2 Şubat 2004 23:00
Yerleşik düzene geçiyorlar
Bölgede göçebe olarak değişik illerde barınan birçok aşiret, aşamalı olarak yerleşik düzene geçiyor.
Bölgedeki en büyük göçer aşiretlerinden olan ve büyük bölümü yerleşik düzene geçen Beritan Aşireti Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Musa Yeşiltaş, Diyarbakır, Elazığ ve Bingöl'de 402 ailenin yerleşik düzene geçtiğini söyledi.
Kurdukları kooperatifle Beritan'ları bir çatı altında topladıklarını ve sorunlarına çözüm aradıklarını belirten Yeşiltaş, Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde yapımı süren konutlarda 600 ailenin daha iskana geçeceğini belirtti.
Yeşiltaş şunları söyledi: "1985 yılında Elazığ şehir merkezinde 20 yıl geri ödemeli olarak devlet tarafından yapılan konutlara 109 aile yerleştirilirken, aynı yıl Diyarbakır merkeze bağlı Gencan köyünde 61, Çınar'ın Mollapolat köyünde 105 ve Bismil Güroluk'ta 61 aile, konut sağlanarak yerleştirilmiştir. Son olarak Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde Beritan'lardan toplam 666 ailenin yerleşeceği Çeltikli, Tepekonak ve Alibey köyleri inşa edilmeye başlandı. Bunlardan 66 haneli Tepekonak tamamlanarak hak sahiplerine dağıtıldı. Diğer iki köy de en kısa sürede tamamlanacak. Bunların bitirilmesi için gerekli kaynak hükümet tarafından veriliyor."
Yerleşik düzene geçmek amacıyla kurdukları kooperatife 2 bin ailenin başvuruda bulunduğunu, bunlardan 160'ının hak sahibi olmalarına rağmen açıkta bulunduklarını anlatan Yeşiltaş, "Bu 160 aile için Tunceli ve Ağrı'da bize yer önerildi, ancak kabul etmedik. Çünkü, aşiretimizin dağılmasını istemiyoruz" dedi.
Diğer aşiretler Öte yandan, Siirt ve Eruh'ta göçebe olarak yaşayan ve yaklaşık 30 bin nüfuslu Soran ve Mehmediyan aşiretleri ile Şırnak merkez, Cizre, Silopi, İdil ile Beştüşşebap ilçelerinde yaşayan yaklaşık 60 bin nüfuslu Batuyan, Jirkan, Dideran, Spertiyan ve Tayyan aşiretleri mensuplarının çoğu yerleşik düzene geçmek istiyor. Yaz aylarında özellikle Van, Herekol ve Çemekare yörelerindeki yaylalara giden ve kışın geri dönen ailelerin bir kısmı kendi imkânları ile konut yaparak yerleşik düzene geçti.
Hastanelerde çok ciddi sıkıntılar var SSK Okmeydanı Hastanesi'nde çalışan ve aynı zamanda İstanbul Tabip Odası Üyesi Dr. Beyza Kutay, özellikle son 3 aydır SSK'da ciddi ilaç sıkıntısı yaşandığına dikkat çekti. Dr. Beyza Kutay, SSK hastalarının yaşadığı sorunları şöyle anlattı: "Hastalarımıza ilaç yazıyoruz. Eczaneye gidiyor, ilacını bulamadığı için tekrar bize geliyorlar. Hastaya tekrar olmayan ilacın yerine geçecek başka bir ilaç yazıyoruz. Aynı gün ikinci reçete yazamadığımız için hasta ertesi gün tekrar bize geliyor. İstediğimiz ilacı bulana kadar hasta defalarca gidip geliyor. O kuyruklara tekrar tekrar girmek zorunda kalıyor. Bu yaşanan olaylar ayakta tedavi olan hastalarda olduğu gibi yatan hastalar için de geçerli.
Aspirin yok Yaşadığımız diğer bir sıkıntı da bizim yazdığımız ucuz ilaç yerine pahalı ilaç veriliyor. Pahalı ilaçlar var da neden ucuz ilaç yok doğrusu biz de şaşıyoruz. Kalp hastaları birçok ilaçlarını bulamıyor. En basiti 2 aydır SSK'da çocuk aspirini yok. Bu ilacı felçli ve ve tansiyon hastalarının yanı sıra bir çok hastada kullanıyoruz. Hastanede olmadığı için hasta dışardan alıyorlar. Aspirinin fiyatı 1.5 milyon ancak SSK eczanelerinde yok. Artık sigorta hastaları için yaşadığımız çok ciddi sıkıntılar var. Buna benzer birçok olay yaşıyoruz. Mesala uzun süreli hastalar için düzenlenmiş 3 aylık heyet roporları var. Hastalar 3 aylık heyet raporuyla ilaçlarını alabiliyorlar. Ancak ilaç olmadığından 2 aylık bazen de 1 aylık ilaç veriliyor. Hastalar tekrar ilaç kuyruğuna girmek zorunda kalıyorlar.
SSK İlaç Fabrikası bile bile çökertiliyor SSK İlaç Fabrikası, gerekli yatırım ve teknolojik yenileştirmeler yapılmadığı için yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. SSK İlaç Fabrikası, 22 yıl önce kurulmasına rağmen 70'li yılların teknolojisiyle kuruluş amacını yerine getirmeye çalışıyor. SSK hastanelerinin ilaç ihtiyacını en ucuz ve en güvenilir şekilde üretmesi için kurulan fabrika, ürettiği 28 kalem ürünle bile ilaç tekellerinin hedefi olmaktan kurtulamıyor. SSK hastanelerinin tüm ilaç ihtiyacını karşılayabilecek olan fabrika özel sektör lehine uygulanan politikalarla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Petrol-İş Sendikası'nın 2002 yılında "İlaç Sanayi, SSK İlaç Fabrikası ve SSK ilaç tüketimi" başlığıyla hazırladığı raporda 24 yıl önce kurulmuş ve SSK'nın ilaç ihtiyacını ucuz ve güvenilir şekilde karşılamakla sorumlu fabrikanın nasıl adım adım etkisiz hale getirildiğini gözler önüne seriyor. 1981'den bu yana üretim kapasitesinin aynı düzeyde kaldığının altı çizilen raporda, fabrikanın yıllardır yüzde 50-60 kapasitede çalıştırıldığı ifade edildi. Raporda, "Düşük kapasite ile üretilen ürünler zamanında hastanelere ve eczanelere sevk edilmemekte, depolarda neredeyse miadı doluncaya kadar bekletilerek suni olarak ilaç darlığı yaratılmakta, piyasanın eşdeğer özel sektör ilaçlarının tüketilmesi için ortam hazırlanmaktadır" denildi. Raporda yapılan fabrikanın ürünlerinin piyasadaki eşdeğerleri ile maliyet ve fiyat karşılaştırmada hiçbir ilaç SSK'nın ürettiklerinden daha ucuz olmazken, eşdeğer tüm ilaçların ortalama pahalılığı yüzde 230 olarak ortaya çıktı. Raporda, SSK ilaç giderlerinin yüzde 99.4'ünü özel sektörün yerli ve yabancı ilaç firmalarına gittiğinin altı çizilirken, "Bu işleyiş SSK'nın öteden beri politikası olmuştur. Yataklı, yataksız tedavi kurumları, bunların personelleri ve ilaç fabrikası ile oluşturulmuş büyük bir kompleksin kendine yeter duruma gelmesini özel sektör ve onların etkisindeki politikacılar ile bürokratlar istememektedir" denildi.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


AKP ne yapmak istiyor? Hacer Yücel Ankara merkezli çete kurarak, yargı sürecini etkilemeye yönelik girişimlerde bulundukları iddiasıyla başlatılan soruşturma ve soruşturmanın yankıları gündemden düşmüş gözüküyor. Ancak bu tartışmaların bayram sonunda yeniden alevlenmesi bekleniyor. "Neşter 2 Operasyonu" sağlık alanında yaşanan yolsuzluklara ilişkin görülen "Neşter Davası"nda ortaya çıkmıştı. Bu dava görülürken "yargı kararlarının rüşvet ile değiştirildiği" iddiası gündeme getirildi. İddia ile birlikte de, AKP merkezli olarak yargı kurumunun hedefe konulduğu "Neşter 2 Operasyonu" başlatıldı. Soruşturmanın gizliliğinin ve dava sonuçlanıncaya kadar herkes suçsuzdur ilkesinin ihlal edildiği süreçte kamuyonun yargıya güvenini zedeleyen açıklamalar yapıldı.
Peki bütün bunların nedeni neydi? İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır baroları başkanları, yaşananların kaygı verici bir boyuta ulaştığını belirterek bütün yaşananlardan AKP Hükümeti'ni sorumlu tutuyorlar. Baro başkanlarını bu ortak fikir etrafında bir araya getiren nedenlerin başında ise soruşturma kapsamında hükümet kanadından yapılan yanlı ve yıpratıcı beyanlar ile kısa bir süre önce yapılan "Milletvekillerimiz yargıya güvenmiyor o yüzden dokunulmazlığın kaldırılmasını istemiyor" şeklindeki açıklama. Baro başkanları; hükümeti, yargıyı güvenilmez göstererek kendi eylem ve fiillerinin cezalandırılmasının önünü kapatmakla suçluyor. Baro başkanları, operasyon boyunca soruşturmanın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğini ve bunun cezasının ise 2 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası olduğunu belirtiyorlar.
Baro başkanları konuya ilişkin şunları söyledi:
'AKP yargılanmamak için bunu yapıyor'
İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu: Neşter-2 soruşturmasının yürütülüş biçimi ve yapılan açıklamalar yargıya müdahale niteliğinde olup yargının temel ilkeleri olan soruşturmanın gizliliği ve masumiyet karinesi ihlal edilmiştir. Şimdi bu soruşturmada pek çok ilginç nokta var: Örneğin 4422 sayılı Yasa hükümlerine göre soruşturma yapıldığı söyleniyor ve bu yasa örgütlü suç fiilini düzenliyor. Oysa bana göre bu operasyon 4422 sayılı Yasa kapsamında değil. Çünkü zaten Ceza Yasa'mız rüşveti cezalandırmayı düzenlemiş. Peki neden 4422 sayılı Yasa kapsamına sokmak istiyorlar? Çünkü yargılamayı Devlet Güvenlik Mahkemesi yapacak. Ve buradaki yargılama koşulları daha sert. İkincisi telefon görüşmelerinin banda alınması işlemi sadece delile ulaşmak için yapılır. Yani insanların konuşmaları dinlenir ve suç niteliği konusunda bir anlaşma varsa o telefon konuşmasından oraya varma yani rüşvet verildiğinde onu yakalama amaçlanır. Yoksa tek başına telefon konuşması yeterli delil değildir. 4422 sayılı Yasa'nın 10. maddesinde "Bu kanun gereğince yürütülen işlemler ve hazırlık soruşturması sırasında alınan kararlar gizlidir. Gizliliği ihlal edenler hakkında 2 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verelir" deniliyor. Şimdi burada savcı, bakan, milletvekili bunu ihlal ettiler. İşte Adalet Bakanı çıkıp "öyle bir insana rüşvet vermek istediler ki şaşıracaksınız" diyor. Bu ve buna benzer açıklamalar ile dava sonuçlanıncaya kadar herkesin suçsuz olduğunu düzenleyen masumiyet karinesi ihlal ediliyor. Basında bulunu yapıyor. Bütün bunların nedeni mevcut yönetimin mevcut düzenle çatışmasıdır. Zaten bu durum dokunulmazlığın kaldırılması tartışmaları sırasında yapılan "biz yargıya güvenmiyoruz" açıklaması ile başladı. Sonrasında ise bu oldu. Bir-iki kişi belki iddia edilen bu fiili yapmış olabilir ama bunu bütüne mal etmek kurumu yıpratır ve sarsar. Hükümet tam da bunu yapmak istiyor. Böylece eylemlerinden ötürü yargıya gitmekten kendisini kurtarmak istiyor.
'Yargı bağımsız değil'
İzmir Barosu Başkanı Bahattin Özcan Acar: Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa'nın 2. maddesinde demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır. Devlet görev ve yetkileri güçler ayrılığı ilkesine göre yasama, yürütme ve yargı erklerine paylaştırılmıştır. Yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı Anayasa'nın 9. maddesinde açıklanmış, yargının bağımsızlığıyla ilgili düzenlemeler de Anayasa'nın 138 ve devamı olan kısımda yer almıştır. Bu bölümdeki düzenlemelere göre Türkiye'de yargı tam anlamıyla bağımsızlığını gerçekleştirebilmiş değildir. Yargıçların yansızlığını ve bağımsızlığını zedeleyen birçok hüküm, örneğin Adalet Bakanı ve müsteşarın Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda yer alması, yargıç ve savcı denetlemelerinin Adalet Bakanlığı müfettişlerince yapılması terfi ve nakillerle ilgili tüm hazırlıkların bakanlıkça yapılarak kurul önüne getirilmesi gibi hükümler bağımsızlığa aykırıdır. Bu olumsuzluklar yargıya müdahale için fırsat yaratmaktadır. Müdahale edelecek güç de siyasal irade olabilir. Bunun dışında yasadışı yollardan rüşvet nüfuz suistimali gibi müdahale biçimleri sistemli değil, münferittir. Biz bu olayları yine yargının temizleyeceğine, kendi değerlerini kendisinin koruyacağına inanıyor; bu gibi bireysel olayların istismar edilerek yargı üzerinde müdahalelere imkân verecek girişimler yapılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Siyasal iktidar da, medya da soruşturmanın hukuka uygun yürütülmesini etkileyecek davranışlardan kaçınmalıdır. Aksine davranış, yargıya haksız bir müdahale niteliğinde olup, yargıyı kurumsal olarak zedeler.
'Açıklamalar bizi kaygılandırıyor'
Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu: 12 Eylül hukuku; hakim, savcı, avukatlık mesleğine kabul ve mesleğin yürütülmesi noktasında bu mesleklerin özü olan bağımsızlığa yönelik büyük gedikler yarattı. Bağımsızlığı aynı zamanda ekonomik bağımsızlık olarak anlamak gerekiyor. Yeni oluşan kadrolarda demokratik değerlere bağlılık düşüncesi öncelikli olmadığından, vicdanları ile cüzdanları arasına sıkışan yargı mensupları vicdan yerine cüzdanlarını tercih etmeye başladılar. Bunu genel bir tutum olarak ifade etmiyorum ama bu ifadenin yargının en üstünde olan şahıslarca ifade edilmesi bile sorunun boyutunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Yapılması gereken, geçici çözümlerle değil, yargı sistemini bir bütün olarak yeniden ele alıp kalıcı çözümler üretme olmalıdır. Ancak Neşter-2 ile yeniden gündeme gelen durum ortaya koymaktadır ki, bunun yapacak siyasi irade olmadığı gibi, adalet sisteminin içinde yer alanlar da kalıcı çözümler üretmekten uzaktır. Adelet Bakanlığı'nın operasyon olmadan yaptığı açıklamalar, soruşturmayı yürüten DGM savcısının operasyonla ilgili olarak basına verdiği demeçler ve daha sonra yapılan açıklamalar; bu operasyonun başka saiklerlerde gündeme getirildiği izlenimi vermektedir. Son on günde basına yansıyan tablo bizim kaygılarımızı haklı çıkarmaktadır.
Neşter-2 ile dokunulmazlık arasında ilişki var
Ankara Barosu Başkanı Semih Güner : Son dönemlerde, yani dokunulmazlığın kaldırılmasının gündeme gelmesi nedeniyle milletvekillerimizin ve bir kısım bakanlarımızın yargıyı zedeleyen açıklamaları da oldu. Ki bunların çoğunun yargılanabilmeleri için dokunulmazlıklarının kaldırılması gereken milletvekilleri ve bakanların olması düşündürücü. Ve maalesef bu söylemlerle dokulunmazlıkların kaldırılmaması için gerekçe oluşturulması çabasına girildi. Tepki üzerine Neşter-2 Operasyonu ile "işte bizi yargılamak istediğiniz yargılamadaki durum budur" dercesine operasyonlar başlatıldı. Operasyonların Adalet Bakanı'nın bilgisi dahilinde yapıldığını göz önüne aldığımızda yargıya yaratılmak istenen güvensizliğin dokunulmazlıkların kaldırılmaması ile bağı olduğunu görebiliyoruz. Yargıya güvenin artması için yargıç bağımsızlığının çok kısa sürede sağlanması kaçınılmaz hale gelmiştir. Adalet Bakanı ve müşteşarının Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan ayrılmasının tam zamanıdır.
Diğer aşiretler Öte yandan, Siirt ve Eruh'ta göçebe olarak yaşayan ve yaklaşık 30 bin nüfuslu Soran ve Mehmediyan aşiretleri ile Şırnak merkez, Cizre, Silopi, İdil ile Beştüşşebap ilçelerinde yaşayan yaklaşık 60 bin nüfuslu Batuyan, Jirkan, Dideran, Spertiyan ve Tayyan aşiretleri mensuplarının çoğu yerleşik düzene geçmek istiyor. Yaz aylarında özellikle Van, Herekol ve Çemekare yörelerindeki yaylalara giden ve kışın geri dönen ailelerin bir kısmı kendi imkânları ile konut yaparak yerleşik düzene geçti.
Hastanelerde çok ciddi sıkıntılar var SSK Okmeydanı Hastanesi'nde çalışan ve aynı zamanda İstanbul Tabip Odası Üyesi Dr. Beyza Kutay, özellikle son 3 aydır SSK'da ciddi ilaç sıkıntısı yaşandığına dikkat çekti. Dr. Beyza Kutay, SSK hastalarının yaşadığı sorunları şöyle anlattı: "Hastalarımıza ilaç yazıyoruz. Eczaneye gidiyor, ilacını bulamadığı için tekrar bize geliyorlar. Hastaya tekrar olmayan ilacın yerine geçecek başka bir ilaç yazıyoruz. Aynı gün ikinci reçete yazamadığımız için hasta ertesi gün tekrar bize geliyor. İstediğimiz ilacı bulana kadar hasta defalarca gidip geliyor. O kuyruklara tekrar tekrar girmek zorunda kalıyor. Bu yaşanan olaylar ayakta tedavi olan hastalarda olduğu gibi yatan hastalar için de geçerli.
Aspirin yok Yaşadığımız diğer bir sıkıntı da bizim yazdığımız ucuz ilaç yerine pahalı ilaç veriliyor. Pahalı ilaçlar var da neden ucuz ilaç yok doğrusu biz de şaşıyoruz. Kalp hastaları birçok ilaçlarını bulamıyor. En basiti 2 aydır SSK'da çocuk aspirini yok. Bu ilacı felçli ve ve tansiyon hastalarının yanı sıra bir çok hastada kullanıyoruz. Hastanede olmadığı için hasta dışardan alıyorlar. Aspirinin fiyatı 1.5 milyon ancak SSK eczanelerinde yok. Artık sigorta hastaları için yaşadığımız çok ciddi sıkıntılar var. Buna benzer birçok olay yaşıyoruz. Mesala uzun süreli hastalar için düzenlenmiş 3 aylık heyet roporları var. Hastalar 3 aylık heyet raporuyla ilaçlarını alabiliyorlar. Ancak ilaç olmadığından 2 aylık bazen de 1 aylık ilaç veriliyor. Hastalar tekrar ilaç kuyruğuna girmek zorunda kalıyorlar.
SSK İlaç Fabrikası bile bile çökertiliyor SSK İlaç Fabrikası, gerekli yatırım ve teknolojik yenileştirmeler yapılmadığı için yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. SSK İlaç Fabrikası, 22 yıl önce kurulmasına rağmen 70'li yılların teknolojisiyle kuruluş amacını yerine getirmeye çalışıyor. SSK hastanelerinin ilaç ihtiyacını en ucuz ve en güvenilir şekilde üretmesi için kurulan fabrika, ürettiği 28 kalem ürünle bile ilaç tekellerinin hedefi olmaktan kurtulamıyor. SSK hastanelerinin tüm ilaç ihtiyacını karşılayabilecek olan fabrika özel sektör lehine uygulanan politikalarla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Petrol-İş Sendikası'nın 2002 yılında "İlaç Sanayi, SSK İlaç Fabrikası ve SSK ilaç tüketimi" başlığıyla hazırladığı raporda 24 yıl önce kurulmuş ve SSK'nın ilaç ihtiyacını ucuz ve güvenilir şekilde karşılamakla sorumlu fabrikanın nasıl adım adım etkisiz hale getirildiğini gözler önüne seriyor. 1981'den bu yana üretim kapasitesinin aynı düzeyde kaldığının altı çizilen raporda, fabrikanın yıllardır yüzde 50-60 kapasitede çalıştırıldığı ifade edildi. Raporda, "Düşük kapasite ile üretilen ürünler zamanında hastanelere ve eczanelere sevk edilmemekte, depolarda neredeyse miadı doluncaya kadar bekletilerek suni olarak ilaç darlığı yaratılmakta, piyasanın eşdeğer özel sektör ilaçlarının tüketilmesi için ortam hazırlanmaktadır" denildi. Raporda yapılan fabrikanın ürünlerinin piyasadaki eşdeğerleri ile maliyet ve fiyat karşılaştırmada hiçbir ilaç SSK'nın ürettiklerinden daha ucuz olmazken, eşdeğer tüm ilaçların ortalama pahalılığı yüzde 230 olarak ortaya çıktı. Raporda, SSK ilaç giderlerinin yüzde 99.4'ünü özel sektörün yerli ve yabancı ilaç firmalarına gittiğinin altı çizilirken, "Bu işleyiş SSK'nın öteden beri politikası olmuştur. Yataklı, yataksız tedavi kurumları, bunların personelleri ve ilaç fabrikası ile oluşturulmuş büyük bir kompleksin kendine yeter duruma gelmesini özel sektör ve onların etkisindeki politikacılar ile bürokratlar istememektedir" denildi.
src=/resim/b1.gif width=5>



AKP ne yapmak istiyor? Hacer Yücel Ankara merkezli çete kurarak, yargı sürecini etkilemeye yönelik girişimlerde bulundukları iddiasıyla başlatılan soruşturma ve soruşturmanın yankıları gündemden düşmüş gözüküyor. Ancak bu tartışmaların bayram sonunda yeniden alevlenmesi bekleniyor. "Neşter 2 Operasyonu" sağlık alanında yaşanan yolsuzluklara ilişkin görülen "Neşter Davası"nda ortaya çıkmıştı. Bu dava görülürken "yargı kararlarının rüşvet ile değiştirildiği" iddiası gündeme getirildi. İddia ile birlikte de, AKP merkezli olarak yargı kurumunun hedefe konulduğu "Neşter 2 Operasyonu" başlatıldı. Soruşturmanın gizliliğinin ve dava sonuçlanıncaya kadar herkes suçsuzdur ilkesinin ihlal edildiği süreçte kamuyonun yargıya güvenini zedeleyen açıklamalar yapıldı.
Peki bütün bunların nedeni neydi? İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır baroları başkanları, yaşananların kaygı verici bir boyuta ulaştığını belirterek bütün yaşananlardan AKP Hükümeti'ni sorumlu tutuyorlar. Baro başkanlarını bu ortak fikir etrafında bir araya getiren nedenlerin başında ise soruşturma kapsamında hükümet kanadından yapılan yanlı ve yıpratıcı beyanlar ile kısa bir süre önce yapılan "Milletvekillerimiz yargıya güvenmiyor o yüzden dokunulmazlığın kaldırılmasını istemiyor" şeklindeki açıklama. Baro başkanları; hükümeti, yargıyı güvenilmez göstererek kendi eylem ve fiillerinin cezalandırılmasının önünü kapatmakla suçluyor. Baro başkanları, operasyon boyunca soruşturmanın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğini ve bunun cezasının ise 2 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası olduğunu belirtiyorlar.
Baro başkanları konuya ilişkin şunları söyledi:
'AKP yargılanmamak için bunu yapıyor'
İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu: Neşter-2 soruşturmasının yürütülüş biçimi ve yapılan açıklamalar yargıya müdahale niteliğinde olup yargının temel ilkeleri olan soruşturmanın gizliliği ve masumiyet karinesi ihlal edilmiştir. Şimdi bu soruşturmada pek çok ilginç nokta var: Örneğin 4422 sayılı Yasa hükümlerine göre soruşturma yapıldığı söyleniyor ve bu yasa örgütlü suç fiilini düzenliyor. Oysa bana göre bu operasyon 4422 sayılı Yasa kapsamında değil. Çünkü zaten Ceza Yasa'mız rüşveti cezalandırmayı düzenlemiş. Peki neden 4422 sayılı Yasa kapsamına sokmak istiyorlar? Çünkü yargılamayı Devlet Güvenlik Mahkemesi yapacak. Ve buradaki yargılama koşulları daha sert. İkincisi telefon görüşmelerinin banda alınması işlemi sadece delile ulaşmak için yapılır. Yani insanların konuşmaları dinlenir ve suç niteliği konusunda bir anlaşma varsa o telefon konuşmasından oraya varma yani rüşvet verildiğinde onu yakalama amaçlanır. Yoksa tek başına telefon konuşması yeterli delil değildir. 4422 sayılı Yasa'nın 10. maddesinde "Bu kanun gereğince yürütülen işlemler ve hazırlık soruşturması sırasında alınan kararlar gizlidir. Gizliliği ihlal edenler hakkında 2 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verelir" deniliyor. Şimdi burada savcı, bakan, milletvekili bunu ihlal ettiler. İşte Adalet Bakanı çıkıp "öyle bir insana rüşvet vermek istediler ki şaşıracaksınız" diyor. Bu ve buna benzer açıklamalar ile dava sonuçlanıncaya kadar herkesin suçsuz olduğunu düzenleyen masumiyet karinesi ihlal ediliyor. Basında bulunu yapıyor. Bütün bunların nedeni mevcut yönetimin mevcut düzenle çatışmasıdır. Zaten bu durum dokunulmazlığın kaldırılması tartışmaları sırasında yapılan "biz yargıya güvenmiyoruz" açıklaması ile başladı. Sonrasında ise bu oldu. Bir-iki kişi belki iddia edilen bu fiili yapmış olabilir ama bunu bütüne mal etmek kurumu yıpratır ve sarsar. Hükümet tam da bunu yapmak istiyor. Böylece eylemlerinden ötürü yargıya gitmekten kendisini kurtarmak istiyor.
'Yargı bağımsız değil'
İzmir Barosu Başkanı Bahattin Özcan Acar: Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa'nın 2. maddesinde demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır. Devlet görev ve yetkileri güçler ayrılığı ilkesine göre yasama, yürütme ve yargı erklerine paylaştırılmıştır. Yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı Anayasa'nın 9. maddesinde açıklanmış, yargının bağımsızlığıyla ilgili düzenlemeler de Anayasa'nın 138 ve devamı olan kısımda yer almıştır. Bu bölümdeki düzenlemelere göre Türkiye'de yargı tam anlamıyla bağımsızlığını gerçekleştirebilmiş değildir. Yargıçların yansızlığını ve bağımsızlığını zedeleyen birçok hüküm, örneğin Adalet Bakanı ve müsteşarın Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda yer alması, yargıç ve savcı denetlemelerinin Adalet Bakanlığı müfettişlerince yapılması terfi ve nakillerle ilgili tüm hazırlıkların bakanlıkça yapılarak kurul önüne getirilmesi gibi hükümler bağımsızlığa aykırıdır. Bu olumsuzluklar yargıya müdahale için fırsat yaratmaktadır. Müdahale edelecek güç de siyasal irade olabilir. Bunun dışında yasadışı yollardan rüşvet nüfuz suistimali gibi müdahale biçimleri sistemli değil, münferittir. Biz bu olayları yine yargının temizleyeceğine, kendi değerlerini kendisinin koruyacağına inanıyor; bu gibi bireysel olayların istismar edilerek yargı üzerinde müdahalelere imkân verecek girişimler yapılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Siyasal iktidar da, medya da soruşturmanın hukuka uygun yürütülmesini etkileyecek davranışlardan kaçınmalıdır. Aksine davranış, yargıya haksız bir müdahale niteliğinde olup, yargıyı kurumsal olarak zedeler.
'Açıklamalar bizi kaygılandırıyor'
Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu: 12 Eylül hukuku; hakim, savcı, avukatlık mesleğine kabul ve mesleğin yürütülmesi noktasında bu mesleklerin özü olan bağımsızlığa yönelik büyük gedikler yarattı. Bağımsızlığı aynı zamanda ekonomik bağımsızlık olarak anlamak gerekiyor. Yeni oluşan kadrolarda demokratik değerlere bağlılık düşüncesi öncelikli olmadığından, vicdanları ile cüzdanları arasına sıkışan yargı mensupları vicdan yerine cüzdanlarını tercih etmeye başladılar. Bunu genel bir tutum olarak ifade etmiyorum ama bu ifadenin yargının en üstünde olan şahıslarca ifade edilmesi bile sorunun boyutunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Yapılması gereken, geçici çözümlerle değil, yargı sistemini bir bütün olarak yeniden ele alıp kalıcı çözümler üretme olmalıdır. Ancak Neşter-2 ile yeniden gündeme gelen durum ortaya koymaktadır ki, bunun yapacak siyasi irade olmadığı gibi, adalet sisteminin içinde yer alanlar da kalıcı çözümler üretmekten uzaktır. Adelet Bakanlığı'nın operasyon olmadan yaptığı açıklamalar, soruşturmayı yürüten DGM savcısının operasyonla ilgili olarak basına verdiği demeçler ve daha sonra yapılan açıklamalar; bu operasyonun başka saiklerlerde gündeme getirildiği izlenimi vermektedir. Son on günde basına yansıyan tablo bizim kaygılarımızı haklı çıkarmaktadır.
Neşter-2 ile dokunulmazlık arasında ilişki var
Ankara Barosu Başkanı Semih Güner : Son dönemlerde, yani dokunulmazlığın kaldırılmasının gündeme gelmesi nedeniyle milletvekillerimizin ve bir kısım bakanlarımızın yargıyı zedeleyen açıklamaları da oldu. Ki bunların çoğunun yargılanabilmeleri için dokunulmazlıklarının kaldırılması gereken milletvekilleri ve bakanların olması düşündürücü. Ve maalesef bu söylemlerle dokulunmazlıkların kaldırılmaması için gerekçe oluşturulması çabasına girildi. Tepki üzerine Neşter-2 Operasyonu ile "işte bizi yargılamak istediğiniz yargılamadaki durum budur" dercesine operasyonlar başlatıldı. Operasyonların Adalet Bakanı'nın bilgisi dahilinde yapıldığını göz önüne aldığımızda yargıya yaratılmak istenen güvensizliğin dokunulmazlıkların kaldırılmaması ile bağı olduğunu görebiliyoruz. Yargıya güvenin artması için yargıç bağımsızlığının çok kısa sürede sağlanması kaçınılmaz hale gelmiştir. Adalet Bakanı ve müşteşarının Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan ayrılmasının tam zamanıdır.
Evrensel'i Takip Et