02 Eylül 2018 00:45

Kriz, kağıt ve medya

Kriz, kağıt ve medya

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tiyatroculuk ve gazeteciliği birbirine çok benzetirim. İkisinin de havasını soluyan, tozunu yutan, zaman zaman ikrah etse de, iflah olmaz. Sektör değiştirse de nefesi daraldığında soluğu orada alır. Şartlar el verse dünyayı değiştirir, öyle bir heves, zaten o yüzden bu iki sektörde sömürü çok yaygındır, ‘dünyayı değiştiriyorsun daha ne parası?’

Kuruluşundan itibaren bu topraklarda gazeteciliğin iddiası dünyayı değilse bile ülkeyi dönüştürmekti. Soru sormaktan ziyade ‘bana sor’ pozisyonuydu gazete sahiplerinin ve gazetecilerin kendilerine biçtikleri rol. Genellemeler yanıltıcı olabilir elbet ancak gazetecilik ve siyaset ilişkisi bu savı doğrular nitelikte. Her ne kadar öncülleri 60’ların sonlarına dayansa da gazetecilikte mesleki kırılma 80’lerde yaşandı. Artık ülkeyi değil kendilerini dönüştürmekle meşgul patronların dönemi gelmişti. 24 Ocak Kararları ’80 darbesinin ne için ve kimin için yapıldığının en açık kanıtıydı. Gazete kağıdına sübvasiyonun kaldırılmasının ardından gelen darbe muhalif yayınları susturduğunda, geriye sadece olmayan reklam pazarına muhtaç basını bırakmıştı, ki Özal zaten iki buçuk gazetenin yeteceğini söyleyerek niyetini açık etmişti. Yetti mi, yetmedi. Ercan Arıklı yönetimindeki Nokta dergisinin 1986 yılında polis memuru Sedat Caner’in itiraflarını içeren “İşkenceci polisin itirafları” başlıklı kapak haberi 120 binlik satışa ulaştı, kağıt yetişmediğini anlatırlar.

Darbenin hemen arkası, ülkede reklamcılık piyasasının küresel sermayeye eklemlenmeye başladığı, dolayısıyla ayakta kalmak için magazine, sansasyona prim verildiği bir dönem. Medya sahipleri iktidar (ki asıl iktidar olan ordu) ilişkileri ayrı bir konu. Bir iki tane kaldıysa evinizde ‘arcopal’ tabaklarına baksanız hatırlarsınız. 90’larda işin içine televizyon yayıncılığının girmesiyle bambaşka bir yere evrildi ve medyaya dönüştü Babıali. Basın tarihi anlatmak değil derdim, işte tam o dönemlerde gazeteciliğe başlayanların ya da birkaç yıllık birikimle geleceği televizyonculukta görenlerin hikayelerine kulak verilmesi gereken bir dönemdeyiz. Bugüne dek hep 90’ların medyası deyip, patronlarıyla aynı çuvala koyduk gazetecileri. Oysa onlar bugün ya geçmiş ideallerini satıp iktidarla bütünleştiler ya da 10- 15 yıllık birikimlerini bırakıp gazeteciliği savunmak adına risk aldılar.

Buraya nasıl geldik?

Gerek geçmiş reform dönemlerinin etkisi gerekse Gezi’nin verdiği cesaretle 2013 itibariyle pek çok gazeteci anaakım medya deneyimlerini yazdı. Her birini hevesle okudum. Yazarları zaten çoktan dışlanmıştı. 2001 Krizi yapısal nedenlerle zaten yaklaşık beş bin kadar gazeteciyi sektör dışına itmişti, Gezi ile rakam en az ikiye katlandı. Artarak devam etti. Okuyucu/izleyici medyayı sorguladı, gazeteciler önce patronları sonra birbirlerini suçladı. Cemaat muhalif cepheye geçti, çarşı hepten karıştı. Bir dönem medya eleştirisinde kerteriz Cemaat’e nerede, ne zaman tepki verdiğinle ölçülür oldu. Cemaat darbe işlerine girince medyada muhalefeti silmek tereyağından kıl çekmek kadar kolay hale geldi.

“İfade özgürlüğünün bedeli, sesini artık daha geniş kitlelere duyuramamak, işin karşılığında hiç ya da cüzi miktarlarda kazanmak ve en önemli, kişisel riskin büyümesi demekti. Şüphesiz biat etsem, pek çok dönek gazeteci gibi kendime bir yer bulurdum. Seçimimin ardında durabilme inancım ve gücüm vardı; ama özellikle genç gazeteciler için bunu yapmak, açlıkla boğuşmak, mesleği terk etmek demekti” (s.381)

Alıntı Mehveş Evin’in A’dan Z’ye Buraya Nasıl Geldik başlıklı kitabından. Alfabetik olarak temalar üzerinden ilerleyen kitapta Evin’in Milliyet gazetesinden kovuluş hikayesini de içeren medyanın bugüne nasıl geldiği Şems başlığı altında anlatılmış. Medyaya içeriden gelen her eleştiri çok değerli elbette ancak yazarın da belirttiği gibi kadın bakış açısı çok az. Ve açık ki kadınlar olan bitenin sorumluluğunu alma, yaşananlardan ders çıkarma konusunda erkeklerden çok daha cesur. ‘Ben şahaneydim lakin uyarılarımı kale almadılar’dan ziyade ‘nerde yanlış yaptık’a odaklanan bir sorgulama hele bu riskli dönemde takdiri hak ediyor.

Doğan Grubu’nun satışının ardından dile getirdiğim medya 80’lerdekine benzer bir kırılma yaşıyor iddiamın halen arkasındayım. Yalnızca sahiplik yapısı değil gazetecilik anlayışı da değişti, aksi zaten mümkün değildi. Bugünü haber veren çatlakları en iyi 80’lerin sonu 90’ların başında gazeteciliğe başlayanların anlatılarından izleyebildiğimizi düşünüyorum. Buraya nasıl geldik sorusunun cevabında 90’larda yerleşen çok da sorgulanmamış gazetecilik pratikleri var. O pratiklerin içine sızıp ana akım medyanın da ötesine bir zehir gibi ilerlemiş otosansür ve etik sorunlar var.

TL’deki değer kaybı, kağıt maliyetlerindeki yükseliş medyada krizin yeni bir evresinin kapısını açtı. Habere ulaşım zorluğunun ötesinde en büyük tehdit işsizlik. Her ne kadar hükümetten her türlü desteği alıyor olsalar da etkisi iktidar medyasında da hissedilecek. Krizde kurtarılacaklar listesinin başında müteahhitler var.“Ete Doyan Vatandaşlar Balığa Yöneldi” başlığını atan gazetelerin yöneticileri ve çalışanları dagün gelip “maliyetleri” düşürmek gerektiğiile yüzleştiğinde umarım bugünleri anlatacak imkana ve cesarete sahip olurlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...