5 Şubat 2005 23:00
ÖZBELDE'de bekleyiş sürüyor
GÜNÜN YAZILARI
Gaziantep'te yaklaşık 20 gün önce işten atılan Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı ÖZBELDE işçilerinin işe geri dönme mücadelesi devam ediyor.
Örgütlü oldukları, DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası'ndan istifa etmedikleri için işten atılan işçilerin eylemi ve sendika yöneticilerinin çabasına karşın, belediye ve şirket yönetimi çözüme yanaşmıyor. Sendikanın işçiler adına açtığı işe iade davasının ilk duruşması ise 18 Şubat'ta.
Belediye Başkanı söz vermişti Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey'in kendilerine işçilerin işine devam edecekleri yönünde söz verdiğini hatırlatan Genel-İş Gaziantep 1 No'lu Şube Başkanı Osman Kaplan, "Ancak 17 Ocak'taki sözleşme görüşmesine gittiğimizde 164 işçinin işten atıldığını öğrendik. Aynı gün belediye önünde eylem yaptık. Belediye başkanı işten atmanın söz konusu olmadığını söyledi. Basının önünde bunu söyleyen başkan basın gittikten sonra sendikadan istifa eden işçilerin işbaşı yapabileceğini söyledi. Fakat işçiler istifa etmedi" dedi.
'Tehdit ediyorlar' İşten atıldıktan sonra açlık grevine başlayan işçiler 9 gün sonra Emek Platformu'nun (EP) kararıyla açlık grevine son verdi. Aynı gün EP'in desteğiyle 1000'den fazla kişinin katıldığı bir yürüyüş gerçekleştiren işçiler, 28 Ocak'ta da eşleri ve çocukları ile birlikte belediye binasının içinde oturma eylemi yaptılar. Birkaç gün içinde EP'ye toplantı çağrısı yapacaklarını ve buradan bir ortak eylem programı çıkarmayı amaçladıklarını söyleyen Kaplan, "Olayı kamuoyuna mal etmek için çalışmalarımız devam ediyor. Ama belediye başkanı basın karşısında olayı inkâr ediyor. Canlı yayında ÖZBELDE'de belediyenin işveren olmadığını söylüyor. Ama yine aynı programda işçiler sendikadan istifa edip işbaşı yapmazlarsa onları işten atmak ve yerlerine yeni işçi almakla tehdit ediyor" diye konuştu.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


TÜRKİYE'DE EĞİTİM Dünü, bugünü, geleceği -2-
68'den bir telgraf: 'Okul yok, para yok' HAZIRLAYANLAR: Özgül Yıldızer, Mehmet Özer "Bozuk eğitim işlerimize bir çıkar yol bulmak için toplandığınızı öğrendik. Bu konuda hepimiz çok dertliyiz. Çocuklarımızı yeterince okutamıyoruz. Okul yok, para yok. Okula gidenlerin çoğu sınıfta kalıyor. Teksas, Tommiks gibi kitaplar çocuklarımızı mahvediyor. Kendimize, fakirlere uygun yollar bulmanızı dileriz. Kararlarınızı merakla bekliyoruz." Biga'dan 20 velinin, 4-8 Eylül 1968 tarihleri arasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) tarafından Ankara'da toplanan Devrimci Eğitim Şûrası'na (DEŞ) gönderdikleri telgrafta yer alan bu satırlar, dönemin eğitim sisteminin barındırdığı sorunları ve halkın eğitim emekçilerinden beklentilerini ortaya koyuyor. Nüfusun yüzde 60'ının okur-yazar olmadığı, altı ve daha yukarı yaşlardaki kadın nüfusunun yüzde 70'den fazlasının alfabeyi bile bilmediği bir dönemde toplanan DEŞ'ten bugüne eğitim sorunlarında ancak bir arpa boyu yol alabildiğimiz görülüyor. 1968 yılında nüfusun yüzde 40'ını oluşturan okur-yazarların yaklaşık olarak yüzde 60'ı ilkokul mezunuyken, yüksek öğrenim yapmış olanların oranı yüzde 2'nin altında kalıyor, okur-yazarların üçte biri ise hiç okula gitmemişlerden oluşuyordu. Köy okullarında görülen öğretmen açıkları meslek dışından gelen 20 binden fazla memurla doldurulmuş ancak bu durum, eğitimin kalitesini düşürmüştü. 'EĞİTİM HAKKIMIZ YOK!' Öğrenci Örgütleri Dayanışma Kurulu ve Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği tarafından DEŞ'e sunulan tebliğde, Türkiye'de herkesin eğitim hakkına sahip olmadığı belirtiliyor ve nedenleri şöyle sıralanıyor;Bin çocuktan 400'ü 12 yaşına gelmeden ölüyor,
Nüfusun yüzde 60'ı okuma-yazma bilmiyor,
13 bin köyde okul bulunmuyor,
Okula gidemeyen çocuk sayısı 2 milyon 500 binin üzerinde.
Tebliğde, Türkiye'de eğitimin belli ekonomik düzeydeki kişilere tanınmış bir hak olduğu ve eğitim kurumlarının gerçekte bu kişilerin hizmetine sunulduğu belirtiliyor.
EĞİTİMDE AMERİKAN PARMAĞI
DEŞ sonuç raporunda ifade edilen sorunlara ve dikkat çekilen gelişmelere bakıldığında, eğitim sistemine hakim olan anlayışın temelde çok büyük bir farklılık göstermediği görülüyor. Aksine, bugün eğitim sisteminin içinde bulunduğu durumun, uzun yıllardır uygulanan ekonomik ve toplumsal programların sonucu olduğu kanıtlanıyor.
"Eğitim sistemi, eğitimdeki değişmelerimizin temel referans kaynağı olmaktadır" ve "okul-aile birlikleri amaçlarından uzaklaştırılmış, okullara araç-gereç sağlayan kurumlar haline dönüştürülmüştür" gibi cümleler, AKP Hükümeti'nin eğitim politikalarını değil 1968'de uygulanan politikaları ele alan DEŞ raporuna ait. Ancak, 2005 yılından itibaren uygulanmak istenen yeni ilköğretim müfredatını ve okul-aile birliklerinin para toplamasını yasallaştırma çabalarını düşündüğümüzde, 1968'den günümüze kadar iktidara gelen hükümetlerin benzer programları uygulamaya çalıştıkları ortaya çıkıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırlığı içinde bulunduğu programlar, genel olarak "millî birlik ve bütünlük" ilkesi sağlamlığını koruyor. Programların önemli referans noktalarından birini AB normları, eğitim yaklaşımı ve hedefleri oluşturuyor.
Öğrencinin ekonomik hayat ile iç içe olmasını isteyen programlar, öğrencinin çalışma hayatına "girişimci bir ruhla" ayak uydurmasını amaç ediniyor. Programın uygulanmasında okul yöneticilerinden farklı olarak "Okulun internette web sayfasının hazırlanması ve programın uygulanmasında aktif olarak yararlanılmasını sağlamak", öğretmenlerden ise "İnternet üzerinden ödevler göndermek, ödevlerin hazırlanma aşamasında ve teslim sürecinde yol gösterici olmak", "velilere okuyabilecekleri kitaplar önermek ve geri bildirim almak için çeşitli ortamlar oluşturmak" gibi görevler bekleniyor. Programın temel ilkeleri içinde okul ile ailenin işbirliği de yer alıyor.
Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖBDER) tarafından 1978 yılında düzenlenen Demokratik Eğitim Kurultayı'nda (DEK) ise Türkiye'nin eğitim sisteminde Amerika'nın etkisi açıkça ortaya koyuluyor. Kurultay raporunda, amaçlarından saptırılmalarına rağmen köy enstitülerinin yasal olarak devam ettiği 1951 yılında Türkiye'ye çağrılan Amerikalı eğitim profesörünün önerileri şöyle sıralanıyor;
Üç tane daha köy enstitüsü açınız,
Köy enstitülerinin yatakhanelerini Amerikan kolejlerine benzetiniz,
Erkek köy enstitülerinde ev idaresi öğretmenleri komutasında hizmetli kadınlar çalıştırınız,
Aday olma yöntemlerini değiştiriniz,
Köy enstitüsü ve öğretmen okulları programları tamamen değiştirilmelidir.
"MİLLİ" EĞİTİMİN HEDEFLERİ
"Anarşik olayların odak noktalarının daha çok yükseköğretim kurumları olduğunu, lider ve militanların yükseköğretim gençlerinin arasından çıktığını ve bazı gençlerin içten ve dıştan gelen olumsuz etkilere kendilerini kaptırdıklarını" savunan Ferit Melen Hükümeti (22 Mayıs 1972-15 Nisan 1973) zamanında, söz konusu sorunların çözümü için Milli Eğitim Stratejisiyle ilgili bir kararname çıkarıldı.
Kararnamede, "Bütün Türk gençlerine eğitimin her kademesinde Atatürkçülük ülküsü, Türk milliyetçiliğinin temel ilkeleri, Türk devletinin ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bir bütün olduğunun tam olarak benimsetilmesi ve milli birlik ve beraberliği sarsacak aşırı ve sapık ideolojilere kapılmamalarını sağlayacak ve sapanlar olursa onları doğru yola çevirecek bir ruh ve irade gücünün kazandırılması milli eğitimimizin temel görevi olmalıdır" deniliyordu. Bu kararnamede ifade edilen görüşler, 2005 Türkiyesi'nde de geçerliliğini koruyor.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından hazırlanan yeni ilköğretim müfredat programında, hazırlanan programın temel hedeflerinden biri, "Türk toplumunun millî, aynı zamanda manevî ve ahlakî değerleri arasında bulunan; barışseverlik, fedakârlık, hayırseverlik, misafirperverlik, merhamet, haysiyetine ve özgürlüğüne düşkünlük, vatanseverlik, kahramanlık gibi değerler ve sosyal duyarlılığının gelişmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak" olarak dile getiriliyor.
AÇIKLAR KAPANMIYOR
1970'lerden itibaren ortaya çıkmaya başlayan öğretmen açığı ise günümüze kadar kapatılamamış, aksine açık gittikçe büyümüş durumda. Türkiye'deki okur yazar oranının yüzde 50'yi geçmeye başladığı 1970'de 40-50 binlerle ifade edilmeye başlanan öğretmen açığı bugün 100 bini geçmiş bulunuyor.
1971 yılına ait verilere göre, Türkiye'de 5 bine yakın köyde okul bulunmazken 2004 yılında 18 bine yakın okulda birleştirilmiş sınıflarda ders yapılıyor.
Eğitim sistemindeki açıkların kapatılmasında en önemli kriter olan, bütçeden MEB'e ayrılan paya baktığımızda, açıkları kapatacak bir politikanın uygulanmadığı göze çarpıyor. 1950'de genel devlet bütçesinden MEB bütçesine yüzde 11.8, 1960'da 13.4 ve 1973'te 14.6'lık pay ayrılırken bu oranın 2005 yılında yüzde 9.57 olarak açıklanması, kamudan eğitime ayrılan payın nüfustaki artışın tersine bir grafik gösterdiğini ortaya koyuyor.
'Eğitim hakkı' yargılanmıştı 1978'de yapılan Demokratik Eğitim Kurultayı sonrasında bildiri sunanlara, komisyonlarda çalışanlara ve TÖB-DER'lilere dava açıldı. Eğitimci Feyzullah Ertuğrul, TÖB-DER yönetiminde sorumluluğu olmadığı için yalnızca sunduğu bir bildiriden dolayı yargılandı. "Eğitim hakkı ve bu hakkın Türkiye'de kullanım boyutları" başlıklı bilimsel sunumunda, emekçi çocuklarının bu hakkı kullanamadıklarını verilerle ortaya koyan Ertuğrul, "komünizm propagandası yapmak" suçundan yargılandı. 4 buçuk ay cezaevinde tutulan Ertuğrul beraat etti. Ertuğrul, 1978'den bugüne eğitimde değişen tek şeyin mekanizmalar olduğunu belirtti. Kapitalizmin sömürü mekanizmasının her zaman aynı şekilde işlediğini, bu anlamda bir şeyin değişmediğini ifade eden Ertuğrul, sömürünün mekanizmalarının değiştiğini, yeni mekanizmaların ürettiği kalite çemberi ve esnek çalışma gibi yeni kavramları ortaya çıkardığını dile getirdi. Dershaneler, özel okullara ağırlık verilmesi, eğitimin ve bilimin ticarileştirilmesi gibi yeni sömürü biçimleri ortaya çıktığını söyleyen Ertuğrul, bu biçimlerin iyi özümlenmesi ve kapitalist sömürünün bu biçimlerine karşı akıllıca savaşım verilmesi gerektiğini dile getirdi.
DEŞ'ten notlar DEŞ süresince dikkat çeken bazı ilginç notlar ise şöyle: Şûra üyelerinin çoğunluğu öğretmen olduğu halde kıyım üzerinde pek durulmuyor. Öğretmenlerin kıyıma alışmış, onu kabullenmiş bir halleri var. İnandıkları ülkü uğruna kıyılmayı, sürülmeyi çoktan göze alan öğretmenler yalnız küçük bir dövizle şunu sormuşlar: "Hepinizi biz yetiştirdik, niçin kıyım?"
Bazı üyeler ilk gün, bantları bitene kadar konuşmaları teybe aldılar. Sonra bantsızlıktan teypler kalktı. Ama ortada bir teyp vardı gene de. Onun bandı bitip tükenmek bilmiyordu: Polisin teybi! Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyordu. Şûra sonuna kadar da çalışacaktı. Olacakları şimdiden kestirebiliriz. Bakalım sonunda hangi konuşmacı ve yöneticileri savcılığa çağıracaklar?
Şûra'yı sanatçılar, senatörler, profesörler, mimarlar, işçi ve gençlik kuruluşları temsilcileri izliyorlar. Üyelerin birazı da bunlardan. Bu arada en ilgi çekici üye, Malatya Okul Hademeleri Sendikası Başkanı Ahmet Benli. O da şûrayı izliyor. "Çünkü, diyor, öğrenci okulda önce hademeyle, sonra öğretmenle karşılaşır. Hademe uyanmazsa çocuk da uyanmaz..."
Şûranın ikinci günü, Oturum Başkanı Cemal Başbay, bir tartışmayı yönetiyordu. Bildiri üzerinde konuşacaklardan bir öğretmen üye, daha sonra konuşacağını söyleyerek, adını sildirmek istedi. Başbay, bir an kendini sınıfta sanmış olacak ki, "Numaran kaç?" diye sordu. Arkasından da hatasını anlayıp, "Pardon, adınız nedir?" diye düzeltti hemen...
YARIN: Kamuda 'reform' eğitime nasıl yansıyacak?
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Belediye Başkanı söz vermişti Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey'in kendilerine işçilerin işine devam edecekleri yönünde söz verdiğini hatırlatan Genel-İş Gaziantep 1 No'lu Şube Başkanı Osman Kaplan, "Ancak 17 Ocak'taki sözleşme görüşmesine gittiğimizde 164 işçinin işten atıldığını öğrendik. Aynı gün belediye önünde eylem yaptık. Belediye başkanı işten atmanın söz konusu olmadığını söyledi. Basının önünde bunu söyleyen başkan basın gittikten sonra sendikadan istifa eden işçilerin işbaşı yapabileceğini söyledi. Fakat işçiler istifa etmedi" dedi.
'Tehdit ediyorlar' İşten atıldıktan sonra açlık grevine başlayan işçiler 9 gün sonra Emek Platformu'nun (EP) kararıyla açlık grevine son verdi. Aynı gün EP'in desteğiyle 1000'den fazla kişinin katıldığı bir yürüyüş gerçekleştiren işçiler, 28 Ocak'ta da eşleri ve çocukları ile birlikte belediye binasının içinde oturma eylemi yaptılar. Birkaç gün içinde EP'ye toplantı çağrısı yapacaklarını ve buradan bir ortak eylem programı çıkarmayı amaçladıklarını söyleyen Kaplan, "Olayı kamuoyuna mal etmek için çalışmalarımız devam ediyor. Ama belediye başkanı basın karşısında olayı inkâr ediyor. Canlı yayında ÖZBELDE'de belediyenin işveren olmadığını söylüyor. Ama yine aynı programda işçiler sendikadan istifa edip işbaşı yapmazlarsa onları işten atmak ve yerlerine yeni işçi almakla tehdit ediyor" diye konuştu.
src=/resim/b1.gif width=5>



TÜRKİYE'DE EĞİTİM Dünü, bugünü, geleceği -2-
68'den bir telgraf: 'Okul yok, para yok' HAZIRLAYANLAR: Özgül Yıldızer, Mehmet Özer "Bozuk eğitim işlerimize bir çıkar yol bulmak için toplandığınızı öğrendik. Bu konuda hepimiz çok dertliyiz. Çocuklarımızı yeterince okutamıyoruz. Okul yok, para yok. Okula gidenlerin çoğu sınıfta kalıyor. Teksas, Tommiks gibi kitaplar çocuklarımızı mahvediyor. Kendimize, fakirlere uygun yollar bulmanızı dileriz. Kararlarınızı merakla bekliyoruz." Biga'dan 20 velinin, 4-8 Eylül 1968 tarihleri arasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) tarafından Ankara'da toplanan Devrimci Eğitim Şûrası'na (DEŞ) gönderdikleri telgrafta yer alan bu satırlar, dönemin eğitim sisteminin barındırdığı sorunları ve halkın eğitim emekçilerinden beklentilerini ortaya koyuyor. Nüfusun yüzde 60'ının okur-yazar olmadığı, altı ve daha yukarı yaşlardaki kadın nüfusunun yüzde 70'den fazlasının alfabeyi bile bilmediği bir dönemde toplanan DEŞ'ten bugüne eğitim sorunlarında ancak bir arpa boyu yol alabildiğimiz görülüyor. 1968 yılında nüfusun yüzde 40'ını oluşturan okur-yazarların yaklaşık olarak yüzde 60'ı ilkokul mezunuyken, yüksek öğrenim yapmış olanların oranı yüzde 2'nin altında kalıyor, okur-yazarların üçte biri ise hiç okula gitmemişlerden oluşuyordu. Köy okullarında görülen öğretmen açıkları meslek dışından gelen 20 binden fazla memurla doldurulmuş ancak bu durum, eğitimin kalitesini düşürmüştü. 'EĞİTİM HAKKIMIZ YOK!' Öğrenci Örgütleri Dayanışma Kurulu ve Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği tarafından DEŞ'e sunulan tebliğde, Türkiye'de herkesin eğitim hakkına sahip olmadığı belirtiliyor ve nedenleri şöyle sıralanıyor;
'Eğitim hakkı' yargılanmıştı 1978'de yapılan Demokratik Eğitim Kurultayı sonrasında bildiri sunanlara, komisyonlarda çalışanlara ve TÖB-DER'lilere dava açıldı. Eğitimci Feyzullah Ertuğrul, TÖB-DER yönetiminde sorumluluğu olmadığı için yalnızca sunduğu bir bildiriden dolayı yargılandı. "Eğitim hakkı ve bu hakkın Türkiye'de kullanım boyutları" başlıklı bilimsel sunumunda, emekçi çocuklarının bu hakkı kullanamadıklarını verilerle ortaya koyan Ertuğrul, "komünizm propagandası yapmak" suçundan yargılandı. 4 buçuk ay cezaevinde tutulan Ertuğrul beraat etti. Ertuğrul, 1978'den bugüne eğitimde değişen tek şeyin mekanizmalar olduğunu belirtti. Kapitalizmin sömürü mekanizmasının her zaman aynı şekilde işlediğini, bu anlamda bir şeyin değişmediğini ifade eden Ertuğrul, sömürünün mekanizmalarının değiştiğini, yeni mekanizmaların ürettiği kalite çemberi ve esnek çalışma gibi yeni kavramları ortaya çıkardığını dile getirdi. Dershaneler, özel okullara ağırlık verilmesi, eğitimin ve bilimin ticarileştirilmesi gibi yeni sömürü biçimleri ortaya çıktığını söyleyen Ertuğrul, bu biçimlerin iyi özümlenmesi ve kapitalist sömürünün bu biçimlerine karşı akıllıca savaşım verilmesi gerektiğini dile getirdi.
DEŞ'ten notlar DEŞ süresince dikkat çeken bazı ilginç notlar ise şöyle:



|
Evrensel'i Takip Et