10 Ocak 2003 22:00
'Oğullarla analar'
Askerlik yurdumuzda kutsal bir görev sayılır. Ana babalar, delikanlıların ancak askerlik ocağında ana-baba kıymetini, evinin, baba ocağının değerini öğreneceğine inanırlar. Üstelik eğitim-öğretim çoğunlukla askerlikle tamamlanır. Ali Okulu'nda okuma-yazma; askerlikte şoförlük, sıhhiyelik, telefonculuk öğrenen az mı? Bunların yanı sıra bir de yurt savunması var elbet. Belki askerlik süresinin uzunluğu yüzünden evlenmeler bile askerlik sonrasına ertelenir. Şu günlerde ana babalar yine asker oğullarını görme telaşındaydı, yemin törenleri vardı. Kimi yedek subay öğrencisi, kimi yüksek öğrenimli kısa dönem çavuş adayı, kimi on sekiz ay askerlik edecek delikanlılarla analar, babalar, nişanlılar kucaklaştı kışlalarda... Ana babaların yüreği yine de kıpır kıpır. Savaş ihtimalini anımsamak istemiyor hiçbiri. Daha doğrusu elleriyle itekler gibiler. Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın 1978 Temmuz'unda "Güvercin" dergisinde yayımlanmış bir şiiri vardır onu anımsadım. Adı "Oğullarla Analar"dı. Bilmiyorum kitaplarından birine aldı mı? Askere alınan bir delikanlıyı anlatıyor o şiirinde.
"Er oldu o
Giysi verdiler şayak
Sağlam mı sağlam"
diye başlıyor şiirine. Bilirsiniz kuşkusuz, Dağlarca asker kökenlidir. Hem bu köken, hem şair dikkati askerin donanımını eksiksiz saydırıyor: Kabaralı ayakkabı, kösele kütüklük, menevişli demir tüfek. Sonra bunların "sağlam mı sağlam" olduğunu söylüyor. En son miğfere geliyor sıra:
"Sonra başlık verdiler en iyisinden çelik Sağlam mı sağlam Sanki bin yıl kullanacaktı bunları o"
Şiir bir çığlık gibi içe işleyen dizelerle sonlanıyor:
"Savaşa girdi o Düşüverdi ilk kurşunda
Dayandı Anasının yüz bin yıllık yüreği Sağlam mı sağlam"
Şiir hangi genç yüze baksam yankılanıyor beynimde. Hangi kadının yüzüne baksam yüz bin yıldır acılarla katılıp kalmış ana yüreklerini anımsıyorum. Sakarya Üniversitesi Öğrenci Platformu, 8 Ocak günü Irak Savaşı ile ilgili bir panel düzenledi. Konuşmacılardan biri Pınar Selek'ti, biri ben. Selek, savaşın ve barışın sosyo-politik bir tanımını yaptı. Barışın bir ateşkes dönemi demek olmadığını vurguladı. Ama şiddete bu topraklardaki erkeklerin vurgunluğunu da. Ben o ara hep "Asker ettiler beni kıdemli çavuş/Kore dağlarında oldum ben bir kuş" türküsünü anımsıyordum. Başkaları da var ya... Dağlarca'nın şiiri de dilimin ucundaydı da, ana yüzlerinin, delikanlı yüzleriyle yan yana olduğu bu toplantıda bu şiiri okuyamadım. Kötü bir dilek gibi geldi. Melih Cevdet Anday'ın "Olsun da Gör"ünü okudum. Dünyanın barışla kazanacağı güzelliği. Sakarya Üniversitesi Öğrenci Platformu birkaç gün önce de şehrin ortasında stand açmış , savaşa karşı imza toplamışlardı. Yerel basında geniş yer verilmiş. Kimi esnaflar da dükkânlarına "Savaşa Hayır" pankartları asmış. İHD'nin Sakarya Şubesi'nin de önümüzdeki günlerde böyle bir toplantısı olacak. Aklımda hep panelde sorulan bir soru var, "savaşta kim sevinir". Ben "savaştan kâr edenler" dedim; "örneğin silah tacirleri". Gençlerden biri, insanın ve doğanın ölümüne yol açarak kâr etmeyi bir türlü kavrayamamış olmalı. Panel bittikten sonra da kapanmayan emniyet kamerasının önünde konuştuk bir süre daha. Ben bu canlı kalkan olayını onaylasam da savaşı emekçi sınıfların uluslararası dayanışmasının engelleyebileceğine inanıyorum hâlâ. Bir zamanlar Vietnam'a gidecek gemilere askeri malzemeyi yüklemeyi reddeden rıhtım işçilerini anımsıyorum. Emek Platformu'nun bir günlük işbırakma eylemine güveniyorum. Refik Durbaş'ın "Usta" şiirini anımsıyorum:
"Onurunla bezenmiş bütün fabrika alın terindir şimdi acıyı onaran
Bu gün grevdesin, korkuya aldanma mavi gömleğin derlesin afişleri"
Bir düşündüm de savaş emperyalistlerin paylaşımına yararlı. Emekçinin yükü, yoksulluğu ağırlaşıyor savaşlarda. Türküler, şiirler, masallar hep bunu söylemiş, söylüyor. Ama savaşlar durmuyor. Zor durumdaki ülkelerin yoksul delikanlıları itiliyor savaşa. Ülkenin bunca derdi çözüm beklerken "ne savaşı" da denemiyor. Kim bilir birileri savaşı işsizliğin, yokluğun tek çaresi olarak mı görüyor nedir..
diye başlıyor şiirine. Bilirsiniz kuşkusuz, Dağlarca asker kökenlidir. Hem bu köken, hem şair dikkati askerin donanımını eksiksiz saydırıyor: Kabaralı ayakkabı, kösele kütüklük, menevişli demir tüfek. Sonra bunların "sağlam mı sağlam" olduğunu söylüyor. En son miğfere geliyor sıra:
"Sonra başlık verdiler en iyisinden çelik Sağlam mı sağlam Sanki bin yıl kullanacaktı bunları o"
Şiir bir çığlık gibi içe işleyen dizelerle sonlanıyor:
"Savaşa girdi o Düşüverdi ilk kurşunda
Dayandı Anasının yüz bin yıllık yüreği Sağlam mı sağlam"
Şiir hangi genç yüze baksam yankılanıyor beynimde. Hangi kadının yüzüne baksam yüz bin yıldır acılarla katılıp kalmış ana yüreklerini anımsıyorum. Sakarya Üniversitesi Öğrenci Platformu, 8 Ocak günü Irak Savaşı ile ilgili bir panel düzenledi. Konuşmacılardan biri Pınar Selek'ti, biri ben. Selek, savaşın ve barışın sosyo-politik bir tanımını yaptı. Barışın bir ateşkes dönemi demek olmadığını vurguladı. Ama şiddete bu topraklardaki erkeklerin vurgunluğunu da. Ben o ara hep "Asker ettiler beni kıdemli çavuş/Kore dağlarında oldum ben bir kuş" türküsünü anımsıyordum. Başkaları da var ya... Dağlarca'nın şiiri de dilimin ucundaydı da, ana yüzlerinin, delikanlı yüzleriyle yan yana olduğu bu toplantıda bu şiiri okuyamadım. Kötü bir dilek gibi geldi. Melih Cevdet Anday'ın "Olsun da Gör"ünü okudum. Dünyanın barışla kazanacağı güzelliği. Sakarya Üniversitesi Öğrenci Platformu birkaç gün önce de şehrin ortasında stand açmış , savaşa karşı imza toplamışlardı. Yerel basında geniş yer verilmiş. Kimi esnaflar da dükkânlarına "Savaşa Hayır" pankartları asmış. İHD'nin Sakarya Şubesi'nin de önümüzdeki günlerde böyle bir toplantısı olacak. Aklımda hep panelde sorulan bir soru var, "savaşta kim sevinir". Ben "savaştan kâr edenler" dedim; "örneğin silah tacirleri". Gençlerden biri, insanın ve doğanın ölümüne yol açarak kâr etmeyi bir türlü kavrayamamış olmalı. Panel bittikten sonra da kapanmayan emniyet kamerasının önünde konuştuk bir süre daha. Ben bu canlı kalkan olayını onaylasam da savaşı emekçi sınıfların uluslararası dayanışmasının engelleyebileceğine inanıyorum hâlâ. Bir zamanlar Vietnam'a gidecek gemilere askeri malzemeyi yüklemeyi reddeden rıhtım işçilerini anımsıyorum. Emek Platformu'nun bir günlük işbırakma eylemine güveniyorum. Refik Durbaş'ın "Usta" şiirini anımsıyorum:
"Onurunla bezenmiş bütün fabrika alın terindir şimdi acıyı onaran
Bu gün grevdesin, korkuya aldanma mavi gömleğin derlesin afişleri"
Bir düşündüm de savaş emperyalistlerin paylaşımına yararlı. Emekçinin yükü, yoksulluğu ağırlaşıyor savaşlarda. Türküler, şiirler, masallar hep bunu söylemiş, söylüyor. Ama savaşlar durmuyor. Zor durumdaki ülkelerin yoksul delikanlıları itiliyor savaşa. Ülkenin bunca derdi çözüm beklerken "ne savaşı" da denemiyor. Kim bilir birileri savaşı işsizliğin, yokluğun tek çaresi olarak mı görüyor nedir..
Evrensel'i Takip Et