1 Mart 2005 23:00
Haçlılar ve yağmacılar
Demirtaş Ceyhun, bundan hemen hemen 40 yıl kadar önce Habora Yayınevi'nin temeline ilk harcı atan 3 kişiden biridir. Şükran Ağabey (Kurdakul) beni resmen arkadan iterek kitapçılık piyasasına sokmuştu. Sonra Vedat Ağabey (Günyol). O da Çan Yayınlarıyla destek oldu. Ve Demirtaş Ceyhun. Yalnız kitapçılığa değil, dağıtıcılığa da itti beni. "Tanrıgillerden Biri" (1961) adlı ilk öykü kitabından elinde kalanları bana verdi, hem de parasız. Türkiye'nin önde gelen kitapevlerine dağıttım ve bir ayda tükettim.
Demirtaş Ceyhun, yayıncılığa başladıktan sonra da arka çıktı. Kısa bir süre sonra, ilk 2 incelemesini bana verdi, yayınlamam için. Günümüzde Türkiye'nin başının belası olan iç ve dış düşmanları anlatıyordu: "Haçlı Emperyalizm" (1967) ve "Yağma Edilen Türkiye" (1968).
Haçlı emperyalizmi Arka kapağında şöyle tanıtılıyordu kitap: "Çağımızın gelişmemiş ülkelerinde, toplumların içsel dinamizmleri halk dini olguları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yani, zamanla devlet erkinin emrine girmiş olan dinler, giderek durgunlaşmışlar ve özlerindeki dinamizmi yitirmişlerdir. Bu nedenle de, halklar, durgunlaşan devlet dinlerinden kopmuşlar ve kendi içsel dinamizmlerine uygun yeni bir din olgusuna varmışlardı... Arkadaşımız Demirtaş Ceyhun bu incelemesinde, toplumumuzun dini olan Müslümanlığın, yabancı kültür emperyalizmi ve Hıristiyanlığın baskısıyla nasıl devlet dini haline dönüştüğünü, oluşan yeni halk dini Müslümanlığın ise yanlış laisizm anlayışı ve politikalar yüzünden nasıl aşağılandığını araştırmaktadır." Birçok yerini işaretlemişim kitabın. Örneğin "1838 Ticaret Antlaşması" Ve arkasından Sultan 2. Mahmut'un 3 Kasım 1839'daki ünlü "Gülhane Hattı", arkasından "Tanzimat" hareketinin başlaması ve ters tepmesi... "Osmanlı İmparatorluğunun Mali Sömürgeleşmesi"nde de şöyle yazmış D. Ceyhun: "Osmanlı İmparatorluğunun ilk dış borçlanması Kırım Savaşı sırasında olmuştur. 1854 yılında İngiltere'den yüzde 6 faizle, 2.5 milyon Osmanlı altını borç alınmış, bir yıl sonra, 1855'te yine bir ikinci borçlanmayla 5.65 milyon Osmanlı altını temin edilmiştir. Ve böylece borçlanmalar birbirini takip etmiş, miktar hızla artmıştır." 2000'in Türkiyesinin ne farkı var? Yarı sömürgeleşmenin hızla ilerlediği günler. Yabancılar toprak almak istemektedirler. Bizim Osmanlı'lar direnirler. Ama bu direnme 10 yıl sürer, sonunda yabancılar hem kent içinde, hem de kırsal bölgelerde toprak alma hakkına sahip olurlar. Hay Allah, yine günümüz Türkiye'si... Türkiye 2000, pardon Osmanlı 1880 devam ediyor. Deutsche Bank bir şirket kurar, pamuk tarımına el atar. Yabancı sermaye bununla da yetinmez, tütünü de eline geçirir. 40 yıl onların elinde kalır tütüncülüğümüz. Demiryolları, onların çevresindeki tarım alanları derken, 1891'de "Osmanlı Ereğli Kömür Şirketi"ne el koyarlar. Bu arada doğal olarak kültürel sömürgeleşme de başlar, Her yerde pıtrak gibi çıkar okullar. Notre Dame'lar, Saint Joseph'ler, Cizvit Erkek Kolejleri ve diğer yüzlercesi... Sonuç: Osmanlı'nın ruhuna el fatiha ve yaşasın Haçlı Emperyalizmi....
Yağma edilen Türkiye "Haçlı Emperyalizm"de dış düşmanlar, "Yağma edilen Türkiye"de de iç düşmanlar. Arka kapakta yine şöyle tanıtılıyor kitap: Bu kitap, Sosyalizm üzerine, özellikle 'Türkiye Sosyalizmi' kavramı üzerine teorik tartışmaların iyice alevlendiği şu günlerde, konuya değişik bir açıdan yaklaşmaya çalışmaktadır. İlk bakışta yadırganacak olan bu yaklaşım biçimi, inanıyoruz ki, tartışmalara ışık tutacak niteliktedir... Yazar, kitabında iki ana sorunun yanıtını aramaktadır: Birinci soru: Klasik gelişme biçimi modellerine uygun olarak bugüne kadar yapılmış olan tatbikatlar, Az gelişmiş ülkelerde nedense bir türlü başarıya ulaşamamıştır. Acaba niçin?... İkinci soru ise: Acaba niçin coğrafik mekân bütün az gelişmiş ülkelerde en önemli, hatta tek yağma kaynağı olmaktadır? Herhangi bir üretim faaliyetiyle ilişkisi olmayan bu yağma, dinamizmini nereden kazanmaktadır? Bu coğrafik mekânın, toplum sırasında ortaya atılan varsayımların, düşünce hayatımızda büyük tartışmalara neden olacağına inanıyoruz. Eminiz ki, az gelişmiş ülkelerin sosyalizme geçişleri, bu tür tartışmaların oluşturacağı bilgi birikimleriyle gerçekleşebilecektir." Kitabın ilk bölümü, "Az gelişmiş ülke kalkınmasının geçiş dönemleri için bir teori araştırması" başlığını taşıyor. Kitabın yarıdan fazlasını kaplıyor. İkinci bölüm ise, belgeleriyle "Gelişmiş yağmacılık"ın temellerinin nasıl atıldığını yüzlerce örnekle gösteriyor. D. Ceyhun mimar olduğu ve o sırada da Mimarlar Odası'nda önemli bir mevkide bulunduğu için Türkiye'nin, özellikle kentlerde nasıl yağmalandığı üzerine söyledikleri konusunda bir yanlışlığa düştüğünü kimse söyleyemez. Demirel düzeninin yaptıkları üzerine öylesine somut örnekleri ve delilleri var ki... Kentler o sırada hızla parselleniyordu. Ve tabii yozlaşma, kokuşma da birlikte geliyordu. İşte örnekler: Eyüp Üçşehitler Mahallesinde 120 bin metre karelik bir arsanın 1 milyon 957 bin 104 hissede 100 hissesi Ali Artar'a satılıyor. Ali Artar'a sadece 6 metrekarelik arsa düşüyordu. Ya Ahmet Çolak adlı yurttaşa düşen arsa: 0.27 metrekare. 1 metrekare bile değil. Zeliha Akdağ'ın ki ise bir harika: Tam 30 santimetrekare. Yağma-talan hızla ilerliyor. Yabancı uzman Piccinato'yu kalkan yapıp nazım planları değiştirenler ve niceleri... Öylesine dolaplar dönmüş ki... Devletin kısıtlayıcı kararlarına karşın TÜRKSAN Kâğıt Fabrikası, AKÇİMENTO Fabrikasına izin veriliyor. Bunlar yetmiyor, "Turistik tesistir," adı altında Bakırköy-Topkapı arasına bira fabrikası, Coca cola, Sinalco Cola, Pepsi Cola fabrikaları, PE-RE-JA Kolonya Fabrikası ve hatta Vakko Fabrikası kuruluyordu. Yalandan kimse ölmüyordu. D. Ceyhun yüzlerce örnek veriyor ve "kent sahipsizdi," diyordu. Ve şu karara varıyordu: "Şehirler kısa bir süre içinde, yaşanmaz hale gelecek." Haklı çıktı. Dışardan Haçlılar, içerden Yağmacılar... Ve Türkiye güçlü bir ülke ki, hâlâ tarihten silinmedi...
Haçlı emperyalizmi Arka kapağında şöyle tanıtılıyordu kitap: "Çağımızın gelişmemiş ülkelerinde, toplumların içsel dinamizmleri halk dini olguları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yani, zamanla devlet erkinin emrine girmiş olan dinler, giderek durgunlaşmışlar ve özlerindeki dinamizmi yitirmişlerdir. Bu nedenle de, halklar, durgunlaşan devlet dinlerinden kopmuşlar ve kendi içsel dinamizmlerine uygun yeni bir din olgusuna varmışlardı... Arkadaşımız Demirtaş Ceyhun bu incelemesinde, toplumumuzun dini olan Müslümanlığın, yabancı kültür emperyalizmi ve Hıristiyanlığın baskısıyla nasıl devlet dini haline dönüştüğünü, oluşan yeni halk dini Müslümanlığın ise yanlış laisizm anlayışı ve politikalar yüzünden nasıl aşağılandığını araştırmaktadır." Birçok yerini işaretlemişim kitabın. Örneğin "1838 Ticaret Antlaşması" Ve arkasından Sultan 2. Mahmut'un 3 Kasım 1839'daki ünlü "Gülhane Hattı", arkasından "Tanzimat" hareketinin başlaması ve ters tepmesi... "Osmanlı İmparatorluğunun Mali Sömürgeleşmesi"nde de şöyle yazmış D. Ceyhun: "Osmanlı İmparatorluğunun ilk dış borçlanması Kırım Savaşı sırasında olmuştur. 1854 yılında İngiltere'den yüzde 6 faizle, 2.5 milyon Osmanlı altını borç alınmış, bir yıl sonra, 1855'te yine bir ikinci borçlanmayla 5.65 milyon Osmanlı altını temin edilmiştir. Ve böylece borçlanmalar birbirini takip etmiş, miktar hızla artmıştır." 2000'in Türkiyesinin ne farkı var? Yarı sömürgeleşmenin hızla ilerlediği günler. Yabancılar toprak almak istemektedirler. Bizim Osmanlı'lar direnirler. Ama bu direnme 10 yıl sürer, sonunda yabancılar hem kent içinde, hem de kırsal bölgelerde toprak alma hakkına sahip olurlar. Hay Allah, yine günümüz Türkiye'si... Türkiye 2000, pardon Osmanlı 1880 devam ediyor. Deutsche Bank bir şirket kurar, pamuk tarımına el atar. Yabancı sermaye bununla da yetinmez, tütünü de eline geçirir. 40 yıl onların elinde kalır tütüncülüğümüz. Demiryolları, onların çevresindeki tarım alanları derken, 1891'de "Osmanlı Ereğli Kömür Şirketi"ne el koyarlar. Bu arada doğal olarak kültürel sömürgeleşme de başlar, Her yerde pıtrak gibi çıkar okullar. Notre Dame'lar, Saint Joseph'ler, Cizvit Erkek Kolejleri ve diğer yüzlercesi... Sonuç: Osmanlı'nın ruhuna el fatiha ve yaşasın Haçlı Emperyalizmi....
Yağma edilen Türkiye "Haçlı Emperyalizm"de dış düşmanlar, "Yağma edilen Türkiye"de de iç düşmanlar. Arka kapakta yine şöyle tanıtılıyor kitap: Bu kitap, Sosyalizm üzerine, özellikle 'Türkiye Sosyalizmi' kavramı üzerine teorik tartışmaların iyice alevlendiği şu günlerde, konuya değişik bir açıdan yaklaşmaya çalışmaktadır. İlk bakışta yadırganacak olan bu yaklaşım biçimi, inanıyoruz ki, tartışmalara ışık tutacak niteliktedir... Yazar, kitabında iki ana sorunun yanıtını aramaktadır: Birinci soru: Klasik gelişme biçimi modellerine uygun olarak bugüne kadar yapılmış olan tatbikatlar, Az gelişmiş ülkelerde nedense bir türlü başarıya ulaşamamıştır. Acaba niçin?... İkinci soru ise: Acaba niçin coğrafik mekân bütün az gelişmiş ülkelerde en önemli, hatta tek yağma kaynağı olmaktadır? Herhangi bir üretim faaliyetiyle ilişkisi olmayan bu yağma, dinamizmini nereden kazanmaktadır? Bu coğrafik mekânın, toplum sırasında ortaya atılan varsayımların, düşünce hayatımızda büyük tartışmalara neden olacağına inanıyoruz. Eminiz ki, az gelişmiş ülkelerin sosyalizme geçişleri, bu tür tartışmaların oluşturacağı bilgi birikimleriyle gerçekleşebilecektir." Kitabın ilk bölümü, "Az gelişmiş ülke kalkınmasının geçiş dönemleri için bir teori araştırması" başlığını taşıyor. Kitabın yarıdan fazlasını kaplıyor. İkinci bölüm ise, belgeleriyle "Gelişmiş yağmacılık"ın temellerinin nasıl atıldığını yüzlerce örnekle gösteriyor. D. Ceyhun mimar olduğu ve o sırada da Mimarlar Odası'nda önemli bir mevkide bulunduğu için Türkiye'nin, özellikle kentlerde nasıl yağmalandığı üzerine söyledikleri konusunda bir yanlışlığa düştüğünü kimse söyleyemez. Demirel düzeninin yaptıkları üzerine öylesine somut örnekleri ve delilleri var ki... Kentler o sırada hızla parselleniyordu. Ve tabii yozlaşma, kokuşma da birlikte geliyordu. İşte örnekler: Eyüp Üçşehitler Mahallesinde 120 bin metre karelik bir arsanın 1 milyon 957 bin 104 hissede 100 hissesi Ali Artar'a satılıyor. Ali Artar'a sadece 6 metrekarelik arsa düşüyordu. Ya Ahmet Çolak adlı yurttaşa düşen arsa: 0.27 metrekare. 1 metrekare bile değil. Zeliha Akdağ'ın ki ise bir harika: Tam 30 santimetrekare. Yağma-talan hızla ilerliyor. Yabancı uzman Piccinato'yu kalkan yapıp nazım planları değiştirenler ve niceleri... Öylesine dolaplar dönmüş ki... Devletin kısıtlayıcı kararlarına karşın TÜRKSAN Kâğıt Fabrikası, AKÇİMENTO Fabrikasına izin veriliyor. Bunlar yetmiyor, "Turistik tesistir," adı altında Bakırköy-Topkapı arasına bira fabrikası, Coca cola, Sinalco Cola, Pepsi Cola fabrikaları, PE-RE-JA Kolonya Fabrikası ve hatta Vakko Fabrikası kuruluyordu. Yalandan kimse ölmüyordu. D. Ceyhun yüzlerce örnek veriyor ve "kent sahipsizdi," diyordu. Ve şu karara varıyordu: "Şehirler kısa bir süre içinde, yaşanmaz hale gelecek." Haklı çıktı. Dışardan Haçlılar, içerden Yağmacılar... Ve Türkiye güçlü bir ülke ki, hâlâ tarihten silinmedi...
Evrensel'i Takip Et