8 Aralık 2002 22:00
Toplumsal eşitsizlik
küreselleşmenin iflasıdır
GÜNÜN YAZILARI
Dünya Bankası (DB), Birleşmiş Milletler (BM) ve IMF gibi neoliberal ekonominin mimarı ve uluslararası düzeyde uygulayıcısı kuruluşlar, yarattıkları toplumsal eşitsizliğe karşı önlem alıyorlar. Geri kalmış ve yoksulluğun derinleşip açlığa dönüştüğü ülkelere yapılan "karşılıksız" yardımlar, toplumsal eşitsizliği önleyici olduğunu iddia ettikleri programlar ve kredilerle sözde yoksullukla mücadele ediyorlar.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, yoksulluğun tüm dünyada giderek derinleşmesinin yıllardır uygulanan neoliberal politikalarının iflasından başka birşey olmadığını vurguladı. DB, IMF ve BM gibi kuruluşların yoksullukla ilgilenmesinin "yoksulluğu katlanılabilir ve yönetilebilir kılmak"tan başka amacı olmadığını dile getiren Güler, yoksulluk sorununa eşitsizlik sorunu olarak bakılmadığı sürece çözüm üretilemeyeceğine dikkat çekti.
Prof. Dr. Güler, yoksulluk kavramı ve toplumsal eşitsizlikler konusundaki sorularımızı yanıtladı;
Yoksulluk kavramı son yıllarda sıkça gündeme geliyor. Öncelikle yoksulluk nedir?
Yoksulluk adı verilen sorun, son 10 yılda çokca ön plana çıkan temel kavramlardan biri oldu. Üniversitelerde akademisyenler çok çeşitli alanlarda yoksulluğu tanımlamaya, yoksulluk sorununu çözme yolunda alternatifler geliştirmeye çalıştılar. Yoksullaşma yeni bir sorun, yoksulluk yepyeni bir sorun değil. Ama yoksulluğun giderek derecesi artan, artık dayanılmaz boyutlara ulaşan bir sorun haline gelişi son 25 yıldan bu yana uygulanan neoliberal politikaların sonucu oldu. Öyle ki dünya genelinde hem gelişmiş ülkelerde hem de azgelişmiş ülkelerde yoksulluk yaygınlaşıp derinleşti. Niteliği daha da ağır hale geldi ama dünyanın bazı ülkelerinde yoksulluk açlığa dönüştü. Bunun örneği Afrika kıtasıdır. Afrika kıtasının başetmeye çalıştığı yoksulluk son 25 yıldan bu yana açlığa, çocukların katlanılması mümkün olmaz biçimde ölümlerine dönüştü. Gerçekte yoksulluk, yoksullaşma sürecinin yaygınlaşması, dünya coğrafyasında hemen her toprak parçasında büyük sorun haline gelişi ve derinleşmesi yoksulluğun niteliğinin daha da ağırlaşması ve ortadan kaldırılamazmış gibi görüntü arzetmesi son 25 yıllık neoliberal politikaların yani küreselleşmenin iflasından başka hiçbirşeyi göstermiyor.
Yoksulluğun derinleşmesi neoliberal politikaların iflasına işaret ediyorsa, bu iflası hazırlayan uluslararası kuruluşlar niçin yoksullukla ilgileniyorlar?
Gerçekten dünya geneline bakıldığında yoksulluk kavramına karşı en büyük mücadeleyi veren örgütlerden birisi DB'dır. Yoksulluğa karşı çeşitli araştırmalar yapıp mekanizmalar geliştirmeye çalışan yoksulluğu önleyici fonlar inşa etmeye çalışan kurum BM'dir. Oysa başta DB ve BM son 25 yıldan bu yana uygulanan neoliberal politikaların mimarlarıdır. Acaba bunlar bir tür vicdan azabına mı uğradılar da yoksulluğa karşı mücadele ediyorlar diye düşünmek gerekiyor. Bu sorun vicdan sorunu değildir. Ama burada kavramlarla çok ustaca oynanıyor, yoksulluk problemi gerçekte son derece yapısal. Küresel kapitalizmin derinleşen iflasının göstergesi olan yoksulluk problemi aynı kuruluşlar tarafından kendilerinin ortadan kaldırmayı hedeflediği sorun diye adlandırılıyor. Ancak burada asıl sorun, yaşananın yoksulluk sorunu diye görülmesi. Eğer meseleyi yoksulluk sorunu diye görürseniz yoksulluğun katlanılabilir ölçülerde tutulması yoksulluğun ve yoksulun yönetilebilir kılınmasından ibaret hale gelir. DB ve BM'nin yoksulluk sorununa bakışı yoksulluğu dünya yüzünden silmek değil yoksulluğu katlanılabilir yönetilebilir kılmaktan ibarettir. Dolayısıyla eğer günümüzde yaşanılan bu soruna yani neoliberal küresel politikaların iflası sorununa yoksulluk adını koyacak olursak biz onu giderme, ortadan kaldırma şansını bulamayacağız. DB'nin, BM'nin ve hiç sorgulamadan bunu kabul eden pek çok siyasi parti ya da akademik kurulun soruna yoksulluk adı vermesi, bu kadar sorgulamadan kabul etmesi eleştirilmesi gereken bir noktadır. Sorun eğer toplumsal eşitsizlik sorunu olarak görülürse çözülebilir hale gelir.
Soruna eşitsizlik sorunu olarak bakmanın çözüm konusunda sağlayacağı yararlar nelerdir?
Dünya halklarının büyük kaybetme sürecine yoksulluk değil eşitsizlik olarak bakarsak dünyanın gelişmiş ülkeleriyle az gelişmiş ülkeleri yani zengin ülkeleri ile yoksul ülkeleri arasındaki eşitsizliği göreceğiz; bir ülkenin içindeki farklı kentler farklı bölgeler arasındaki dengesizlik sorunu diye göreceğiz; bir kentin içinde şu semtte bu semte varolan büyük dengesizlik sorunu diye göreceğiz. Soruna yoksulluk diye baktığımda sorunun iki ucunu görmüyorum. Yoksul olan ucu, kendi amaçlarım doğrultusunda yönetilme sorunuyla kapatıyorum. Dolayısıyla meseleyi dünya genelinde ülke genelinde çeşitli toplumsal kesimler arasında dengesizlik eşitsizlik sorunu olarak görmezsem, bunu devletin temel görev alanlarından biri olarak da anlamıyorum. Yoksulluk diye görürsem yoksulluk sorunun çözümünü bir vicdan sorunu haline getirme gibi bir sözde avantaj elde ediyorum. Çözüm ne olabilir diye sorduğumda merhameten çözüm ile siyaseten devleten çözüm arasına uçurum koyuyorum. Yaşanan iflas sorununa yoksulluk diye bakarsak merhameten, cemaatçi çözümlere yöneleceğiz. Eğer soruna toplumsal eşitsizlik diye bakarsak siyaseten, devlet merkezli politika üretme yönünde çözümler aramak üzere bakacağız. Bu ikisi arasındaki fark oldukça açıktır. Birisi toplumsal yaşamı ve toplumsal örgütlenmeyi bireysel vicdanlara, cemaat örgütlenmelerine terketmek anlamına gelir. Bir diğeri sorunu toplumsal akla ve devlet politikalarına terketmek anlamına gelecektir. DB ve BM ve onlar gibi bir takım küresel örgütlerin neoliberal politikaların iflasını yoksulluk olarak görmesi bizi gerçekte hem o iflası tanımlamaktan alıkoyuyor, hem de bu iflasın neden olduğu büyük çöküntüye karşı gerçek sonuca varabilecek politikalar üretme olanaklarından geri bırakıyor. Yoksulluğun yaratıcıları, yoksulluk kavramını öne çıkarıp kendilerine karşı alternatif gelişmesini önlediler. Yoksulluğun sorumlularına karşı "mesele kapitalizmin toplumsal eşitsizlikler üreten yapısıdır ve küreselleşme bu yapıyı azdırmıştır" dememizi önledikler.
Türkiye'ye bu 'yoksulluğu önleme' politikaları nasıl yansıyor?
Tarım sektöründe Doğrudan Gelir Desteği (DGD) diye uygulanan bir yapı var. DGD uygulaması gelişmiş ülkelerde devletin tarımsal üretim sistemini yönetme aracı olarak iş görür. DB marifetiyle Türkiye'nin gündemine DGD'nin girişi iki farklı araç olarak kullanılması anlamına geldi. Birincisi DGD verilerek çiftçiye DB'nin "şu üretimi yapma şunu yap" yönlendirmesini sağladı, daha doğrusu "şu üretimi yapmaktan vazgeç" deme gücünü sağladı. Öte yandan Türkiye'nin üretim planlamasına doğrudan müdahale eden DB, bir geçiş sürecinde ortaya çıkabilecek olumsuzlukları gidermek amacıyla DGD sistemini bir tür tampon mekanizma, bir tür sosyal yardım aracı olarak kullandı. İlköğretimdeki 50 milyon lira para yardımı da karşılığı dövizle ödenecek borç olarak verildi. Neoliberaller bu politikaları uygulamaya koyduklarında nasıl derinleşen bir eşitsizlik çağı açılacağının farkındaydılar. Türkiye'de bu politikalar uygulanmaya başlandığında bir fon doğdu. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, (fak-fuk-fon). Neoliberal politikaların uygulamaya girmesiyle inşa edildi ve çeşitli yerlerde mülki amirler eliyle dayanılmaz düzeye gelebilecek yoksullaşma karşısında asgari direnme olanağı sunmak üzere harekete geçirilmişti. Demek ki gerçekte uygulanan politikanın beklenmeyen bir etkisinden sözetmiyoruz. Aslında uygulanan politikanın en başta hesaplanan sonuçlarından birinden sözediyoruz. Dolayısıyla bugün yoksulluğa karşı yoksulluğu gidermek ya da yönetmek üzere geliştirilen mekanizmaların neden cemaatçi olduklarını anlamak da çok mümkün. Beklenmeyen sürpriz bir etkiye karşı "biran önce ne yapabiliriz, toplumun içinden çözüm bulalım" aceleciliği nedeniyle ortaya çıkmıyor, çok önceden hesaplanan görülen geleceği bilinen bir sonuca tek çözüm yolu olarak merhameten çözüm planlamış. Burada bir rastlantısallık, yetersizlik, devletin başa çıkmasında güçlük sözkonusu değil. Neoliberal politikaların yoksulluk sonucu doğrudan doğruya devlet dışında çözülmeye çalışılıyor.
Çözüme ilişkin mekanizmalar neler olabilir?
Devlet örgütlenmesi acaba toplumsal eşitsizlikleri gidermek için her sektörde tarımda, eğitimde, sanayide, sağlıkta her sektörde ne tür politikalar geliştirmelidir? Bu soruları sormaya başlarız. Bu soruları sormaya başladığımızda mekanizmalarını, kurumlarını, çözüm araçlarını da üretmeye başlama şansına sahibiz. Biz daha en başta eşitsizlik yerine yoksulluk kavramını kabul edip bütün bu olanaklardan yoksun bırakılmayı kabul etmiş görünüyoruz. DB'nin küresel neoliberal politikaları en baştan sonuçta yoksulluk eşitsizliklerin derinleşmesi gibi bir sorun gördüğüne göre bize verilen yoksulluk terimi içerisinde koşmamak gerekiyor. Yoksulluk diye gördüğümüz bu toplumsal sorunu eşitsizlik sorunu diye tanımlayıp, öyle tanıyıp, çözümlerini oradan doğru üretmeye başlamak gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et