16 Mart 2019 19:43

Zindan Deresi

Zindan Deresi

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR
Paylaş

Onkoloji servisindeki odasının penceresinden bir süredir dışarıyı seyreden Dr. Mehmet Cemil, arkasındaki kapının açıldığını duymadı. Karşısındaki manzaraya dalıp gitmişti.

Epeyce uzakta üzerinde türünü anlayamadığı ağaçlarla bezeli bir tepe vardı. Tepenin sivri yerine doğru bir bulut gelip oturmuştu sanki. Beyaz fötr bir şapkaya benziyordu bulut. Hastanenin parmaklıklarla ayrılmış otoparkının ötesindeki ova tepeye kadar zeytin ve incir ağaçları ile doluydu. Dr. Mehmet Cemil'i derin düşüncelere salan görüntü ise tam da bu zeytin ve incir bahçelerinin ortasında kalan, beton dökülmüş alanlardı.

Yedinci kattaki odanın penceresinden görünen bu alanlar birbirinden birkaç yüz metre uzaklıktaydılar. Üçü de zeytin ağaçlarının ortasında çıplak adacıklar gibi duruyorlardı. Bunlardan en yakını hastane kampüsünün dibindeki 50 metreyi bulan uçurumuyla ünlü Zindan Deresi’nin öte tarafında, bu mevsimde yapraksız pembe dalları ile yamru yumru görünen incir ağaçlarının yanı başındaydı.

Mehmet Cemil, asırlık zeytin ağaçlarının bulunduğu bahçeden tel örgü ile ayrılan betonlanmış jeotermal kuyusunun bulunduğu alanın daha bir hafta önce yemyeşil göründüğünü anımsayınca kaşlarını çattı. Etrafındaki renk cümbüşüne tezat, uyumsuz, kelleşmiş yarım futbol sahası büyüklüğünde üç ayrı çıplak alan! Bu alanların tam ortasında dikine yerleştirilmiş kocaman griye boyalı metal silindir tanklar vardı. Tankın yanı başında ise içinde siyah plastik örtüsü görünen küçük havuzcuklar yapılmıştı. Hemen dibinde de mezar çukurlarına benzeyen yan yana üç çukurun olduğu görülüyordu.

İçeriye girdikten sonra bir süre pencerenin önündeki doktorun kendisine dönmesini bekleyen temizlik personeli Kazım, bir iki dakika geçince boğazını temizler gibi yaparak odada olduğunu anlatmak istedi.

Mehmet Cemil hasta geldiğini sanarak daldığı düşüncelerden sıyrılıp döndü. Hastane personelinden Kazım'ı karşısında elinde bir dosya ile görünce şaşırdı biraz. “Hayırdır Kazım abi” dedi.

“Kızımın dosyası doktor bey. Geçen bahsetmiştim size, dosyasını istemiştiniz” dedi Kazım, çekingen bir edayla. Biraz düşündüğünde anımsadı Mehmet Cemil. Kazım’ın genç kızı serviste kanser tedavisi görüyordu yaklaşık 6 aydır.

“He tamam, hatırladım. Bakalım şu dosyaya.”

Kazım’ın uzattığı mavi plastik kapaklı dosyanın içindeki değerlere, akciğer filmine, pet sonuçlarına baktı. Pek bir değişiklik yok gibiydi.

“İlerleme yok Kazım abi. Ama gerileme de yok ne yazık ki. Bir süre daha kemoterapiye devam edeceğiz. Bu arada beslenmesine, moraline dikkat edecek yine. Misafir kabul etmeyeceksiniz hâlâ. Kalabalık yerlerde bulunmak da yok” dedi.

Birden aklına geldi. “Kazım abi sen hastaneye komşu köydendin değil mi?” diye sordu.

“Evet doktor bey” dedi Kazım. Doktorun köyünü hatırlaması gururunu okşamıştı. Mehmet Cemil pencereye doğru yöneldi, Kazım’a biraz önce dalıp gittiği görüntüyü gösterdi; “Şu yeni yapılan jeotermal alanını gördün mü? Bir hafta içinde bir tane ağaç bırakmayıp, beton dökmüşler. Etrafına tel örgü bile çekmişler. Sizin köy müydü orası?”

Doktorun gösterdiği yere baktı Kazım. “Benim tarlaydı orası doktor bey” dedi. “İki yıl önce satmıştım termalcilere.”

Mehmet Cemil, şaşkınlıkla Kazım’a baktı. “Öyle mi?”

“Evet doktor bey. Değerinin 5 katı para verdiler. Pişman oldum sonra ama fayda etmedi. Yüz yıllık zeytinler vardı tarlamda. Yan tarafı da komşumun incir bahçesiydi. Onu da aldılar” dedi. Sesinden pişmanlık akıyordu. “Bizim köyün arazileri satıla satıla bir avuç kaldı zaten. Hatta, bu hastanenin bulunduğu binanın yeri de bizim köyündü. On yıl önce hastane kurulacağı zaman elimizden alındı burası da. Silme asırlık zeytin ağaçları ile doluydu. Zindan Deresi kaldı bir elimizde, orayı da çöplük yaptılar! Kaçacak göçecek yerimiz kalmadı!” dedi.

Elli metreyi bulan derin uçurumuyla Zindan Deresi’nin hemen yanı başındaydı son yapılan JES sahası. Aydın’ı çepeçevre kuşatan JES’ler kentin en büyük hastanesinin dibine kadar sokulmuşlardı.

Duyduklarından sonra, bazı geceler penceresini bile kapatmak zorunda bırakan çürük yumurta kokusu gelmiş gibi yüzünü buruşturdu Mehmet Cemil. Aydın’da son yıllarda ülke ortalamasının çok üzerinde seyreden kanser oranlarını ortaya çıkaran ve bunların da çevresel faktörlerden, özellikle de jeotermallerden kaynaklandığını açıklayan Tabip Odasının Eski Başkanı Dr. Metin Aydın’ın sözlerini düşündü yeniden. “Aydın böyle giderse kanser kent olacak. Zeytin, incir artık sağlıksız, yemeyin” demiş, bu açıklamalarının bedelini ise sürgünle ödemişti.

Kazım’a bir şey söylemek istemedi Mehmet Cemil, ancak onun kızının da mücadele ettiği kanserin en önemli nedenleri arasında çevre kirliliği geldiğini iyi biliyordu. “Garip bir döngü bu” diye düşündü. Üç beş kuruş fazla para kazanmak için toprağını, tarlasını, zeytinliğini satan köylüler bir zaman sonra bunun bedelini sağlıkları ile ödüyorlardı. Kendileri ya da çocukları, sattıkları topraklardan aldıkları parayı da kaybettikleri sağlıklarını kazanabilmek için hastane odalarında harcıyorlardı.

“Devletin gözünde çakıl taşı kadar değerimiz yokmuş doktor bey” dedi Kazım giderken. “Aydın’a bu kadar yakın olmamızı topraklarımızın elimizden alınması ile ödedik. Ne kaçacak, ne göçecek yerimiz var artık. Sonumuz Zindan Deresi’nin dibi olacak bu gidişle!..”

Kazım gidince tekrar pencerenin önüne geldi Mehmet Cemil. Zindan Deresi’nin etrafındaki jeotermal kuyularının sadece Kazım’ın köyünün değil, hastaneye şifa bulmaya gelen hastaların, onları tedavi etmeye çalışan kendisinin ve hatta tüm kentin yaşamını zindana çevireceğini düşündü üzüntüyle...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...