24 Ocak 2005 23:00

Onlar 4 yıldır kayıp!

Çağırıldıkları Silopi Merkez Jandarma Karakolu'na gittikten sonra kendilerinden haber alınamayan HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ve ilçe yöneticisi Ebubekir Deniz'in kaybedilmelerinin üzerinden 4 yıl geçti. Tanış ve Deniz'in akıbetleri konusunda hiçbir bilgi edinilemezken, olaya adı karışan Şırnak İl Jandarma Komutanı Levent Ersöz ve diğer yetkililer hakkında herhangi bir işlem yapılmadı. Küçük Hêja ve Diyar, "Babamız nerede" diye sorarken, Tanış ve Deniz'in aileleri çocuklarının sağ veya ölü getirilmesini istiyor. Silopi Merkez Jandarma Karakolu yetkililerince 25 Ocak 2001 tarihinde karakola çağrılan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz, aradan geçen yıllara rağmen hâlâ bulunamadı. Kamuoyuna yansıdıktan sonra yargıya taşınan olay için mahkeme, bir süre sonra gizlilik kararı verdi. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan hazırlık tahkikatı, 22 Nisan 2003'te Diyarbakır DGM Savcılığı'na gönderildi. Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından dosya üzerinde yürütülen soruşturma sonucunda 10 Şubat'ta takipsizlik kararı çıktı.

Soruşturma başladığı yerde Verilen takipsizlik kararı üzerini ağabey Yakup Tanış, Malatya DGM'ye itirazda bulundu. Ancak Malatya DGM de yapılan itirazı reddetti. Böylece soruşturma dosyası başlangıç noktası olan yere yani Silopi'ye geri döndü. İki kayıp hakkında başlatılan soruşturma 5. yılına girmesine rağmen hâlâ devam ediyor. Ancak gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın boyutu konusunda net bir şey bilinmiyor. Ayrıca kimin hakkında soruşturma yürütülüyor, nasıl yürütülüyor konusunda da net bilgiler yok. Kayıp olayı yaşandıktan kısa bir süre sonra yani 9 Şubat 2001 tarihinde Tanış ve Deniz aileleri, avukatları aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu. AİHM, yaptığı incelemeler sonucu davaya kabul edilebilirlik kararı verdi. Halen mahkemede bekleyen davanın son aşamaya geldiği belirtiliyor.

Kapatılmak isteniyor Kayıp olayının yaşandığı günden bu yana ailelerin avukatlığını üstlenen Tahir Elçi, davanın gelişim sürecinin olayın kapatılmak istendiği görüntüsü verdiğini dile getirdi. 4 yıl geçmesine rağmen hâlâ bir ilerlemenin sağlanamaması ve soruşturma aşamasından çıkmamasının ilginç olduğunu kaydeden Elçi, şunları söyledi: "Bu kişiler legal siyasi bir partinin temsilcileriydi. Kaybedildikleri zaman olayın hiçbir gizli tarafı yoktu. Ancak yargı olayı öyle bir duruma getirdi ki sanki çok karışık bir durummuş gibi kamuoyuna yansıttı. Oysa ki failler belliydi ve yapılacak en küçük bir tahkikat sonucunda bu failler ortaya çıkarılabilirdi. Bu da gösteriyor ki dava unutturularak zamanaşımına uğratılmak isteniyor. Bu soruşturmada sanıklar kollandı. Gerçek failler gizlendi. Böylelikle soruşturma kapatılmak istendi."


ZİHNİYET DEĞİŞMEDİ DEHAP, HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ve İlçe Yöneticisi Ebubekir Deniz'in akıbeti konusunda 4 yıldır somut bir gelişme yaşanmadığına dikkat çekti. DEHAP'tan dün yapılan yazılı açıklamada, insan hakları ve demokrasi konusunda demokratikleşme ve şeffaflaşma iddialarına rağmen AKP Hükümeti'nin tutumunun da önceki hükümetlerden farklı olmadığı belirtildi. Tanış ve Deniz'in akıbeti hakkında, tanık ifadeleri, somut olgular ve kamuoyunun beklentilerine karşın bir gelişme yaşanmadığı ifade edilen açıklamada, hükümetlerin değişmesine rağmen zihniyette değişme olmadığı dile getirildi.


ACIMIZA ACI KATIYORLAR Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz'in ailesi, Serdar ve Ebubekir'siz geçen 5 yılı anlattılar. Serdar Tanış'ın eşi Selma Tanış, olayın failleri olarak herkesin üzerinde hemfikir olduğu Şırnak Alay Komutanı Albay Levent Ersöz ve Karakol Komutanı Yüzbaşı Süleyman Can olduğunu dile getirerek şöyle devam etti: "Olayın üzerinden 5 sene geçmesine rağmen bu kişiler hakkında hiçbir işlemin yapılmaması acımıza acı katmaktadır. Biz faillerin bir an önce ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Eğer eşim sağ ise bize teslim edilsin. Eğer öldürmüşlerse biz onun ölüsünü de istiyoruz." Babamız nerede? Hêja (8) ve Diyar (6) isminde 2 çocuğu olan Tanış, eşi kaybedildiği zaman çocuklarının küçük yaşta olduklarını belirterek, "Çocuklar o dönemde çok küçüktü. Onun için her gün 'babamız nerede' diye soruyorlar. Bende onları oyalıyorum. Ama çocuklara bir gün gerçeği söylemek zorundayım. Ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum" dedi.


NASIL BABANIZ KAYBEDİLDİ DİYEBİLİRİM Kİ? Ebubekir Deniz'in eşi Divan Deniz ise, kendilerine şimdiye kadar Deniz'in akıbeti hakkında bilgi verilmediğini belirterek şunları söyledi: "5 yıldır hakkımızı mahkemelerde aradık. Ama hiçbir sonuç alamadık. Biz şimdiye kadar sayısız resmi yerlere müracaat ettik. Ama hiçbir sonuç elde edemedik. Şimdiye kadar faili meçhul cinayetlerin ve kaybedilen bütün insanlarımızın akıbeti hakkında devletin bizi bilgilendirmesini istiyoruz. Ancak bu şekilde adalet yerini bulur." Mevlit (12), Ceylan (10), Hevin (8) ve Serkan (6) adlı 4 çocuğu olan Deniz, şunları dile getirdi: "Büyük oğlum ve kızım, babalarının kaybedildiğinden haberdar, ancak diğer iki çocuğum babaları kaybedildiği zaman yaşları küçük olduğu için babalarını kaybedildiğinden habersiz. Küçük çocuklarım babalarını sorduklarında onlara cevap veremiyorum. Ben çocuklarıma nasıl 'babanız kaybedildi' diyebilirim ki?"

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Tarım işçileri kurultayına doğru -1-
    Tarım işçisi gerçeği HAZIRLAYANLAR: Fulya Efe,Halil İmrek EMEP ve DEHAP il örgütleri ile Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Adana Şubesi, ESM, Haber-Sen, TÜMTİS, Eğitim Sen Adana şubeleri 1 Şubat 2005 günü 'Tarım İşçileri Kurultayı" düzenliyorlar. Düzenlenen kurultaya Adana Tabip Odası da destek veriyor. Bu dosyada, kurultaya giden tarım işçilerinin sorunları, çalışma ve yaşam koşullarını gündeme getirmeyi amaçladık. Dosyamızda, tarım işçilerinin bir dizi başka gündemle birlikte örgütlenme sorununu da tartışacakları kurultaya yönelik hazırlıkları ve kurultaya yönelik düşünce ve önerilere yer vereceğiz. Dosya kapsamında konunun uzmanlarının görüşlerine de başvurduk.
Tarım işçileri, yıllardır en ilkel koşullarda, sabahın zifiri karanlığından akşamın geç saatlerine kadar ancak karınlarını doyuracak bir ücretle çalışıyorlar. Tarlalara kamyonlarla, traktör römorklarıyla gidiyorlar. Ekmeğini kazanmak için her yıl göçebe bir yaşam sürmek durumunda kalıyorlar. Yaşam kavgası için katlandıkları bu göç yolları adeta drama dönüyor. Kimi, trenlerin kara vagonlarında, kimi, kamyonlarla, kilometrelerce yol kat ediyorlar. Çoluk çocuk, yorgan döşek ve yanlarına aldıkları kap kacaklarıyla yollara dökülüyorlar. Bazen ağaç gölgelerinde bazen gölgenin bile olmadığı alanlarda el yordamıyla yaptıkları -yağmur geçiren, güneşi iki kat çeken- derme çatma çadırlarda kalırlar. Her bir çadırda 20-30 kişinin kaldığı tarım işçileri yazın sıcakta ve sivrisinekte kışın ise soğuklardan doğru dürüst uyku bile uyuyamıyorlar. Tuvaletin bulunmadığı, çocukların yüzünde sineklerin eksik olmadığı bir ortamda saatlerce çalışıyorlar. Karşılığında bir ay boyunca aldıkları ücret asgari ücret bile değildir. Hiçbir güvencesi olmayan ve örgütlülükten yoksun tarım işçileri, toplumun en fazla ve en acımasız sömürülen işçileri, emekçileri durumundalar. Tarım işçileri ailece (üç kişiden 10 kişiye kadar) işçiliğe gitmelerine rağmen ellerinde hiçbir şey kalmıyor. Barınma, beslenme, sağlık ve sosyal güvenlik gibi pek çok sorunlarının çözümü toprak ağalarının, tüccarların insafına kalmıştır. Acımasız çalışma koşulları, sabahın köründen, akşamın geç saatlerine kadar kol ve beden gücüyle 10 milyonla 15 milyon arasında bir ücrete çalışıyorlar. Tarımda çalışan on binlerce işçi aynı kaderi paylaşmasına rağmen örgütsüz durumda. Yoğun sömürü koşullarında çalışan ve hiçbir hakkı olmayan tarım işçileri düşük ücretlere karşı 2001 yılında Adana'da gerçekleştirdiği iki günlük eylem, 80 sonrası tarım işçilerinin gerçekleştirdiği ilk "grev" olma özelliği taşıdı. Tarım işçilerinin bugüne kadar birlikte hareket etmesine imkân verecek herhangi bir örgütten yoksun olmaları, hem büyük bir olumsuzluk hem de düşündürücüdür. Bundan dolayı, "Adana Tarım İşçileri Kurultayı" tarım işçilerinin bir araya gelmesi, taleplerini tek bir ağızdan dile getirmeleri açısından önem kazanmaktadır. Tarım işçilerinin bir araya geleceği, sorunlarını tartışıp çözüm üreteceği kurultaya aynı zamanda sendikalar, meslek odaları ve öğretim üyeleri gibi birçok kesimden katılım olacak. Tarım işçileri kurultayı başta insanca yaşayacak bir ücret, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, tarım işçilerinin faydalanacağı bir yasanın çıkarılması, sağlık, sigorta hakkının elde edilmesi, eğitim, ulaşım ve barınma sorunlarının çözümü gibi belli başlı sorunlar tartışılıp bu talepleri formüle edecek.


Çukurova'nın ötekileri Konuyla ilgili görüşünü aldığımız Çukurova Üniversitesi Orta Öğretim Sosyal Alanlar Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Adnan Gümüş tarım işçilerinin yüzyıllardır hiçbir hakka sahip olmadığını belirtti. Gümüş'e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle: Sayın Gümüş, tarım işçilerine genel bir bakışla, neler aktarmak istersiniz? İşçi dediğiniz şey, sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı, güvencelerinin olduğu, barınma koşullarının sağlandığı, yeme içme koşullarının olduğu, asgari sağlık koşullarının karşılandığı bir şeydir. Tarım işçilerinin görünümleri işçi falan pozisyonunda değil. Maalesef değiller. Sanki çok ağır bir kıtlığın göç yollarına döktüğü insanlar görünümündeler. Sanki 1. Dünya Savaşı sonrası görünümü içindeler. Bütün bu barınma koşullarından, eğitim koşullarından, yaşama koşullarından her birinden uzak noktadalar. Neden, üretimin ana parçası oldukları halde, doğrudan üretimin doğrudan esas parçası oldukları halde sadece toprak sahibi olmamak özelliği nedeniyle de Çukurova'nın ötekileri oluyorlar. Aslında Çukurova'nın asli unsurları bu insanlar, benim gözümde en asli unsurları ama üretimi ve Çukurova'nın en asli unsuru olmakla beraber sadece toprak sahipliği bağının yerleşikliği olmaması nedeni ile ötekiler. Tarım işçilerinin ücret ve elçi konularına ilişkin sorunları için neler söylenebilir? Tarım işçilerinin kendi içinde ağır bir hiyerarşisi var. Bu hiyerarşinin en önemli özelliklerinden birisi 'elçi' olayı. Elçi ile bir yarı akrabalık yada aşiret bağları da var. Yani toprak sahibiyle tarım işçisi arasındaki sorunu çözsek bile kendi içindeki bu sömürü ilişkisini, bu haksız ilişkiyi, haksız payı nasıl önleyeceğiz? Elçiler sadece tarım işçilerini getirmekten dolayı yüzde 10'luk bir payı otomatik olarak alıyor. Ve dışsal bağlantıları eşit değil. Tamamıyla elçi üzerine kuruluyor. Toprak sahibiyle ilişkileri, gidecekleri, kalacakları yerlerle ilgili işleri, ödemenin ne zaman yatırılacağı, paranın aktarımı vs. hepsi de elçi üzerinden yapılıyor. Onun için elçiyi aşma şansı neredeyse yok. Bu sürecin önemli bir boyutu, elçinin elçilik statüsünün kontrol sahibi şey adına kontrol üretim taşıyan kendilerine karşı hiçbir sorumluluk yüklenmeyen ama üzerlerinde hak sahibi olan bir durum var. Bu hiçbir şekilde kabul edilebilir bir ilişki değil. Yani hiçbir karşılığın yok, hiçbir sorumluluğun yok ama üzerinde hakkın var. Bu çok eski, geleneksel yani neredeyse angarya. Tarım işçilerinin, barınma sorunları hakkında neler düşünüyorsunuz? Dışarıdan gelen işçilere karşı yerli üreticilerin farklı bir bakışı var. Yerli ve yabancı ayrışmaları oluyor. Sadece başkasına karşı kendini üstün görme anlamında değil, aynı zamanda rekabet anlamında da. Ve en önemli kaynak da toprak. On iki ay boyunca sürekli kalınması durumu toprak ve köy üzerinde ve köyün kamusal alanı üzerinde diyelim ki, hazine arazileri üzerinde kıyı şeridi üzerinde kanal boyu üzerinde hak sahibi haline getirip getirmediği gibi bir soru işareti duyuyor ve yer vermiyor. Bu rekabet nedeniyle, bu çözümsüz, sıkıntılı ilişkiden dolayı hiçbir köy bunların insani boyutunu görmek istemiyor. On bir ay da kalsa bir ay da kalsa diyor ki, "bu köyü boşaltacaksın başka yerde kalacaksın." Yani on iki ay boyunca herhangi bir yerde çadır kurma yada kamusal alan üzerinde çadır kurma hakları yok. On bir, on iki ay da o köyde çalışsalar yine de orada konaklamamaları isteniyor. Köyün de kendi içinde böyle bir içsel kapanması, bloklaşması var. Onun için de böyle bir sıkıntı çok kötü bir şekilde yaşanıyor. Yani yabancılara mülk satışı, işte 2003 Toprak Kanunu ve Köy Kanunu değişimiyle mümkün hale geldi. İngilizler, Almanlar ya da Yunanistan veya herhangi bir başka bir yer mesela Çukurova ya da Harran'dan toprak satın alınıyor. Belki bu başta göçmen tarım işçilerinin veya onlara yakın grup ve kişilerin Çukurova'da su kadar rahat toprak satın almaları yasal anlamda sorunlu değil ama kültürel dirençler, sosyal dirençler anlamında sıkıntılı görünüyor. Bunların buralara girişi daha zor görünüyor. Bu şu demektir. Almanya'da çalışan bir Anadolulu işçinin Almanya'daki hakkı, hiç orayla ilişkisi olmayan ama AB üyesi olan bir Portekiz üyesinden ya da varlıklı bir İngiliz işçisinden daha kötü bir durumda. Halbuki Anadolulu 40 yıldır orada. Esas hak sahibi olması gereken belki de o. Ama pek çok nedenle bambaşka bir dirençle karşılaşıyor. Bunun için de insan bir boyut var, sosyal, siyasi, ekonomik bir boyut var, sağlıkla ilgili bir boyut var, güvenlikle ilgili bir boyut veya kaygılar var. Dünyanın geldiği, küreselleşme ile gelindiği noktalarla ilgili bir boyut var. Örgütlenme ile ilgili sorunlar yaşanıyor. Bütün dünyada esnek üretime geçiliyor. Belki de tek üretimin en köklü formu göçmen tarım işçiliği, en esnek. Barınması bile esnek, sağlığı bile esnek, eğitimi bile esnek. Tam bunu sabitlemeye çalışırken, yani bir 'hak' kavramı altında tanımlamaya uğraşırken dünyada konjonktür başka bir yere gidiyor. Esnek üretim dediğimiz ağır yaptırımların işçilere dayatılması ya da hak ihlallerinin veya kayıplarının oluşması süreci yaşanıyor. Şimdi, çıkılması ağır bir sürece dönüştürülüyor. Hem ücretleri konusunda daha zor koşullarda, daha az ücretle çalışmak zorunda, istihdam kayıpları nedeniyle hem de karşılığında gelen sosyal haklar, sosyal devlet anlayışı bütün dünyada gelmediği için nasıl bir güvence altına alınacak. Bence çok uzun ve zorlu bir süreç gerekir. Sayın Gümüş, konuya ilişkin oluşturulan Tarım İşçileri Kurultayı'nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yasal statülerinin bir türlü tanımlanamadığı, bölge ile ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde oluşturulmadığı, kamu kaynaklarından nasıl yararlanacaklarının belirli olmadığı bir alanda, resmi bir boyutu olmasa da yani kurumsal oluşum olmasa bile, çok önemli, çok ciddi bir girişim olarak değerlendiriyorum. En azından bazı şeyleri tespit etmek orda sorunları gündeme getirmek, olabilecek bazı tanımlamaları yapabilmek, adlandırabilmek önemli bir başlangıçtır. 60'lı 70'li yıllarda bir miktar da olsa sorun adlandırmaları olmuştu, bu konularla ilgili. Ama ondan sonra 20-25 yıllık bir kopma olmuştu. O başlangıçlar da kaybolup gitmişti. Bu tür kurultayların sorunu gündeme getirmesi ve adlandırması, sorunları asgari düzeyde de olsa belirleyebilmesi ya da gündeme taşıyabilmesi hem tarihsel hem de gerçekten insani, sosyal, kültürel yani pek çok anlamı var. Onun için ben çok önemli görüyorum.


Riskli koşullara sahipler Çukurova bölgesi tarım işçiliğini Türkiye'nin diğer bölgeleri ile karşılaştırırsak neler söylenebilir? Tarım işçiliği Türkiye'nin genel bir sorunudur. Esas olarak tarım işçiliğinin yoğunlaştığı bölge Çukurova, Ege ve Harran'dır. Harran Ovası'nda geniş bir arazi üzerinde tarım işçiliği gelişti. Bu GAP ile daha da yoğunlaşacak. Harran'da yerli emek oluştuğu için yani aşiretler içinde veya diğer halklar içinde iç içe bir çalışma söz konusu olduğu için Çukurova'daki tarım işçiliği ile birebir aynı özelliği taşımıyorlar. Çukurova'daki tarım işçiliği daha özgün ve de dışsal özelliklere sahiptir. Çukurova'ya gelenler sadece tarım işçisi değil barınma sorunları olan, yani doğrudan bölgenin yerleşik işçisi olmadığı, uzak illerden geldiği için birçok sorunu birden yaşayan işçilerdir. Şanlıurfa'dan ya da en yakın olarak Reyhanlı'dan, Hatay'dan ama yoğunluklu bir şekilde Siirt'ten, Batman'dan Mardin'den Diyarbakır'ın belirli noktalarından Çukurova'ya geldiği için burada bütün sosyal sorunlarıyla birlikte araziye ve işçiliğe taşınmış oluyorlar. Sürekli bir istihdamları olmadığı için, tarım işçileri tarımsal çalışma dışında kağıt toplama, inşaatta çalışma, hayvan işlerinde çalışma gibi pek çok işlerde çalışıyorlar. Tarımda ücretli emek gücü kullanımı çok değişik biçimler alır. Tarım ve orman işçilerinin büyük bir çoğunluğu, iş yasası kapsamına alınmadılar. Türkiye'de tarımdaki ücretli emek-gücü istihdamına ilişkin istatistikler de net açıklamalar yapmaz. Çukurova Ovası'nda yuvarlamaya kalkarsak ki maalesef bunların resmi istatistikleri yok, 100 binlik bir nüfus. Ve bu nüfusun önemli bir kısmı 10 yaşın altında. Çukurovalılar bilir hepimizin tanık olduğu şeyler bunlar. Çadırları, normal fabrika çadırları da değil. Bunlar çullardan, kendi dokumalarından üretilmiş. Çadırlar yağmura karşı herhangi bir dayanıklılığı yok. Naylondan üretilmiş, bir havalandırması, hiçbir hijyenik koşulu yok. Tankerlerle getirilen çamurlu suları kullanıyorlar. Son derece riskli koşullara sahipler.

YARIN: Görüşler