8 Ocak 2005 23:00

Daha çok Metin olmalıyız

Yaşamı boyunca gerçeğin peşinde koşan ve haber izlemek üzere gittiği Alibeyköy'de 8 Ocak 1996 tarihinde polislerce gözaltına alınarak, götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda hunharca katledilen arkadaşımız Metin Göktepe, ölümünün 9'uncu yıldönümünde ailesi, çalışma arkadaşları, dostları ve meslektaşları tarafından mezarı başında anıldı. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan, Göktepe'nin mezarı başında yaptığı konuşmada, günümüzde daha çok Metinlere ihtiyaç olduğunu söylerek, "Biz, Metin'in taşıdığı bayrağı hiçbir zaman yere düşürmeyeceğiz" dedi.

'Hepsi birer Metin' Metin'in mezarına kırmızı karanfillerin bırakıldığı anma, basın şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Sık sık "İnadına hepimiz birer Metiniz", "Gün gelecek devran dönecek katiller halka hesap verecek" şeklinde sloganların atıldığı anmada açılış konuşmasını yapan EMEP Güngören İlçe Başkan Mehmet Turp, Metin'in 9 yıl önce ülkede bağımsızlık ve demokrasi isteyen insanların haberini izlerken katledildiğini söyledi. Anne Fadime Göktepe de, "Metin'i unutmamışsınız. Ben de sizi unutmadım. Metin öleli 9 yıl oldu. Katiller 9 gün bile yatmadılar. Metinden sonra 4 torunum oldu. Hepsi birer metin" şeklinde konuştu.

Gerçekleri arama peşindeydi "Belki de içimizde Metin'i hiç görmemiş onun haberlerini hiç okumamış insanlar onu burada anıyor ve davasını sürdürüyor" diyen gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan ise şöyle konuştu, "Metin insanlığın en eski davası olan gerçekleri arama davasının peşindeydi. Günümüzde yeni bir gazetecilik modeli ortaya çıkmıştır. İliştirilmiş denilen bu gazeteciler Başbakan'ın uçağına binerek onun lehine haberler yapmaktadır. Fakat Metin insanlığın en eski davası olan gerçekleri arama davasının peşindeydi. Biz de Metin'in bayrağını yere düşürmeyeceğimize söz veriyoruz"

Metin yol gösteriyor EMEP İstanbul İl Başkanı Kamil Tekin Sürek de, 9 yıl sonra Metin olayının benzerinin Kızıltepe'de yaşandığını belirterek, "Anlıyoruz ki demokrasi, devrim ve sosyalizm mücadelesi ara verilmeden sürdürülmesi gereken bir mücadele. Bu sistem var oldukça baskı ve sömürü düzeni de var olacaktır. O halde bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesini daha da kararlılıkla sürdürmemiz gerekiyor" dedi. "Bir ülkede düşünme ve anlatım özgürlükleri yok ise insan hak ve özgürlüklerinden söz edilemeyeceğinin altını çizenYazar Adnan Özyalçıner, "Metin aslında ölmedi. Düşünceleriyle, savaşıyla bize; aydınlara ve yazarlara yol gösteriyor. İnsan hak ve özgürlükleri savunuldukça Metin bizim yanımızda olacaktır" şeklinde konuştu. Atılım gazetesinden gönderilen mesajda da, "Bu ülkede gerçeklerin açığa çıkmasını istemeyenler 9 yıl önce Metin'i aramızdan aldılar. Fakat özgür basının nice Metinleri var" ifadelerine yer verildi.


Bu yürek susmayacak Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Metin Göktepe'yi "gerçeğin peşinde koşan her gazeteci"nin, "Hepimiz birer Metin'iz" diyerek sonsuza kadar yaşatacağını ifade etti. ÇGD Yönetim Kurulu tarafından yapılan yazılı açıklamada, Metin Göktepe'nin gerçekler uğruna yaşamını ortaya koyduğu belirtilerek, Metin'in basın çalışanlarının hak arama ruhunu canlandırdığı vurgulandı. Metin'in katillerinin sürgün şehirlerinde süren yargılamalarının basın özgürlüğü ve yargının durumunu gözler önüne serdiği kaydedilen açıklamada, şu görüşlere yer verildi: "Metin'in bıraktığı gazetecilik ve gerçekleri ortaya çıkarma aşkına sahip çıkan ailesi, yol arkadaşları ve meslektaşları 'kaleminin yerde kalmayacağını, onun basamayacağı deklanşörün üzerine yeni parmakların uzanacağını, sesi kesilmeye ve yıldırılmaya çalışılan Türkiye halkının basındaki sesinin susmayacağını' haykırmaya devam etti, edecek." src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


'Sorun enerji politikalarında' Fulya Efe Adana genelindeki yoğun elektrik kesintileri hayatı olumsuz yönde etkiliyor. İşyerlerinde makineler, ev eşyaları ve daha birçok elektrikli alet zarar görüyor. Kesintilerle ilgili yaptığı her açıklamada 'bakım-onarım' gerekçesini ortaya koyan ve yapacakları çalışmalarla sorunu gidereceklerini söyleyen TEDAŞ Adana Müessese Müdürü Mahmut Dalkır'ın aksine Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Adana Şube Başkanı Tuncay Özkul sorunun yanlış enerji politikalarından kaynaklandığını belirtti. Özkul, gazetemize yaptığı açıklamada, elektriğin bir kamu hizmeti olduğuna dikkat çekerek, iyi bir planlama ile bu konunun çözülmesinin mümkün olduğunu vurguladı. ÇEAŞ'a el konulmadan önce Adana'da iki ayrı elektrik üretim-dağıtım yapıldığını ifade eden Özkul, "Çukurova elektrik 1950'lerden bu yana imtiyazlıydı. ÇEAŞ Uzanlar'ın elinden alındı. Biz daha önceden alınması gerektiğini söylüyorduk. Uzanlar, elektriği beş bin kilowatt enerji kullananlara satıyordu. Oysa ki elektrik bir kamu hizmetidir. Aladağ'ın tek evine de bu hizmeti götürmelidir. Amaç para kazanmak değil, hizmet vermek olmalıdır." dedi.

Kaçak değil, kayıp elektrik... Elektrik kayıplarının kaçak olarak lanse edilmeye çalışılmasına karşı bunun kaçak değil elektrik kaybı olduğunu söyleyen Özkul, " 'Kayıp' ile 'kaçak' farklı şeylerdir. Örneğin, yüzde 22'lik bir elektrik kullanımının yüzde 8'inin kayıp olduğu bildirilir. Ama asıl durum yüzde 20 civarında elektrik kaybıdır. Kaçak elektrik var ama, aslında asıl kayıp elektriktir. Kaçak elektrik sosyolojik ve ekonomik bir durumdur. Öldürülen elektrik mühendisi Hasan Balıkçı'nın da ortaya çıkarmaya çalıştığı gibi kaçak elektrik büyük kayıplar yaratıyor." dedi. ÇEAŞ'ta kayıp ve kaçak miktarının fazla olduğunu, TEDAŞ'ta ise bu oranın az olduğunu belirten Özkul, ÇEAŞ'ın TEDAŞ ile birleşmesi ile enerji üretiminde, bu oranın yarı yarıya düştüğünü belirtti.

Nükleer santral mi, altyapı mı? Özkul, "Bu, Türkiye'nin enerji üretim politikasının sonucudur. Üç tane nükleer santral yapmayı düşünüyorlardı. Bu da 10 milyar dolardır. Dünya ölçeğinde bu yüzde 5 ile yüzde 8 arasında, bizde yüzde 10'a tekabül ediyor. Şimdi düşünün, nükleer santral mi yapmalı, şebeke ve altyapı sorununu mu çözmeli?" diye ifade ederken, asıl amacın özelleştirme politikasının önünü açmak olduğunu belirtti. TEDAŞ Adana Müessese Müdürü Mahmut Dalkır'ın "enerji bakım ve onarım konusunda, çalışmalar yapılıyor. İkinci olarak klimaya çok fazla yönelme olduğu için, elektrik kesintileri yaşanıyor" açıklamaları üzerine Özkul, kesintilerin bir nedeni de klimaya çok yönelinmesi ve bakım-onarım sorunu olduğunu ama en önemli sorunun altyapı eksikliği olduğunu önemle vurguladı.

Altyapıya kaynak aktarılmalı! Özkul: "Enerjinin kalitesi sürekliliğindedir. Biz kalitesiz enerji kullananlardan biriyiz. Çukurova önemli bir bölge olmasına rağmen elektrik konusunda bu sorunun yaşanmasının asıl nedeni, altyapı yetersizliğidir. Enerji, tüccarlığa dönüştürülmüştür. Vatandaş parasını ödediği halde bu sorunu yaşamak zorunda değildir. Faturalar ödenmediğinde ya da geç ödendiğinde kesmeyi veya faiz almayı biliyorsan, o halde malı kaliteli sun" dedi. Bir diğer sorunun da, özelleştirme politikalarıyla deneyimli personelin işine son vermek olduğuna işaret eden Özkul, elektrik kesintilerinden zarar gören vatandaşların, yargı yoluna başvurabileceklerini söyledi. TEDAŞ Adana Müessese Müdürü Mahmut Dalkır ise bir ay öncesine kadar bu sorunla karşılaştıklarını ancak gerekli çalışmaların ardından yoğun bir elektrik kesintisinin yaşanmadığını savundu. Dalkır, kesintilerin, klimalar ve elektrik sobalarının aşırı kullanımından kaynaklandığını iddia ederek, "Altyapı konusunda bir sorun yok. Kurum olarak bunun nedenini, artı elektrik kullanımına yoğun talep olması olarak açıklıyoruz" diye konuştu.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


'SSK'ların devri projenin bir parçası' SSK hastanelerinin devrini öngören yasanın Meclis'te kabul edilmesinin ardından hekimler, halkın sağlık, emeklilik gibi haklarının parça parça satılacağını belirttiler. Hekimler, halkın sağlık hakkının ve sağlık çalışanlarının iş güvencesinin takipçisi olacaklarını duyurdular. Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeleri dün düzenledikleri basın toplantısı ile, AKP hükümetinin uygulamak istediği Genel Sağlık Sigortası ve Sağlıkta Dönüşüm Programı hakkında bilgi verdiler. ATO Genel Sekreteri Semih Tatlıcan, hükümetin SSK'ların devri ile sağlık hizmetlerini tek elde toplamak gibi bir niyeti olmadığını belirtti. Yasaya göre, devredilen personelden Sağlık Bakanlığı'nın ihtiyaç duymadığı kadroların başka kadrolara aktarılacağını belirten Tatlıcan, bu ihtiyacı kimin belirleyeceğinin ve kadroların nerelere gönderileceğinin belirsizliğine dikkat çekti. SSK personelinin iş güvencesinin ve halkın sağlığının takipçisi olacaklarını vurgulayan Tatlıcan, SSK'nın devrinin tek başına bir anlam ifade etmediğini, amacın sağlığın ticarileştirilmesi olduğunu söyledi. Sağlık, emeklilik gibi hakların parça parça satılacağını kaydeden Tatlıcan, tasarılarda sağlığın hak değil ihtiyaç olarak tanımlandığına dikkat çekti.

'GSS primleri hangi kaynakla ödenecek?' Genel Sağlık Sigortası (GSS)'nin uygulandığı ülkelerde halkın sağlık hizmetine ulaşmada zorlandığını hatırlatan ATO Yönetim Kurulu üyesi Selçuk Atalay da herkesin sigortası olmasının Türkiye gibi bir ülkede GSS ile mümkün olmayacağını söyledi. Hastanelerin GSS kurumu ile sözleşme yapan işletmelere çevrileceğini anlatan Atalay, hastanelerin kar etmek için sözleşmeli personel istihdam edeceğini dile getirdi. Atalay, halkın sağlık hizmeti alabilmek için katkı payı ödeyeceğini, az hastalandığı takdirde de katkı paylarının azaltılacağını anlattı. Hastalanmanın kişiye bağlı olamayacağına dikkat çeken Atalay, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın arkasında özel sigorta şirketleri, özel hastaneler ve ilaç tekelleri bulunduğunu söyledi.


EP'e İHD'den "sağlık" desteği İnsan Hakları Derneği, SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devrinin, sağlığın tümüyle özelleştirilmesinin ilk adımı olduğunu belirterek, Emek Platformu'nun Sağlıkta Dönüşüm Programı karşısındaki tavrının haklı ve herkesçe desteklenmesi gereken bir tavır olduğunu bildirdi. İHD Genel Merkezi'nden dün yapılan yazılı açıklamada, AKP hükümetinin "sosyal devlet" ilkesini yok sayan anlayışının sağlık sektörüne de yansıdığı ve sağlığın tümüyle özelleştirilmesini hedefleyen bir planın yürürlüğe konduğu belirtildi. Sağlık kurumlarının Sağlık Bakanlığı'na devrinin, planın ilk adımı olduğu ifade edilen açıklamada, ikinci adımının bu kurumların ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi olacağı kaydedildi.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Kafadaki Kürt resmi DEĞİŞMELİ Şahin Bayar Brüksel'de 17 Aralık'ta yapılan AB Zirvesi'nden 'zafer' edasıyla dönen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yerli yersiz Kürtlere karşı sert ifadeler kullandı. AB heyetlerinin neden Rize'ye değil de Diyarbakır'a gittiğini sordu. DEP eski milletvekillerinin başlattığı Demokratik Toplum Hareketi'ne atıfta bulunarak, "illegal hareket etmesinler" dedi. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, ise baraj sorununu gündeme getiren gazetecilere, yüzde 10 barajının düşürülmesine karşı olduğunu çünkü böylesi bir durumda etnik partilerin Meclis'e girebileceğini söyledi. Bütün bu gelişmeler, AKP Hükümeti'nin Kürtlere yönelik politikalarını yeniden gündeme getirdi. Araştırmacı-yazar İsmail Göldaş, hükümetin Kürtlere çıkışını, kafalardaki Kürt resminin dışavurumu olarak değerlendirdi. Göldaş sorularımızı yanıtladı. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB heyetlerinin Diyarbakır'a gitmesinden rahatsız olduğunu dile getirdi. Erdoğan bundan niye rahatsız? Diyarbakır'a AB heyetlerinin yer yer ABD yetkililerinin gitmesi bir gerçektir ve bu süreç buna açık olarak devam edecektir. 17 Aralık'tan sonra Türkiye'nin müzakere sürecinde yalnızca Diyarbakır değil Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi ama özellikle bölgeye heyetlerin ve süreç içinde gidebilecekleri gözlem yapacakları bilinen bir şeydir. Bunu Tayyip Erdoğan da biliyor herkes de biliyor. Diyarbakır'a karşı duyarlılık bugün oluşmuş bir duyarlılık değildir. Hatırlarsanız bundan bir-iki dönem önce de Mesut Yılmaz, Kürt sorununun yoğun tartışıldığı bir dönemde 'AB yolu Diyarbakır'dan geçer' demişti. Elbetteki bu o dönemde durup dururken söylenmiş bir söz değildi. Siyasal bir gerçekliği ve siyasal bir gerekliliği vardır. Kürt sorunundan o dönemde kaçılamıyordu bu dönem de kaçılamıyor. Kürt sorunu devam ettiği sürece Diyarbakır'a heyet gitmesi, insan hakları kuruluşlarının gitmesi çeşitli siyasal aksiyonların orada yapılması da mümkündür ve doğal bir şeydir. Hatırlarsanız Tayyip Erdoğan iktidara geldiğinin ikinci, üçüncü günü Rusya'ya bir gezi yapmıştı. Bir mantık belirlemek açısından söylüyorum, orada bir işçi kendisine Kürt sorununu ifade ettiğinde; 'Aslında Kürt sorunu diye bir şey yoktur, o sizin kafanızda olan bir sorundur' diye yanıt vermişti. Bu daha ilk günde Kürtlerle ilgili probleme kafasının altında bulunan yani psikolojik olarak düşüncenin açığa vurulmasıydı. İşte aynı mantık silsilesi Diyarbakır'a giden heyetlere tepki olarak dışa vurmuştur. Özellikle 6 Ekim'de açıklanan İlerleme Raporu'nda Kürt kavramının 'azınlık' olarak da geçmiş olmasına duyulan tepkinin henüz zihinlerden çıkmadığı anlaşılıyor. Azınlık kavramı ayrı bir tartışma konusu ama Kürt sorunu demokratikleşmiş bir ortamda çözülmediği sürece, Diyarbakır, bir müddet sonra Ağrı, Hakkari ve Van gibi iller de ilgi odağı olmayı sürdürecek. - Son AB zirvesinde Kürt sorununun gündeme gelmemesi ve Erdoğan'ın Kürtlere karşı çıkışı bir tesedüf mü? AB, Erdoğan'a bir güvence mi verdi? Tek tek gidelim... Şimdi, bundan on yıl önceki tartıştığımız sorunlarla bugünkü sorunlar biçim olarak değişmek zorundadır. Bundan on yıl önce Türkiye'de bir Kürt varlığının olmadığı, Kürtçe diye bir dil olmadığı üzerine tartışma yürürken, bir müddet sonra hatta öyle bir aşamaya geldi ki Kürtlerin demokratik tavırları, Türkiye'deki muhalefetin zorlaması ve AB sürecine denk gelmesi üzerine bu tezler yavaş yavaş altta kalmaya başladı. Bugün ilk kez Kürtçe yayın üzerindeki yasak önemli ölçüde kalktı eksik, yetersiz olsa da. Kafalarda Kürtlere karşı kemikleşmiş bir düşünce vardı ama bu aşıldı. Ama şu da bir gerçek, örneğin AB'nin son ilerleme raporlarında ve müktesebatta Kürt sorununa resmi anlamda çok açık bir biçimde yer verilmedi. Bunun altında yatan nedenin Türkiye'nin elini güçlendirmek olup olmadığı ya da Türkiye ile bir uzlaşma olup olmadığı konusu önümüzdeki günlerde tek tek ortaya çıkacak. Ama ilk bakışta öyle görüyoruz ki Türkiye, AB ile önemli ölçüde uzlaşmış gibi. Elbetteki bu konuyu birçok tartışmadan farklı görüyorum. Türkiye yok sayılamıyor bölgede. Otadoğu'da neredeyse Müslüman laik kimliği ve bölgedeki etkisi nedeniyle tümden yok sayılacak ülke görülmüyor. AB de bunu önemli ölçüde görüyor. Ama AB Türkiye'nin mevcut yapısıyla sadece ekonomik kalkınmadan öte, içinde bulunan kültürel çizgilerin rahat bir biçimde ifade edilmesi konusunda da ben AB ülkelerinin de rahatsız olduğu konusunda inanca sahibim. En son AB yetkilisi ifade etti. "Kürtlerle ilgili bu problemi çok öne çıkarmak bazı hassasiyetler nedeniyle gerçekçi değil" dedi. Ama bu Kürt sorununu yeniden gündeme getirilmeden üstünün örtüleceği anlamına gelmez. Çünkü Kürtler de eski durumlarında değiller. Tarihte ilk kez Kürtler ve özellikle Kürtlerle bağlantılı olan demokratik kimlikler kitlesel bir güce kavuşmuş durumdadırlar. Onun için Kürt sorunu, önümüzdeki dönemlerde daha yoğun bir biçimde tartışılacak. Bu nasıl sonuçlanacak derseniz bunu biraz da bu konjonktür, siyasal yapılanma ya da muhalefetin ve Kürtlerin göstereceği açılım dönüşüm ve değişim belirleyecek gibi gözüküyor.