15 Ağustos 1999 21:00

'Bile bile eziliyoruz!'

'Bile bile eziliyoruz!'
Serpil İlgün
Özelleştirmenin ve taşeronlaştırmanın yaygın olarak uygulandığı ve on bini aşkın işçinin çalıştığı Tuzla tersaneler havzasında her türlü iş güvencesinden yoksun işçiler, sosyal güvenliğin tasfiyesi, mezarda emeklilik, tahkim ve özelleştirmeye karşı yükselen mücadelede varlık gösteremiyorlar. İşsizliğin had safhada olduğu havzada, sayıları gün geçtikçe artan kahvehanelere sabahın erken saatlerinden itibaren gelerek iş umuduyla bekleyen işçiler, kendilerini yaşadıkları sorunlara karşı duyarsız olmakla eleştirirken, "birlik beraberliğin olmamasından" yakınıyorlar.
İş kazalarının hatta ölümlerin bile sıradan olaylar haline geldiği tersanelerde, üç yıl önceki yevmiyelerle çalıştırılan işçilerle, "iş yerimiz" dedikleri kahvelerde görüştük.
'Sorunlarına sahip çıkmıyor'
Beşbuçuk aydır işsiz olduğunu belirten makine teknikeri Selçuk Yardım, yükselen eylemliliklerin havzaya yansımadığını belirterek, nedenlerini sıralıyor: "Havzadaki işçilerin kendi sorunlarına sahip çıkma bilinci gelişmemiştir. Yoğun işsizlik, taşeronlaştırma ve bugüne kadar yaşanan kazalara duyarsız kalındığı ortamda işçiler, sorunlarına sahip çıkamıyorsa, ülke genelindeki sorunlara karşı da duyarlılık göstermez. Bugün emeklilik yaşı havzada çalışanları ilgilendirmiyor diyebiliriz, çünkü havzada emekli olan yok. Sigorta ilgilendirmiyor çünkü havzada sigortalı yok. Bunlar ilgilendirmeyince otomatik olarak hareketin de dışında kalıyor." Tersanelerin, tarihte ilk grevlerin yaşandığı işkollarından biri olduğunu hatırlatan Yardım, işsizliğin had safhada yaşandığı havzadaki olumsuz koşulların tersanelerin yeniden kendi ayakları üzerinde duramayacağı anlamına gelmeyeceğini sözlerine ekliyor.
Başka bir masada oturan Ahmet Güngör ile Ahmet İpek'e yaklaşıyoruz. Mezarda emekliliği kabul etmediklerini söyleyen ve eylemlere katılmama nedenlerini taşeronlaştırmaya bağlayan Güngör ve İpek de altı aydır işsiz olduklarını ifade ediyorlar. "Sendikal faaliyetler olmadığı için bir işçinin bir gün çalışıp üç gün oturması ve çoluk çocuk geçindirmesi bizi çok tedirgin ediyor" diyen Güngör, taşeron sistemi kaldırılır ve tersane denetim altına alınırsa eylemsizliğin aşılabileceğini belirtiyor. Geçim sıkıntısı nedeniyle ailesini köye gönderdiğini söyleyen İpek, "İşçi tek başına bir şey yapamıyor. İkinci gün işe gittiğinde patron diyor ki 'bugün sana iş yok.' 'Niye yok?' diye soramıyorsun. Soramadığın zaman da geliyorsun kahvede oturuyorsun" diyor.
'Çocuklarımızı kandırıyoruz'
Hemen yanlarındaki masada sohbetlerini keserek, bizi gözleyen, görünüşlerinden diğer arkadaşlarına göre bedence daha yıprandıkları anlaşılan gruba yöneliyoruz sonra. "Tersanede 10 bin işçi çalışıyorsa sigortalı işçi sayısı 1000 bile değildir, hepsi kayıt dışı çalışıyor" diyen 30 yıllık kaynakçı 46 yaşındaki Ali Top, işçilerin 'günü kurtarma' çabasında olduğunu söylüyor.
7 yıldır havzada sigortasız çalışan ve aylardır iş bulamadığını söyleyen Top, diğer arkadaşları gibi tersanede birlik ve beraberlik olmamasından yakınıyor. 45 yaşında olduğunu söylemesine rağmen bunun çok üstündeymiş gibi görünen Şevket Kılıç söz alıyor sonra: "1982'den beri burdayım. 25 senedir çalışıyorum ne bir sigorta ne de başka bir şey var. 10 gün çalışırsın, 20 gün de alacağının peşinden gezersin. Kavga dövüşle ya alırsın ya almazsın. Sigorta diye bir şey yok tersanede. Olmaz da çünkü patronun işine gelmiyor. Sonra kimi kime şikâyet edeceksin ki. Üç sene önceki yevmiyeleri alıyoruz. Kendi sorunumuzla başbaşa kalmışız. Sorunlarımızı kendi kendimizle de halledemeyiz. Çoğunluğu bir araya getiremiyorsun. 5 aydır burdan nefret etmiştim gelmiyordum. Mecbur kaldım bu ara yine geldim. Adamın biri 'gel çalış' demişti. Gittim, başka birini almış. Daha ucuzdan buldu. 5 aydır yatıyoruz, iş yok, işsiz çok. Başka iş yapamam. 45 yaşındayım. Benim iliklerim, kemiklerim hep demirleşmiş. Gidip muhasebeci olamam, patron zaten hiç olamam. Gazeteciler de bizi sormazlar, etmezler. Geçen bir arkadaş düşmüş ölmüş. Yanımızda olmuş haberimiz olmadı. Emniyet yok, iskele yok, iş güvencesi yok. Patron 'akşama kadar bu işi bana çıkar da nasıl çıkarırsan çıkar' diyor. Çıkarmasa yevmiyesi kesilir, işten olur. Mecbur yapacak. Sabah evden işe gidiyoruz diye çıkıyoruz. İş yerimiz burası olmuş, gelip oturuyoruz. Akşamda çocuklarımızı kandırıyoruz ki, işten geliyorum diye."
Şevket Kılıç, havzada yaşanan sorunları özetlediği konuşmasının ardından, çözüm için devleti gösterince, arkadaşlarından tepki alıyor. Geçmişteki olumsuzluklardan etkilendiklerini bu nedenle de, sendikaya güvenlerinin sarsıldığını her defasında ifade eden işçilerle sohbet ilerledikçe, hareketsizliklerini açıklamak için olumsuz deneyimlerin arkasına sığındıkları ortaya çıkıyor.
'Bilinçlenmemiz gerekiyor'
"Hepimizin sorunu aynı" diyen 15 yıllık kaynak ustası Ataç Çatak, çoban-sürü örneğini veriyor. "Sürünün başında çoban olmazsa ne olur? O sürü dağılır. Patron kesiminin amacı, 'başlarında çoban olmasın, bu işçi dağılsın, bize esir olsun'. Biz bunu biliyoruz. Bile bile patrona-taşerona karşı kendimizi ezdiriyoruz. Şurda birlik beraberlik olsa, insanlar birbirine güvense, sendika ya da dernekte toplansa, bu taşeron kesimi ya ortadan kalkacak ya hakkını verecek. Sendika ya da derneğim olsa huzurlu olurum" diyen Çatak, yakın zamana kadar 8.30-17.00 olan çalışma saatlerinin daha sonra 8.30-18.00, bugünse 8.00-20.00'ye çıkarıldığını aktararak soruyor: "Bu ağır koşullarda çalışan insana 12 saat çalışma olur mu?" İşçinin bilinçlenmeye ihtiyacı olduğunu vurgulayan Çatak, patron örgütlerini örnek vererek, "Patronlar nasıl kendi aralarında birlik beraberliği sağlıyorlarsa bizim de sağlamamız lazım. Biz sağlamadığımız sürece ezilmeye mahkûmuz" diyor.
Diğer masalarda oturan işçilerle etrafımız sarılıyor. Sesler çoğalmaya başlıyor. Suçlamalar, itirazlar ve "Suç bizde kardeşim, hiç onda bunda aramayalım" sesleri birbirine karışıyor. 30 yıllık işçi Remzi Şeref, gür sesiyle arkadaşlarını bastırarak, 'birilerinin' kendilerine öncülük yapması gerektiğini söylüyor.