19 Aralık 2004 22:00
'Ağıt değil'
O hiç sızlanmadı. Hapishanelere düştüğünde, baskılar karşısında, ekmeğin ardında, hiç ama hiç sızlanmadı. Kahrolduğu zamanlar olmuştur belki, kırgın. Bize göstermedi: belki de buna hakkı olmadığını düşündü.
Mahzun olduğu zamanlar olmadı mı? Oldu elbette, şöyle dedi o zaman:
...
Şimdi karşımda duvar,
Şimdi yanımda duvar,
Duvarlar gene seni getirip
gözlerime bıraktılar
...
Ne günler gelip geçiyor
Darağacından kurtarılan düşünceyi
Darağacına çekip asmak için tekrar
Namlular şakaklarda nasıl bekliyor.
Ardından şunları söylemeyi ihmal etmez ama:
...
Bir çocuk gibi havaya kaldırıp ellerimi,
Gene bir çocuk gibi koşuverdim duvara kadar
...
Saçların alnına dökülüşürken,
ellerini çırparken ellerini
Öyle uzaktanuzağa orada olsun yaşamak seni
Mavi mavi sevinçler getirecek,
İçimdeki mahzunluğa.
Şiir ve memleketinin insanları, yaşamının pusulasıydı, insan'a inandı, güvendi. Çünkü onlar:
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
...
O, "Yûnusu biçâredir
Baştan ayağa yâredir"
...
Kendisini anlatır göründüğü zamanlarda bile Türkiye'yi, Türkiye insanını anlattı. Buna en iyi kanıt da, belki, Heybe adlı şiirinin şu dizeleridir. Yerimiz elverse de, şiirin tamamını alsaydık keşke:
Çocukluğu Topkapı'dan getirdim,
Tarhana çorbası kokar.
...
İlk gençliği İzmir'den getirdim,
Özgürlük sözcüğü yetmez anlatmaya...
...
Denizli'den getirdiğim,
Mahpushane işi bir fotoğraf..
...
Balıkesir'den yüz köyün
adamını getirdim,
Gözleri hüzün çiçekleridir.
...
Kadıköy'den kimi getirdim bilirsiniz,
Yılların eskimeyen şiiri..
Yeni çağlara birlikte yürüdüğüm,
Bilmediğim çağlardan gelen.
Bir şeylerin ardına gizlenmedi, hiçbir şeyi bahane etmedi, iş yaptı: iğneyle kuyu kazar gibi çalışarak Türkiye edebiyatı ve edebiyatçıları üzerine araştırmalar yaptı. Genç kuşaklara başvuru kaynakları bıraktı. Şiirini yazdı. Baskılara, hapishanelere karşın. Onlara dedi ki:
Gücünüz varsa sizin
Sözcüğü tutuklayın.
Öğrenci, kitap, Türkçe
En güzel kavramı dilimin
Özgürlüğü tutuklayın.
Şiiriyle hayatı örtüşen pek az edebiyatçıdan biriydi: onun içindir yaşadıklarını anlatırken bile Türkiye insanını anlatabilmesi.
Babaları gurbete çıkan, babaları mapus damlarına düşen çocukları kim onun anlattığınca yalın, şiirden ödün vermeden anlatabilir:
Dün babasını bekledi
Çocuklardan gizlenerek.
Bugün gene bekliyor,
Gözüne uyku girmedi.
Duraklarda, kapıların önünde
Kırılmış kolu kanadı..
İçi yandı beklemekten
Gelen olmadı.
Görürsek sabırları tükenmeyenleri,
Babaları yaşarken öksüz kalanları.
Evrensel'deki arkadaşlar gazete için yazmamı istiyorlardı. 2005 yılının ilk günlerinde başlayacaktım haftalık yazılarıma. Ekmekçi'nin deyişiyle, çatısını çatıyordum ilk yazımın. İşte, tam o dönemde geldi acı haber. Telefondaki bir dostun sesi, "Habib, Şükran Kurdakul'u kaybattik" diyordu.
Nereden bilirdim Evrensel'e yazacağım ilk yazımın bir ağıt olacağını! Sonra Şükran Ağabeyin şiirlerinden birinin başlığını anımsadım: "Ağıt Değil" diyordu. Evet, ağıt değil. Ağıt yakmıyorum. Onu düşünüyorum, İzmir Kahramanlar'daki buluşmalarımız geliyor gözlerimin önüne; İzmir'de olduk mu her seferinde bizi buluşturan Ercan'ın evindeki. Onu düşünüyorum; kitap fuarlarındaki karşılaşmalarımızı, elimi tutuşunu, yüzüme bakerkenki umut yeşili gülüşünü, "Yılmak yok Habib, ne olursa olsun yılmak yok, buna hakkımız yok!" deyişini.
Ağıt yakmayacağız Şükran Abi; şiirlerini okuyacağız!
Ağıt yakmayacağız Şükran Abi; senin yaşama biçiminden ders alacağız!
Ağıt yakmayacağız Şükran Abi; bize armağan ettiğin kitaplar kılavuzumuz olacak!
Ağıt yakmayacağız Şükran Abi, senin "Hah, işte böyle!" diyebileceğin, mutlu olacağın eserler vermeye çalışacağız.
Senin dizelerinle bitsin bu yazı:
SONUNDA Yıldızlar gecemi sorguya çekiyordu Yıllarımın uzaylarında benim. Çekim bitti, hız kesildi, saat durdu Işığımın biriktiği yerlere geldim.
SONUNDA Yıldızlar gecemi sorguya çekiyordu Yıllarımın uzaylarında benim. Çekim bitti, hız kesildi, saat durdu Işığımın biriktiği yerlere geldim.
Evrensel'i Takip Et