27 Mart 2005 22:00
Kuyruklar daha da artacak
SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devrinin ardından, ülke genelinde 37 SSK tesisinin faaliyetine son verildi. Bu kapsamda İstanbul'da; Sultanahmet, Cibali, Tuzla, Küçükçekmece ve Üsküdar dispanserlerinin kapısına kilit vuruldu.
Halkın en rahat ulaşabildiği ve sağlık hizmeti aldığı mahallelerdeki dispanserlerin kapatılmasına sağlık çalışanlarından tepki geldi. Pratisyen Hekim Komisyonu Başkanı Dr. Selma Okkaoğlu, söz konusu uygulama ile sağlık personelinin işyükü ve kuyrukların daha da artacağını vurguladı.
SSK dispanserlerinin ilçeler düzeyinde kurulduğunu ve o bölgede bulunan işçilere ve işçi yakınlarına baktığını dile getiren Okkaoğlu, dispanserlerin hastanelerin işlevini azaltan ve işçilerin işyeri hekimliğinin ardından gittikleri ara bir kademe olduğunu ifade etti. Okkaoğlu, "Dispanserler tanı ve tedaviyi uzmanlarla birlikte yerine getiren kurum olmuştur. Özellikle de sağlık ocağının olmadığı yerlerde. Tam olarak sağlık ocağı hizmeti vermiyorlar ancak poliklinik düzeyinde hizmet veriyorlar" dedi. Dispanserlerde hasta ile sağlık çalışanları arasında sıcak ilişki kurulduğunu anlatan Okkaoğlu, "Bu kurumlar fatura kontrol kurumu olarak kullanılmamalı. Yeni yerler açılmıyor bari var olan yerler korunsun" diye konuştu.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Türkiye'de işkence: Ne değişti? -1-
Yöntemler değişiyor, işkence baki kalıyor HAZIRLAYAN:Özgül Yıldızer
SUNU Birleşmiş Milletler İşkence ve Başka Zalimce İnsanlık Dışı Onur Kırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı Sözleşme, işkenceyi, "Bir kişiden veya üçüncü bir şahıstan bilgi almak, o kişinin veya üçüncü bir şahsın itiraf etmesini sağlamak, o kişiyi veya üçüncü bir şahsı işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir eylemden dolayı cezalandırmak amacıyla, kamu görevlisi veya resmi görevli olarak hareket eden herhangi bir şahsın rızası, emri veya göz yummasıyla, söz konusu kişiye acı vermek, canını yakmak kastıyla yapılan her zihinsel ve/veya fiziksel herhangi bir hareket işkencedir" şeklinde tanımlar. Fiziksel/zihinsel hareketin kişinin suçu işlediği sabit olsa bile işkence sayılacağını öngören bu sözleşme, BM tarafından 10 Aralık 1984'te kabul edildi. Türkiye sözleşmeyi bir çekince ile 21 Nisan 1988'de onaylandı. Türkiye'de bu belgeyi onaylamadan önce de sonra da, işkencenin bir sorgu yöntemi olarak benimsendiği, hatta suç işleyip işlemediği bile belli olmayan kişilerin işkencede öldürüldüğü birçok olay ile belgelendi. AB sürecinde en çok tartışılan ve gündeme gelen konulardan olan işkencenin birkaç yılda azaldığı, hatta bitirildiği" iddiaları rakamlar ve mağdurlar karşısında geçerliliğini yitiriyor. İki günlük dosyamızda, İşkencede nelerin "değiştiğini" görebilmek için, son birkaç yılda, işkence yöntemlerindeki değişiklikleri ve işkenceye karşı verilen mücadelenin geldiği noktayı irdelemeye çalışacağız.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme çabaları ile yıllardır bir sorgu yöntemi olarak süregelen işkence de daha yoğun bir biçimde tartışmaya açıldı. Yasa değişiklikleri ile başlayan süreçte, hükümet değişse de, uygulama değişmedi. Ortaya atılan işkence iddialarının neredeyse hepsi, "münferit" olarak nitelendi. Uzunca bir süre yapılan "İşkence yoktur, var diyen vatan hainidir" şeklindeki açıklamalar, bir süre sonra, "İşkence münferit bir olaydır"a, en son da, "İşkence münferittir, ama bizim şubemizde yoktur"a dönüştü. Bu konuda en iddialı açıklama olan "İşkenceye sıfır tolerans" söylemini olabildiğince sık dillendiren Başbakan Erdoğan'a karşın, işkence devam etti. İşkence tartışması, Başbakan'ın işkencenin sistematik olduğunu söyleyen ve hatta bu durumu kanıtlayan insan hakları örgütlerini "terör örgütleri ile işbirliği içinde olmakla" suçlamasına kadar vardı. İşkence, tüm demokratikleşme paketlerine karşın varlığını ısrarla koruyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) verilerine göre, işkence vakaları kısmen azalsa da, artık fiziksel olarak daha az iz bırakan yöntemler ya da psikolojik işkence tercih edilerek, işkence yokmuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. 1999-2003 yılları arasında TİHV'e başvuranların neredeyse yarıya yakını, emniyet merkezlerinde işkence gördüğünü söyledi. Emniyet merkezlerinin ilk sıralarda yer alması, buralardaki kişilerin özel eğitimden geçmiş olmaları açısından işkencenin sistematikliğine ilişkin bir kanıt oluşturuyor. Öte yandan, mağdurların işkence gördükleri yerler açısından, açık alanlar ve araçlar gibi yerlerin de dikkate değer bir artış içinde olduğu gözlemleniyor. 1999 yılı içinde böyle yerlerde işkence görenlerin oranı yüzde 26,3 iken, 2003 yılında bu oran yüzde 41,8'e yükseldi. Yani 1999 yılında 94 kişi açık alanda veya araçta işkence gördüğünü söylerken, 2003 yılında 138 kişi bu alanlarda işkence gördüğünü bildirdi. 1999-2003 yılları arasında jandarma, polis karakolu, jandarma merkezi, diğer gözaltı merkezleri, cezaevi gibi alanlarda işkence görenlerin oranında küçük miktarlarda azalma olmuşsa da, bu da işkencede ciddi bir gerileme olduğuna işaret etmiyor. Çünkü 1999'da işkence iddiasıyla vakfa başvuran kişi sayısı 357 iken, 2003 yılında bu sayı ancak 340'a düştü. Mağdurların maruz kaldığı işkence yöntemleri incelendiğinde ise, dayak ve hakaret yönteminin 2003 yılı içinde oranının oldukça yüksek olduğu görülüyor. Diğer yöntemlerde azalma görülmesine karşın, tüm bu yıllar içinde mağdurların yüzde 90'a yakını kaba dayak ve hakarete maruz kaldığını söylüyor. 2003 yılı verilerine göre, işkence yöntemleri içinde sırasıyla oranı en yüksek olanlar ise, tehdit, öldürme tehdidi, yeme içmenin kısıtlanması, tuvalet ihtiyacının karşılanmasının engellenmesi, gözünü bağlama, cinsel taciz, soğuk zeminde bekletme, uyutmama. Bu yöntemler uygulandığında kişinin iç organları, uzun vadede ortaya çıkacak zararlar görüyor. Buna karşılık vücutta çok belirgin izler bırakan tecavüz, yakma, elektrik, askı, falaka gibi yöntemlerin oranı yüzde 4'ün altında. İşkencenin devam etmesindeki en önemli etkenlerden bir olan ceza verilmemesi, ciddiyetini korudu. 2003 yılı içinde 41 işkence davası takip edildi. Bu 41 davanın yalnızca 4'ünde failler cezalandırıldı, 1'inde ceza paraya çevrildi, 2'sinde ertelendi, 4'ü zaman aşımına uğradı, 2'si hakkında takipsizlik verildi, 4'ünde de beraat kararı verildi.
İşkencede 2004 tablosu 2004 yılı içinde 300'e yakın kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını iddia etti. Her ay en az bir gösteride, katılımcılar eylem ya da gözaltı sırasında işkence gördüğünü açıkladı. Haziran ayı, NATO zirvesi nedeniyle tespit edilemeyen sayıda çok kişinin dövüldüğü, tartaklandığı ay oldu. Buna kaba dayak ve hakaret; ölümle tehdit, cinsel taciz, su vermeme, tecavüz tehdidi, çırılçıplak soyma, testislerini sıkma, yemek vermeme, çırılçıplak soyup ayakta bekletme, tuvalete gitmesini engelleme gibi yöntemler eşlik etti. 2004 yılı içinde gazeteciler de polisin müdahalesinden nasibini aldı. 12 basın mensubu polis tarafından dövüldü, tartaklandı, gözaltına alındı ya da ölümle tehdit edildi. Ocak ayı içinde 7 kişi gözaltı merkezleri dışında, 4'ü gözaltında işkence gördü. Bunlardan biri lise öğrencisi idi. Şubat ayında işkence gördüğünü söyleyen 35 kişiden 13'ü çocuktu. Mart ayında 48 kişi, işkence ve kötü muamele iddiasında bulundu. Nisan ayında ise biri lise öğrencisi 12 kişi işkence gördüğünü açıkladı. 3 kişi mahalle kahvesine gelen polislerce dövüldüklerini belirtirken, bunlardan biri de polisin kafasına ateş ettiğini iddia etti. Mayıs ayında 27 kişi işkenceye maruz kaldı. Bunlardan 7'si çocuk, biri de bebekti. Mayıs ayında gerçekleşen kötü muamele ve işkence vakalarının büyük bir kısmının adli vakalar sonrası yaşanması dikkat çekiyor.
NATO 'İşkencesİ' İstanbul'da 28-29 Haziran günlerinde gerçekleştirilen NATO zirvesi nedeniyle haziran ayında çok sayıda gösteri düzenlendi. Bu gösterilerde çok sayıda kişi polisler tarafından dövüldü. Gözaltına alınan birçok kişi de, götürüldükleri karakol ve emniyet müdürlüklerinde, işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını açıkladı. Temmuz ayında 16 kişi, ağustos ayında da 3'ü çocuk 30 kişi kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldı. 23 kişi gözaltında dövüldü, 2 çocuk ve 4 köylü de jandarma tarafından dövüldü. Eylül ayında da 17 kişi işkence ve kötü muamele gördüğünü iddia etti.
Ekim'de artış oldu Ekim ayında 14'ü gözaltında, 12'si sokakta toplam 43 kişi sözlü ve fiziksel işkenceye maruz kaldı. Bir kişi emniyet müdürlüğünde, 2 kişi karakolda, 1'i jandarma karakolunda, 2 çocuk okullarının önünde, 4 kişi kaçırılarak, 5 kişi ev baskını sırasında dövüldüğünü açıkladı. Kasım ayı içinde çevik kuvvetin İzmir'de seyyar satıcılara düzenlediği operasyon sırasında bir pasaj içinde rastgele ateş açması sonucu 1 kişi yaralandı, 1 kişi de işyerinin önünde polisle tartıştığı için biber gazına maruz kaldı. Kasım ve aralık aylarında 1'i çocuk 23 kişi gözaltında, 2 çocuk jandarma karakolunda, 5 kişi sokakta, 1 kişi kaçırılarak işkenceye maruz kaldı.
2004'ten dikkat çekici işkence iddiaları15 yaşındaki Bilal Yakan Turgalı ve Bakışık köyünün arasında bulunan bölgede İranlılardan mazot almaya gittiklerini, askerlerin ateş açtığını açıkladı. Yakan, "Sonra askerler gelip bizi bir yere topladılar. Yere kurşun sıkıp bizi dans ettirdiler. Ayağıma bir kurşun isabet etti. Yaralı olduğum halde tekmelemeye başladılar. Askerlerden biri 'Bunları götürüp İran tarafına atalım. İranlılar öldürdü desinler' dedi. Ondan sonra tamamen bayıldım, gözlerimi hastanede açtım" dedi.
71 yaşındaki Sıdıka Erbey, Suphiye Erbey, birbuçuk yaşındaki Şükran Erbey'in Şırnak'ın Güçlükonak ilçesine bağlı Damlarca köyünde evlerine düzenlenen baskında askerler tarafından ağır bir biçimde dövüldükleri açıklandı.
H.Ö., "komşu evin çatısına konan güvercinini almak isterken" gözaltına alınarak, polis tarafından dövüldü. Ö., polislerin kendisine, "Seni dövdüğümüzü kimseye anlatır ya da şikâyetçi olursan aileni ve seni öldürürüz" dediklerini öne sürdü.
Bir yakınları için karakola giden Bedrettin, Hamdi, Yasin, Behçet, Selamettin, Cengiz ve Kerem Güngör, polislerce dövüldü. Daha sonra bu kişilere bir gün gözetim altında tutuldukları Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde "kaza geçirdikleri" yönünde rapor verildi.
TİHV aylık raporlarında, bir mağdurun söylediği şu cümle dikkat çekici: "Vücuduma ağır darbeler alıyordum ama iz kalmıyordu, kemiklerime gelmeyecek şekilde vücut boşluklarına vuruyorlardı."
Yarın: İşkenye karşı mücadele!
src=/resim/b1.gif width=5>



Türkiye'de işkence: Ne değişti? -1-
Yöntemler değişiyor, işkence baki kalıyor HAZIRLAYAN:Özgül Yıldızer
SUNU Birleşmiş Milletler İşkence ve Başka Zalimce İnsanlık Dışı Onur Kırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı Sözleşme, işkenceyi, "Bir kişiden veya üçüncü bir şahıstan bilgi almak, o kişinin veya üçüncü bir şahsın itiraf etmesini sağlamak, o kişiyi veya üçüncü bir şahsı işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir eylemden dolayı cezalandırmak amacıyla, kamu görevlisi veya resmi görevli olarak hareket eden herhangi bir şahsın rızası, emri veya göz yummasıyla, söz konusu kişiye acı vermek, canını yakmak kastıyla yapılan her zihinsel ve/veya fiziksel herhangi bir hareket işkencedir" şeklinde tanımlar. Fiziksel/zihinsel hareketin kişinin suçu işlediği sabit olsa bile işkence sayılacağını öngören bu sözleşme, BM tarafından 10 Aralık 1984'te kabul edildi. Türkiye sözleşmeyi bir çekince ile 21 Nisan 1988'de onaylandı. Türkiye'de bu belgeyi onaylamadan önce de sonra da, işkencenin bir sorgu yöntemi olarak benimsendiği, hatta suç işleyip işlemediği bile belli olmayan kişilerin işkencede öldürüldüğü birçok olay ile belgelendi. AB sürecinde en çok tartışılan ve gündeme gelen konulardan olan işkencenin birkaç yılda azaldığı, hatta bitirildiği" iddiaları rakamlar ve mağdurlar karşısında geçerliliğini yitiriyor. İki günlük dosyamızda, İşkencede nelerin "değiştiğini" görebilmek için, son birkaç yılda, işkence yöntemlerindeki değişiklikleri ve işkenceye karşı verilen mücadelenin geldiği noktayı irdelemeye çalışacağız.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme çabaları ile yıllardır bir sorgu yöntemi olarak süregelen işkence de daha yoğun bir biçimde tartışmaya açıldı. Yasa değişiklikleri ile başlayan süreçte, hükümet değişse de, uygulama değişmedi. Ortaya atılan işkence iddialarının neredeyse hepsi, "münferit" olarak nitelendi. Uzunca bir süre yapılan "İşkence yoktur, var diyen vatan hainidir" şeklindeki açıklamalar, bir süre sonra, "İşkence münferit bir olaydır"a, en son da, "İşkence münferittir, ama bizim şubemizde yoktur"a dönüştü. Bu konuda en iddialı açıklama olan "İşkenceye sıfır tolerans" söylemini olabildiğince sık dillendiren Başbakan Erdoğan'a karşın, işkence devam etti. İşkence tartışması, Başbakan'ın işkencenin sistematik olduğunu söyleyen ve hatta bu durumu kanıtlayan insan hakları örgütlerini "terör örgütleri ile işbirliği içinde olmakla" suçlamasına kadar vardı. İşkence, tüm demokratikleşme paketlerine karşın varlığını ısrarla koruyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) verilerine göre, işkence vakaları kısmen azalsa da, artık fiziksel olarak daha az iz bırakan yöntemler ya da psikolojik işkence tercih edilerek, işkence yokmuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. 1999-2003 yılları arasında TİHV'e başvuranların neredeyse yarıya yakını, emniyet merkezlerinde işkence gördüğünü söyledi. Emniyet merkezlerinin ilk sıralarda yer alması, buralardaki kişilerin özel eğitimden geçmiş olmaları açısından işkencenin sistematikliğine ilişkin bir kanıt oluşturuyor. Öte yandan, mağdurların işkence gördükleri yerler açısından, açık alanlar ve araçlar gibi yerlerin de dikkate değer bir artış içinde olduğu gözlemleniyor. 1999 yılı içinde böyle yerlerde işkence görenlerin oranı yüzde 26,3 iken, 2003 yılında bu oran yüzde 41,8'e yükseldi. Yani 1999 yılında 94 kişi açık alanda veya araçta işkence gördüğünü söylerken, 2003 yılında 138 kişi bu alanlarda işkence gördüğünü bildirdi. 1999-2003 yılları arasında jandarma, polis karakolu, jandarma merkezi, diğer gözaltı merkezleri, cezaevi gibi alanlarda işkence görenlerin oranında küçük miktarlarda azalma olmuşsa da, bu da işkencede ciddi bir gerileme olduğuna işaret etmiyor. Çünkü 1999'da işkence iddiasıyla vakfa başvuran kişi sayısı 357 iken, 2003 yılında bu sayı ancak 340'a düştü. Mağdurların maruz kaldığı işkence yöntemleri incelendiğinde ise, dayak ve hakaret yönteminin 2003 yılı içinde oranının oldukça yüksek olduğu görülüyor. Diğer yöntemlerde azalma görülmesine karşın, tüm bu yıllar içinde mağdurların yüzde 90'a yakını kaba dayak ve hakarete maruz kaldığını söylüyor. 2003 yılı verilerine göre, işkence yöntemleri içinde sırasıyla oranı en yüksek olanlar ise, tehdit, öldürme tehdidi, yeme içmenin kısıtlanması, tuvalet ihtiyacının karşılanmasının engellenmesi, gözünü bağlama, cinsel taciz, soğuk zeminde bekletme, uyutmama. Bu yöntemler uygulandığında kişinin iç organları, uzun vadede ortaya çıkacak zararlar görüyor. Buna karşılık vücutta çok belirgin izler bırakan tecavüz, yakma, elektrik, askı, falaka gibi yöntemlerin oranı yüzde 4'ün altında. İşkencenin devam etmesindeki en önemli etkenlerden bir olan ceza verilmemesi, ciddiyetini korudu. 2003 yılı içinde 41 işkence davası takip edildi. Bu 41 davanın yalnızca 4'ünde failler cezalandırıldı, 1'inde ceza paraya çevrildi, 2'sinde ertelendi, 4'ü zaman aşımına uğradı, 2'si hakkında takipsizlik verildi, 4'ünde de beraat kararı verildi.
İşkencede 2004 tablosu 2004 yılı içinde 300'e yakın kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını iddia etti. Her ay en az bir gösteride, katılımcılar eylem ya da gözaltı sırasında işkence gördüğünü açıkladı. Haziran ayı, NATO zirvesi nedeniyle tespit edilemeyen sayıda çok kişinin dövüldüğü, tartaklandığı ay oldu. Buna kaba dayak ve hakaret; ölümle tehdit, cinsel taciz, su vermeme, tecavüz tehdidi, çırılçıplak soyma, testislerini sıkma, yemek vermeme, çırılçıplak soyup ayakta bekletme, tuvalete gitmesini engelleme gibi yöntemler eşlik etti. 2004 yılı içinde gazeteciler de polisin müdahalesinden nasibini aldı. 12 basın mensubu polis tarafından dövüldü, tartaklandı, gözaltına alındı ya da ölümle tehdit edildi. Ocak ayı içinde 7 kişi gözaltı merkezleri dışında, 4'ü gözaltında işkence gördü. Bunlardan biri lise öğrencisi idi. Şubat ayında işkence gördüğünü söyleyen 35 kişiden 13'ü çocuktu. Mart ayında 48 kişi, işkence ve kötü muamele iddiasında bulundu. Nisan ayında ise biri lise öğrencisi 12 kişi işkence gördüğünü açıkladı. 3 kişi mahalle kahvesine gelen polislerce dövüldüklerini belirtirken, bunlardan biri de polisin kafasına ateş ettiğini iddia etti. Mayıs ayında 27 kişi işkenceye maruz kaldı. Bunlardan 7'si çocuk, biri de bebekti. Mayıs ayında gerçekleşen kötü muamele ve işkence vakalarının büyük bir kısmının adli vakalar sonrası yaşanması dikkat çekiyor.
NATO 'İşkencesİ' İstanbul'da 28-29 Haziran günlerinde gerçekleştirilen NATO zirvesi nedeniyle haziran ayında çok sayıda gösteri düzenlendi. Bu gösterilerde çok sayıda kişi polisler tarafından dövüldü. Gözaltına alınan birçok kişi de, götürüldükleri karakol ve emniyet müdürlüklerinde, işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını açıkladı. Temmuz ayında 16 kişi, ağustos ayında da 3'ü çocuk 30 kişi kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldı. 23 kişi gözaltında dövüldü, 2 çocuk ve 4 köylü de jandarma tarafından dövüldü. Eylül ayında da 17 kişi işkence ve kötü muamele gördüğünü iddia etti.
Ekim'de artış oldu Ekim ayında 14'ü gözaltında, 12'si sokakta toplam 43 kişi sözlü ve fiziksel işkenceye maruz kaldı. Bir kişi emniyet müdürlüğünde, 2 kişi karakolda, 1'i jandarma karakolunda, 2 çocuk okullarının önünde, 4 kişi kaçırılarak, 5 kişi ev baskını sırasında dövüldüğünü açıkladı. Kasım ayı içinde çevik kuvvetin İzmir'de seyyar satıcılara düzenlediği operasyon sırasında bir pasaj içinde rastgele ateş açması sonucu 1 kişi yaralandı, 1 kişi de işyerinin önünde polisle tartıştığı için biber gazına maruz kaldı. Kasım ve aralık aylarında 1'i çocuk 23 kişi gözaltında, 2 çocuk jandarma karakolunda, 5 kişi sokakta, 1 kişi kaçırılarak işkenceye maruz kaldı.
2004'ten dikkat çekici işkence iddiaları
Yarın: İşkenye karşı mücadele!
Evrensel'i Takip Et