22 Ekim 1999 21:00

Anahtar Susurluk'ta

Anahtar Susurluk'ta
Serpil Kurtay
Kültür eski Bakanı ve Gazeteci-Yazar Ahmet Taner Kışlalı'nın uğradığı suikast, geçmiş dönemlerde yaşanan ve "faili meçhul" kalan cinayetleri ve katliamları akla getiriyor. Dün basında çıkan haberlerin başlıklarına, içeriklerine ve devlet yetkililerin açıklamalarına baktığınızda, bu suikastin "radikal İslami örgütler" tarafından işlendiği izlenimi ediniliyor. Ancak, gerek eski suikastlerin yaşanmasının ardından yapılan açıklamalarla benzerlik ve sonrasında gelişen olaylarla, gerekse de seçilen kişinin kimliği ve Türkiye'nin içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde, bunun bir aldatmacadan ibaret olduğu anlaşılıyor.
Kışlalı'nın ölümünün ardından Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli "Failleri yakalamakta kararlıyız" derken, Başbakan Bület Ecevit, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Meclis'teki diğer partilerin genel başkanları da benzer açıklamalar yaptı. Ancak kamuoyunun hafızasında hâlâ Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Musa Anter, Namık Tarancı, Uğur Mumcu, Onat Kutlar cinayetleri ve 16 Mart, Bahçelievler, Gazi gibi katliamlarla ilgili yapılan açıklamalar ve Susurluk kazasının ardından yaşanan gelişmeler var. Politikacılar, o dönem de aynı açıklamaları yapmış, katillerin yakalanacağına dair sözler vermişlerdi. Ancak açılan dar soruşturmalarla birkaç kişi ya yakalanır ya da dosyalar devletin "faili meçhul cinayetler" arşivine kaldırılırken, duruşmalarda avukatların bu soruşturmaların genişletilmesi, devletle ve kontrgerillayla bağlantısının kurulması talepleri hiçbir zaman kabul edilmedi.
Davalar tıkanıyor
Üzerinden yıllar geçen Gazi, 16 Mart ve Bahçelievler katliamları davalarının, birbirinden ve Susurluk'tan kopuk bir şekilde yürütülmesi nedeniyle, sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağı defalarca dile getirildi. Gazi katliamı davasında avukatların dinlenmesini istediği tanıklar mahkeme tarafından kabul edilmezken, Bahçelievler katliamı davasında "Susurluk raporları" Başbakanlık tarafından gönderilmedi. 16 Mart katliamı davasında ise katliamla ilgili bilgileri açıklayan müdahil avukata dava açıldı. Tıkanma noktasına gelen bu davalar, nasıl kendi içlerinde kapatılmak isteniyorsa, Kışlalı suikasti de "devletten bağımsız bir grup" hedef gösterilerek geçiştirilmek isteniyor.
20 yıllık hukuksuzluk
Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu, suikastler arasında en çok dikkat çeken. Mumcu'nun ölümünün ardından da şeriatçı örgütler sorumlu tutulmuş, ancak zamanla cinayetin arkasında devletle bağlantılı güçlerin olduğu, bizzat yetkililerin açıklamasıyla ortaya çıkmıştı. Yine Gazeteci-Yazar Abdi İpekçi'yi öldürmekten hakkında 20 yıla kadar hapis cezası istenen ve tutuksuz olarak yargılanan Oral Çelik, delillerin örtbas edilmesi sonucu beraat ettirilmişti. Kararın ardından açıklama yapan Müdahil Avukat Turgut Kazan, "Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, hükümet, muhalefet ve Meclis bu cinayetteki bütün karanlık noktaların aydınlığa çıkarılmasını istemeliydi ki, sağlıklı bir soruşturma yürütülebilsin. Oysa, tersi yapıldı. Önce ortaya çıkan tanıkla oynandı. Sonra bir ifadenin imha edildiği açıklandı. Gariptir, çok önemli bir cinayetin failini sorgulamaya giden iki MİT görevlisi onun ne söylediğini hatırlamıyordu. Her şey bazı ilişkileri örtbas etmek üzere kurulmuştu. Mahkeme hakkında değil, ama devlet hakkında çok söylenecek şey var" demişti. Bütün bu gelişmeler ve Susurluk kazasının ardından ortaya çıkan kontrgerilla faaliyetleri -Kutlu Savaş'ın hazırladığı rapordaki bigiler dahil olmak üzere-, Kışlalı suikastinin faillerini ararken, içine düşülmemesi gereken hatayı gösteriyor. Bütün bu katliamların sağlıklı bir şekilde sonuçlandırılması ve devlet bağlantılarının araştırılarak gerçek faillerin gün ışığına çıkarılması ise, hâlâ önemli bir görev olarak önümüzde duruyor.
Savaş işareti çakmıştı!
Kutlu Savaş, Susurluk Raporu'nun Behçet Cantürk bölümünde, "Öldürme emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Ve hangi ahvalde kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur? Sistem nasıl çalışmalı, sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır?" diyor ve ekliyor:
"Hukuk devletinde bu suallerin yeri olmaz; itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre biz de de olacaktır. Ama hukuk devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır."