05 Temmuz 2020 00:45

Acelenin sebebi depreşen ‘kettle’ korkusu mu?

Save Out Internet yazılı döviz


Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Seçmen adayı gençlere ulaşacağız, Z kuşağının beklentileri falan derken sosyal medya ve dijital platformların “ülkeye yakışmadığı”na çok kısa sürede geldik. Bir kere şunu belirterek başlamakta fayda var, demokrasi halka neyin yakışıp yakışmadığını yönetenlerin belirlediği bir sistem değil, dolayısıyla bu laf ağızdan çıktıktan sonra bunun yasakçı bir yaklaşım olmadığına, insanları Anadolu Ajansı’nın tweet’lerini sildirerek bile ikna etmek de kolay değil.

Cumhurbaşkanı’nın yeni teknolojilere hâkim olmaması normal, ama daha önce de bu köşede defaatle ifade edildiği gibi iletişim alanında ciddi bir danışman / yönlendirme problemi var. Gençlerle onların ortamında sohbet etmeye niyetlendiyseniz (hele de onları kızdırdığınız bir YKS ertelememe kararı ardından) her türlü eleştiri ya da ona benzer tepkiye açık olmanız gerekiyor. Eğer buna katlanamıyorsanız, en azından yorumu ve beğenme seçeneklerini en baştan kapatır böyle bir skandala yol açmazsınız. Hadi o da kaçtı, en azından birkaç gün sonra sosyal medyayı kapatma konuşmasının “dislike” intikamı olarak algılanacağını tahmin edersiniz.

İnternetle ilgili düzenlemelerde hep bir “bahane” söz konusu olur. 2014’teki sansür düzenlemeleri için “çocuk pornosu”nu önleme bahanesi kullanılmıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 5651 sayılı internet yasasındaki değişiklikleri içine sinmediği halde “veto etsem geri gelir” diye savunarak onayladı. Binlerce insan internette sansüre karşı sokağa çıkarken Bülent Arınç tepki gösterenleri TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner de dâhil olmak üzere porno savunucuları olmakla itham ediyordu. Konunun porno ya da çocuk pornosuyla değil Gezi’yle yükselen alternatif medya ve sosyal medya kullanımı ile ilgili olduğu herkesin malumuydu.

Bugün önce ‘yeşil top’ sonra ‘dislike’ fiyaskosunun ardından sosyal medya denetimi, Esra Albayrak’a yapılan çirkin hakaretler bahane edilerek acilen gündeme alındı. Konuyla ilgili üç temel gerekçe var. İlki, uluslararası alanda faaliyet gösteren sosyal medya ve dijital platformların burada kazandıkları paranın vergisini vermemesi. En geçerli mazeret buydu, eğer hükümet bu sorunu önceden zaten çözmemiş olsaydı. Mart 2020’de yürürlüğe giren kısaca “Dijital Hizmet Vergisi” olarak adlandırılan düzenlemeye göre Apple, Google, Facebook, Instagram, Twitter, Netflix, Spotify gibi platformların yanı sıra yerli veya yabancı online satış yapan tüm e-ticaret şirketleri vergiye tabi hale geldi. Bu, Avrupa Birliği’nde de uygulanan bir düzenleme; tek ve önemli fark, bu vergiden elde edilecek gelirin nasıl kullanılacağı. AB bu gelirin medyada çoğulculuğun sağlanması için kullanılmasını tavsiye ediyor. Biz ise buradan gelecek vergilerin nereye gideceğini resmi olarak bilmiyor, ama gayrı resmi olarak gayet iyi biliyoruz. Diğer taraftan, bildiğiniz üzere geçen yaz Radyo ve Televizyon Üst Kurulu internet üzerinden yayın yapan kuruluşları lisansa bağladı ve örneğin Netflix buna hiç itiraz etmedi; hem lisans ücretini ödüyor hem de sansür taleplerini yerine getiriyor. Yani mevzu para değil.

İkinci gerekçe bu ağların ve platformların Türkiye’de bir temsilciliklerinin bulunmaması. Bir yere kadar anlaşılır, lakin niyete bakmak lazım. Son birkaç gündür konuyla ilgili farklı ülkelerdeki düzenlemeler örnek gösteriliyor. Facebook, Twitter, Youtube gibi sosyal ağların ve platformların bir ülkede bireysel şikâyetlerin muhatabı temsilcilerinin bulunması elbette iyi bir şey. Örneğin Almanya’da kısaltması NetzDG olan Sosyal Ağ Kanunu, ifade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması dengesini kurmayı hedefliyor ancak dikkat çekici nokta kamuya mal olmuş kişilere yönelik eleştiri ve ifade özgürlüğü kapsamındaki değerlendirmeler muaf tutuluyor. Sosyal ağlara ilişkin düzenlemeler kişilerin hakları ve ifade özgürlüğünün kimi zaman muallak sınırları nedeniyle başarısızlığa uğruyor, mevzubahis Merkel’in akrabası, Macron’un eşi vs. değil.

Bununla birlikte Türkiye zaten 2014’te 5651 sayılı kanundaki değişikliklerle internet servis sağlayıcılarını (ISP) doğrudan kontrolü altına almış durumda ve mahkeme kararı gerekmeksizin içerik kaldırmak mümkün. Hatta öyle ki, kamu yararı içeren haberler, köşe yazıları dahi “kişilik haklarının ihlali vs.” gerekçelerle engelleniyor. Yaman Akdeniz ve Ozan Güven’in kaleme aldığı “Engelli Web 2019: Buzdağının Görünen Yüzü” raporuna göre geçen yılın sonu itibarı ile Türkiye’den toplam 408 bin 494 alan adı ve web sitesi erişime engellenmiş, aynı yılın ilk yarısında Türkiye’den Twitter’a 388 mahkeme kararı ve 5 bin 685 diğer çıkartma talebi gönderilmiş ve toplam 8 bin 993 Twitter hesabının kapatılması istenmiş. 2019 yılı içinde Türkiye’den sulh ceza hâkimlikleri kararlarıyla erişimi engellenen 1.484 Twitter hesabı tespit edilmiş. Yani doğrudan taleplere cevap vermese de Twitter, hukuki süreci tamamlamış talepleri kabul ediyor. Kısacası Türkiye’de internet zaten kontrol altında burada bir temsilcilik olsun talebi, “Alo Fatih” sistemi kurmaya niyetlenmeye benziyor.

Üçüncü gerekçe nefret söylemi ve etik dertler: AKP Tanıtım ve Medya Başkanı Mahir Ünal’ın yeşil toplu girişimi bence çok ‘naif’ti: Bir parti nefretle beslediği kitlesini bir gecede nasıl Asım’ın nesline hizalayacaktı, olamazdı, olmadı. Ustaca göründüğü varsayılan bir manevrayla konu düzenlemenin gerekliliği ve aciliyetine kırıldı. Türkiye’de nefret söylemi ve hakareti engellemeye yönelik yeterinden fazla düzenleme var. Yeri geldiğinde 14 yaşındaki bir çocuğun evi basılıp gözaltına alınarak dahi uygulanıyor. İçişleri Bakanı sürekli 7/24 izlendiğimizi hatırlatıyor. Sorun yine aynı, bu düzenlemeler sıradan insanların temel haklarını korumak için değil tam tersine ifade özgürlüğünü kısıtlamak, farklı seslerin duyulmasını engellemek için kullanılıyor.

4 Kasım 2016’da tutuklanmasından bir süre sonra Selahattin Demirtaş’ın Twitter hesabı aktif hale gelmişti, seçmen kitlesine mesajlarını danışmanları ve avukatları aracılığı ile iletiyordu ancak Ankara’da birileri bu durumdan şüphelenmiş, hücresi aranmıştı. Hatırlarsanız sonrasında tek elektrikli alet, o da çay yapmaya yarayan “kettle” bir süre sosyal medyada esprinin ötesinde bir simgeye dönüştü. Bugün yapılanın üç yıl önce Tweet yüzünden hücre araması yapmaktan farkı yok. Dünya değişti, teknoloji ilerledi, bırakın Z kuşağını, boomer’lar bile engelleri aşıp bilgiye nasıl erişeceğini öğrendi. Sosyal medyayı kontrol altına alıp, muhalif gördüğü Halk TV ve Tele 1’i kapatmak iktidarın içinde bulunduğu siyasi sıkışmışlığı, muhalifleri sindirerek varlığını sürdürme çabasını açık etmekten başka bir işe yaramayacak. Amaç gündem değiştirmek ya da ‘bana oy vermeyen bari hiç kimseye vermesin’ diyerek umutsuzluğa yatırım yapmak olabilir. İkisi de kendi açısından riskli çünkü korkuyu açık ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa