‘Serbestii matbuat ya vardır ya yoktur’
Yıl 1923, Refik Halid Beyrut kıyısında bir kasabada can sıkıntısından anılarını yazmaya karar verir. Önceleri kendini eğlemek için başladığı bu iş bir yerden sonra acaba yayınlanır da parasızlığına bir nebze çare olur mu diye hayaller kurdurur. Akşam gazetesi sahibi Necmettin Sadak’ın ‘yayınlarız’ demesiyle bitirme hevesi artar. Ancak anılar bir yandan çok ilgi görürken diğer yandan başka gazetelerin, gazetecilerin öfkesini çeker. Refik Halid, düşmanla işbirliği yaptığı iddia edilen 150’likler listesindedir, o nedenle sürgündedir. Tefrikanın gördüğü ilgiden ürken İçişleri Bakanlığı gayrı resmi yollardan anıların yayınlanmasını durdurur. Dahiliye Vekili Ferit Bey, Akşam gazetesine bir telgraf çeker, “Refik Halid Bey meselesinde hareketimiz ne sansür ne de emir tebliği mahiyetindedir” diye başlayarak sonunda ‘İstiklal Mahkemesi’nde gazeteciler bu konuda kendilerini aydınlatmamızı istediler ben de bu hususta dikkatlerini çektim’ anlamında cümlelerle kendisini savunur. Ancak tecrübeli gazetecilerin bir kısmı bunun ne anlama geldiğini gayet iyi bilir.
Akşam gazetesi bu savunmaya “…Yoksa gazeteleri tenvir [aydınlatma] maksadıyla ‘Filan havadisi yazmayınız’, ‘Filanın eserlerini neşretmeyiniz’ tarzında tebligata başlarsa bunun önüne geçilemez. Serbestii matbuat ya vardır ya yoktur” diye cevap verir. Kanunları hatırlatır. Rüzgâr birden Ferit Bey’in aleyhine esmeye başlar. Tanin gazetesinde İsmail Müştak, Refik Halid’i uzun uzun eleştirir lakin yazarın nesinden korkulduğunu anlamadığını ifade eder. ‘Kurduğumuz cumhuriyet bir mucize değil midir? Refik Halid zaten pişman, olmasa bile bu mucize onun anılarıyla mı yıkılacak?’ demeye getirir. O dönem engellenen ancak bir süre sonra yayınlanan hatta 1948’te ikinci kez yayımlandığında yine çok ilgi gören Minelbab İlelmihrab, bugün de mütareke yıllarını anlamak için iyi bir kaynak.
Cumhuriyet kurulduktan sonra basın hiçbir zaman yeni rejime atfedilen ilkeler çerçevesinde özgür olmaz. Hatta yüzyıl geçmesine rağmen tartışmaların aynıyla vaki olması trajik. Bunları hatırlamaya sebep olan ise basın özgürlüğünün sınırlarını sürekli eğip bükme çabasının vardığı nokta. Hukuksuzluk alıp başını yürümüşken, ülkenin en büyük belediyelerinin başkanları kimseyi inandırmayan iddialarla gözaltına alınıp tutuklanırken Adalet Bakanı’nın iki günde bir kurulu saat gibi ülkenin hukuk devleti olduğunu müjdelemesi gibi, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de radyo ve televizyon yayıncılığını düzenleyen 6112 sayılı Kanun’un yayın ilkelerini içeren 8. Maddesinin her bendini iktidarın ihtiyaçlarına göre yontuyor. Son anda bir değişiklik olmazsa iktidara yandaş olmayan, hatırı sayılır izleyiciye sahip iki kanal Halk TV ve Sözcü TV 10 gün süreyle susturulacak. Sözcü’ye verilen cezanın gerekçesi Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yapılan protestoları yayınlaması.
Mayıs ayının sonunda Ankara 25.İdare Mahkemesi RTÜK’ün bu kararının yürütmesini durdurdu. Ancak Ankara 7. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. Halk TV ise programdaki bir konuğun iktidara yönelik eleştirileri nedeniyle ceza aldı. Üstelik bu cezaların tebliği sırasında RTÜK yine Sözcü ve Tele 1’e üst sınırdan ceza kesmeye devam etti. Yayın durdurmaya gerekçe gösterilen, “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” diyen (b) bendi kritik, çünkü RTÜK bir yıl içinde aynı bentten bir kez daha ceza verirse lisanslarını da iptal edebilecek. Dün yapılan operasyonlarla Adana, Adıyaman, Antalya büyükşehir belediye başkanlarının ve Büyükçekmece Belediye Başkan Vekilinin gözaltına alınması ile iki kanalın yayınlarının durdurulmasının bu operasyonun hemen ardındaki aynı 10 güne denk gelmesinden tesadüfün ötesinde kokular yayılsa da medya açısından hedefin bu kanalları tamamen kapatmak olduğu gayet açık.
Peki bu gerçekleşirse ne olur? Öncelikli olarak iktidarın artık rıza üretemediği, meşruiyetinin giderek zayıfladığı ve ancak zorla, toplumun sesini kısarak varlığını sürdürebildiği ortaya çıkar ki bu hiç hafife alınacak bir şey değildir. Kimi zaman Ortadoğu’da bazı ülkelerle kıyaslanıyor ancak yukarıdaki örneğe bakıldığında, Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında dahi basına yönelik müdahalelere nasıl sert tepki verildiği, bu baskılara icabında nasıl geri adım attırıldığı görülür. Böylesi bir ‘zor siyaseti’ hiçbir iktidara yaramaz, halk yine haber alır ancak bu sefer bire bin katılır. Hayal etmek için Demokrat Parti’nin son döneminde kulaktan kulağa yayılan korkunç hikayelere bakmak bile yeterli. Kısacası Ebubekir Şahin ve onun her dediğini onaylayan RTÜK üyelerinin hayalindeki medya ortamı, hele bu devirde, mümkün değil. Her eleştiriyi, itirazı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” torbasına atmanın sonu halkın gözünde iktidarın meşruiyetini daha fazla kaybetmesinden başka bir yere çıkmaz. Ki bu meşruiyet kaybı yalnızca içeride değil, eninde sonunda dışarıda da ayağına dolanır.
Evrensel'i Takip Et