ortaya çıkardıkları bir tür direniş biçimi olarak okumak gerekiyor. Batı'da bazı yerlerde bu tür bir okuma yapılıyor. Ancak belli ki, Fransa Cumhuriyeti bu tür demokratik okumaları henüz yapamadığından gettolarda şiddet eylemlerine maruz kalmaya devam etmektedir.




Dr. Muammer Değer*

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemiş olduğu "Türkiye Cumhuriyeti devleti üst kimliğinde herkes eşittir" ifadeleri kuşkusuz Türkiye'de yeni bir dönemi, tartışmaları ile birlikte açmıştır. Bir taraftan statükocu, gelenekçi kesimler alışılagelmiş anlayışların değişmesini ülke bütünlüğüne bir tehdit gibi pazarlayıp mevcut demokrasinin yeterli olduğu konusunda ısrarlarını sürdürmektedirler. Diğer taraftan daha çok demokrasinin günümüz Türkiye'si için belirleyici ve birleştirici, geliştirici tarafları olduğuna inananlar bu açıklamaları desteklemişlerdir. Çok etnisiteli ve kültürlü bir ülke olan Türkiye'de 30'un üstünde etnik topluluk yaşamaktadır. Türklerden sonra gerek nüfus ve coğrafi lokalizasyonları itibarıyla Kürtler ciddi bir nitelik teşkil etmektedirler. Dolayısıyla halihazırdaki sorunlarımız ve tarihsel yaşanmışlıklar bu açıklamaların adresinin sorunları noktasında henüz bir çözümün geliştirilemediği Kürtler olduğu apaçık ortadadır. Devlet yapısını tek etnisiteli bir olguda ısrarla tutan Türkiye Cumhuriyeti geleneksel yapısının günümüzdeki toplumsal düzeneklerimizi ve farklılıklarımızı karşılayamaz hale geldiği, sorunların gittikçe karmaşıklaştığı böylesi bir dönemde yapılmış olan bu açıklama elbette ki gecikmiş tarihin telafisi yönünde önemli bir adımdır. Çünkü meseleye Kürtlerden taraf bakar isek bu durumun tarihsel, sosyal, ekonomik, kültürel boyutlarının da doğru ifade edilmesi için bir başlangıç gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur iken, kuruluş referansları Sünni Müslümanlık temelinde oluşturulmuştur. Dolayısıyla Kürtler bu referanslar çerçevesinde yeni kurulacak cumhuriyete mutabık kalmışlardır. Ancak 1924'ten sonra egemen olanlar mevcut referansları Sünni Türklüğe dönüştürerek diğerlerini ötekileştiren, asimile etmek isteyen, reddeden ve baskı yöntemleriyle kontrol altında tutmak isteyen bir anlayış günümüze kadar yoğun yaşanmış olan bir süreci başlatmıştır. Kürtler de tarihsel rövanşları almak adına bir dizi başkaldırı ve isyan hareketlerine girişmişlerdir. Cumhuriyetin Kürt sorunu bu şekilde günümüze kadar uzanan bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye'de Türklük dışındaki etnik ya da diğer grupların kendilerini kendisi olarak ifade edebilme özgürlüklerine, dil, kültür ve inanç ve ibadet haklarına derin kuşkularla bakıldığı ve sürekli bir tehdit potansiyeli olarak görüldüğü anlayış hakim olmuştur. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın yaptığı açıklamaların gerçekçi bir zeminde karşılığını bulabilmesi için yeni hukuk ve anlayış normlarının ortaya konulması gerekir. Her ne kadar mevcut anayasalar önünde var olduğu sayılan eşitlik ilkelerinin hiçbir zaman işletilmediğini hepimiz biliyoruz. Elbette ki anayasa ya da kanun önünde tüm kesimler için eşitlik ilkesi gereklidir. Ama bu yeterli olmayan ve biçimsel olan bir haktır. Toplumların bu biçimsel haklardan eşit bir biçimde yararlanabilmesi için maddi önkoşulların ve eşit fırsatların olması gerekir. Türkiye'de yaşayan diğer etnik topluluklar göz önüne alındığında Kürtler Türkiye etnik bileşenlerinin en yoksullarıdır. Stratejik bir yoksullaştırılma yaşamışlardır. Bu nedenle üst kimlik ifadesi içinde bir eşitlik düzeneğinin sağlanabileceğini düşünmek hata olur. Yani eşit olmayanların bir zeminde eşitlermiş gibi ifade edilmesi, temel olan bir sürü sorun gerçekliğimizin de pas edilmesi manasına gelir. Toplumsal ve kültürel eşitsizlikler, insanların ve etnik grupların ortak kamusal alanlara katılımını engelleyen bir faktördür. Bu da şu demektir: Toplumlar arası eşitsizlikleri yok sayarak salt düşünce ve ifade özgürlüklerinin doğru olarak gerçekleşebileceğini varsaymak saf bir hayalden öte bir şey değildir. Dolayısıyla toplumlararası eşitsizlikler giderilmeden ortak alanlarda ortaklaşmalar bir zaman sonra çok da bir şey ifade etmeyebilir. Bu bağlamda Başbakan'ın yapmış olduğu açıklama eldeki mevcutlar içinde en ilericisidir. Ancak bu söylemin sosyal, kültürel, ekonomik açılımlarının bir strateji dahilinde olduğunu gösterir yeni ifadeler gerekmektedir.

(*)DTP Geçici Yürütme Kurulu Üyesi