4 Şubat 2005 23:00

Öğrenciler tahliye edildi

İstanbul Üniversitesi'nde (İ.Ü.) ülkücülerin saldırısı sonucunda yaşanan olaylar gerekçe gösterilerek tutuklanan 7 öğrenci, dün, 500 YTL kefaletle serbest bırakıldı. İstanbul 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşma, basına kapalı yapılırken, tutuksuz yargılanan öğrencilerden bir bölümünün de duruşma salonuna alınmaması dikkat çekti. Tutuklu öğrencilerin aileleri ve İ.Ü öğrencileri sabah saatlerinden itibaren Sultanahmet Adliyesi önünde toplanarak, "Tutuklananlar serbest bırakılsın", "Tutuklamalar, soruşturmalar, baskılar bizi yıldıramaz" sloganlarını attılar. Adliye önünde basına açıklama yapan Gizem Aktaş adlı öğrenci, tutuklamalarla üniversitede özgür düşünme, örgütlenme ve eğitim hakkına saldırıldığını dile getirdi. Aktaş, arkadaşlarının üniversitelerini sahiplendikleri için tutuklandıklarını söyleyerek, serbest bırakılmalarını istedi. Geniş güvenlik önlemleri altına basın açıklaması yapan öğrencilerin adliyeye girmelerine izin verilmedi. Polis, duruşmada tutuksuz olarak yargılanan öğrencilerin isimlerini okuyarak tek tek adliye içine alırken çevik kuvvet polisi adliye içinde konumlandı. Ülkücüler ise ise gruplar halinde adliye içinde bekletildi. Tutuklu öğrencilerin ailelerinin bir kısmıda salon dar olduğu için duruşma salonuna giremediler. Kilitli kapılar arkasında... İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Hakim Atilla Hekimoğlu başkanlığında görülen duruşmanın basın mensupları tarafından izlenmesi de Hekimoğlu tarafından engellendi. Kilitli kapılar arkasında görülen duruşmada bazı tutuksuz yargılanan öğrenciler de Hekimoğlu tarafından salona alınmadıkları için ifade veremediler. Öğrencilerin avukatlarından alınan bilgiye göre duruşmaya katılan öğrencilerin önce kimlik bilgileri alındı. Öğrenciler daha sonra üniversitede çıkan olaylarla igili ifade verdiler. Görülen duruşma sonunda mahkeme tutuklu sanıkların 500 YTL kefalet ödenmesi koşulu ile serbest bırakılmaları ve tutuksuz yargılanmalarına karar verirken, duruşmayı 13 Mayıs 2005 tarihine erteledi.

Ailelerden destek Duruşmayı izlemek üzere adliyeye gelen aileler de öğrencilere destek verdi. Gazetemize konuşan tutuklu öğrenci Eren Sarıtaş'ın amcası Hasan Sarıtaş, "Asıl yargılanması gerekenler değil, namuslu yavrularımız yargılanıyor" dedi. Kemal Okur'un annesi Makbule Okur da, "Benim oğlum cinayet işlemedi, soygun yapmadı. Bunun için yanındayım ve onu destekliyorum" şeklinde konuştu. Okur, oğlunun suçsuz olduğunu yargılamanında bir hata olduğunu ifade etti. Nazım Soylu'nun babası Mehmet Soylu ise "Üniversitede hakkını arayanları yargılıyorlar" diyerek davaya tepki gösterdi. Duruşmada, 7'si tutuklu 61 öğrenci ve 1 tutuklu ülkücü yargılanıyor.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


TÜRKİYE'DE EĞİTİM Dünü, bugünü, geleceği -1-
Eğitim hakkı kâğıt üzerinde kaldı HAZIRLAYANLAR: Özgül Yıldızer, Mehmet Özer

SUNU Toplumun "muasır medeniyetler seviyesi"ne çıkarılması, "Millî" değerlerin yaşatılması, "Bilgi Çağı"nın yakalanması gibi amaçlar çerçevesinde tanımlanan "eğitim" kavramı, Türkiye'nin en eski ve bitmez-tükenmez tartışmaları arasında yerini hiç yitirmedi. Bir reklamcının ürettiği ve 7'den 70'e herkesin diline dolanan "Eğitim şart" cümlesi ile eğitim tartışmaları "Güleriz ağlanacak halimize" dedirtecek düzeye ulaştı. Toplumsal üretimi gerçekleştirecek işgücünün yaratılması, egemen ideolojinin sürekliliğinin sağlanması amacıyla ortaya çıkan eğitim, temel sorunların çözümü olarak gösterilirken, başlı başına kendisi bir sorun olageldi. Türkiye eğitim sistemi, okulsuz, dersliksiz, öğretmensiz köyler, yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışan öğretmenler ve eğitim hakkından yararlanamayan binlerce çocuk ile yeni bir eğitim dönemine daha "Merhaba" demeye hazırlanıyor. AKP Hükümeti'nin giriştiği "reform" adımları ile birlikte yeniden tartışılmaya başlanan eğitim sisteminde, "nasıl bir reform" sorusunun yanıtını vermenin ilk adımını atmak için sistemin genel bir tablosunu görmek gerekiyor. Üç gün sürecek dosya kapsamında, yakın geçmişten bugüne Türkiye eğitim sisteminin durumunu sayısal verilerle ortaya koyacağız. AKP Hükümeti'nin, Avrupa Birliği ve IMF standartlarını yakalamak uğruna(!) "gecesini gündüzüne katarak" çıkardığı Kamu Yönetimi Temel Kanunu gibi yasalar ve eğitimde müfredatın değiştirilmesi girişimlerinin, eğitim sistemine, dolayısıyla Türkiye'nin geleceğine etkilerini de dosya kapsamında incelemeye çalışacağız. Türkiye'nin geleceğine etkilerini de dosya kapsamında incelemeye çalışacağız.


Bir eğitim döneminin daha başlayacak olması, eğitim sistemini ve sorunlarını tartışmaya açacak. Eğitim sorununu çözme iddiasıyla ortaya çıkan onlarca hükümete karşın yapılan değişiklikler, eğitimcilerin bile takip etmekte zorlandığı bir sistem karmaşasının ortaya çıkmasına neden oldu. Bütçeden eğitime ayrılan payın, artan nüfusla orantılı olmaması ve eğitimin devletin sırtında bir yük olarak görülmesi, en temel insan haklarından biri olan eğitim hakkını kullanılamaz hale getirdi. Türkiye'de hâlâ 17 bin 636 okulda birleştirilmiş sınıflarda eğitim verilirken, ortalama 50-60 kişilik sınıflarda ders yapılıyor. İlk ve ortaöğretimde yüz bine yakın dersliğe ve 110 bin öğretmene ihtiyaç varken 2005 bütçesinden üretime yönelik mal ve hizmet alımları için pay ayrılmaması, eğitimin özel sektöre devrinin önünü açıyor. Eğitimin temel ölçütlerinden biri olan okuma yazma oranına bakmak bile, Türkiye eğitim sisteminin ulaşabildiği noktayı görmek açısından çarpıcı bir önem taşıyor. Nüfusun yüzde 12.7'sinin okuma-yazma bilmediği Türkiye'de nüfusun yüzde 37 gibi önemli bir kısmı ise yalnızca ilkokul mezunu. Köyde yaşayanlar dördüncü sınıfa, şehirde yaşanlar ise altıncı sınıfa kadar okuyor. Okuma-yazmada yaşanan sorunlara bölgeler ve cinsiyetler arasındaki eşitsizlikler eklenince eğitim sisteminin dışına itilmiş büyük bir kitle ortaya çıkıyor. Türkiye'nin doğusuyla batısı ya da şehirleriyle köyleri arasında eğitim hakkından yararlanmada yaşanan dengesizlik kız ve erkek çocuklar arasında da kendini gösteriyor. Bölgeler arasında var olan bu dengesizliğin yanı sıra, aynı bölgede bulunan köylerle şehirler arasında da eğitim hakkından yararlanma konusunda ciddi bir dengesizlik bulunuyor. Örneğin, Marmara Bölgesi'ndeki köylerde yaşayan her 100 kişiden 11'i okuma-yazma bilmezken, bu oran Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde yüzde 35'e çıkıyor. Nüfusun sadece yüzde 2.5'inin yükseköğretim mezunu olduğu Güney Doğu Anadolu Bölgesi'ni, yüzde 3.8 ile Karadeniz ve 6.6 ile Marmara Bölgesi takip ediyor.

700 BİN ÇOCUK OKULA GİDEMİYOR Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) 2004-2005 öğretim yılı verilerine göre ilköğretimde, açık ilköğretim dahil, 10 milyondan fazla öğrenci ve 399 bin öğretmen bulunuyor. Okulların ve öğrencilerin yüzde 98'i kamuda, yüzde 2'si özel okullarda bulunurken öğretmenlerin yüzde 96'sı kamuda, yüzde 4'ü özel okullarda görev yapıyor. Anayasa'da zorunlu olduğu belirtilen ilköğretimden, yüzde 70'i kız olmak üzere, 700 binden fazla çocuğun yararlanamaması ise eğitim hakkının kağıt üzerinde kaldığını ortaya koyuyor. Lise ve dengi meslek liselerinden oluşan ortaöğretim sisteminde, eğitim süreleri, adları ve programları birbirinden farklı 70'den fazla okul türü bulunuyor. Bu okullarda verilen eğitimin niteliği, amacı ve mezun olan öğrencilerin yükseköğretime devam etme oranı ise büyük farklılıklara sahip. Her dört erkek öğrenciden birinin ortaöğretime devam etmediği Türkiye'de bu oran kızlarda yarıya yakın durumda. Ortaöğretimde okullaşma oranı yüzde 40'larda kalan Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde kız öğrencilerin yüzde 70'inden fazlası ortaöğretime devam edemiyor. Türkiye'de, sadece ilköğretim ve ortaöğretimde 30'ar öğrencili, tam gün ve normal eğitim yapılabilmesi için 3 bin 200 okula, 96 bin dersliğe ve 110 bin öğretmene ihtiyaç duyuluyor. Var olan derslik açığının giderilmesi için 10 katrilyon 263 milyar TL'ye ihtiyaç olduğu ancak 2005 yılı için Milli Eğitim Bakanlığı'na bütçeden toplam 14.8 katrilyon ayrıldığı düşünüldüğünde ise eğitim sistemindeki açıkların daha da büyüyeceği görülüyor.

EĞİTİM 'KIT KANAAT' GEÇİNMEYE ÇALIŞIYOR Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar birer ırmağa benzetilirse, bu ırmakların beslendiği kaynağın aynı olduğu ve bu kaynağın da eğitime bütçeden ayrıl(ma)yan pay olduğu söylenebilir. 2004 yılında eğitim bütçesi 12.3 katrilyon lira iken, 2005'te sürekli olarak artan öğrenci sayısı, öğretmen, derslik ve eğitime destek personeli açığına rağmen ayrılması öngörülen rakam sadece 14.8 katrilyon lira. Miktar artıyor gibi görünse de, artan öğrenci sayısına paralel olarak hesaplandığında, durum devletin artık "kamusal eğitimi" gözden çıkardığını, eğitim sistemini kendi sorunlarıyla baş başa bıraktığını gösteriyor. 2005 yılı MEB Bütçesi'nin yüzde 65'i sadece personel giderleri için ayrıldı. Mal ve hizmet alımı giderleri ise yüzde 8.2 oranında, 1 katrilyon 300 trilyon 715 milyar lira olarak belirlendi. Bu miktar içinde, üretime yönelik mal ve hizmet alımları karşılığında sıfır (0) lira ayrıldı. EĞİTİMİN 'PAY'INA NE DÜŞTÜ? Eğitim harcamaları tüm sosyal harcama grubu içinde konsolide bütçede nispi ağırlığı en fazla olan kalemi oluşturuyor. Sosyal nitelikteki harcamaların yaklaşık yüzde 75-80'i eğitim harcamalarına ayrılıyor. Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) 1990-2002 arasında yaklaşık 750 kat, Konsolide Bütçe Harcamaları (KBH) dışındaki kalemlerde bu artışa yakın artışlar sergilenirken, KBH 1400 kattan fazla arttı. KBH'nin GSMH içindeki payı hızla artarken bu gelişme toplumsal alana yansımadı. 1990'ların ortasında yaşanan bir gerilemeye rağmen eğitim harcamalarının GSMH içindeki payı yaklaşık olarak korundu. Üniversite harcamaları daha istikrarlı bir görünüm sergilerken, 1990-2002 döneminde açılan yeni üniversite sayıları, bu alana ayrılan kaynakların yetersizliğini ortaya koyuyor. KBH, bu 12 yıllık dönem içinde ciddi biçimde artarken eğitim harcamalarının KBH içindeki payları 1990-2002 döneminde yarı yarıya azaldı. Son 10 yılda öğrenci nüfusu yarı yarıya artmış olmasına karşın, bütçeden eğitime ayrılan pay, bu artışın beşte birini karşılayacak düzeyde bile artırılmadı.




Perşembenin gelişi Türkiye'de eğitim sistemi yapısının temeline bir dinamit de, Türkiye'de öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarının hali koyuyor. Türkiye'de eğitim fakültelerinden öğretmen yetiştirme fikrinin YÖK süreci ile eş zamanlı başlaması da bu durumun ipucunu veriyor. ÖSYM'nin, YÖK'ün ve MEB'in kayıtlarından alınan verilere göre, öğretmen yetiştiren 78 eğitim fakültesinde akademik personel sorunu yaşanıyor. Batıdan doğuya gidildikçe öğretim elemanlarına düşen öğrenci sayısında artış gözlenirken, kimi eğitim fakültelerinde bin öğrenciye bir profesör ya da doçent düşüyor. 41 eğitim fakültesinde kadın profesör ve doçent bulunmuyor. 4 eğitim fakültesinde ise hiç kadın öğretim elemanı bulunmuyor. Öğretim elemanı eksikliği, eğitim fakültelerinin en temel sorunu. Birkaç örnek vermek gerekirse, 30 eğitim fakültesinde doçent, 19 eğitim fakültesinde profesör, 14 eğitim fakültesinde profesör ve doçent bulunmuyor. Her yıl 37 bin 41 öğretmen adayının mezun olduğu Türkiye'de, kamuda istihdam edilen öğretmen sayılarında ise çok büyük daralma yaşanıyor. 2000-2001 eğitim öğretim yılında 37 bin öğretmen atanırken, bu sayı 2004 yılında 18 bine geriledi. Öğretim elemanı yetersizliği nedeniyle nitelikli eğitim veremeyen eğitim fakültesi bolluğu, 12 bin işsiz sınıf öğretmeni yarattı. Yarın: 68'den bir telgraf: 'Okul yok, para yok', eğitimde Amerikan parmağı