07 Mayıs 2017 00:56

Medyana sahip çık!

Medyana sahip çık!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz hafta 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde Ben Gazeteciyim İnisiyatifi sosyal medyadan #haberinesahip çık kampanyası yaptı. Haberine, gazetecine, haber alma hakkına, haber olma hakkına sahip çık ama nasıl? Tutuklu gazetecilerin özgürlüklerine kavuşmaları için verilen mücadelenin hemen ardından dışarıdakilere nasıl sahip çıkacağımız konusu gündeme geliyor. Tartışmaların gelip dayandığı yer çoğunlukla aynı. Bunca baskı altında haber yapmayı sürdüren medya kuruluşları nasıl ayakta duracak? Haber pahalı bir iş, dahası her ne kadar işlerini büyük fedakarlıklarla yapsalar da gazetecilerin yaşamlarını sürdürmek için paraya ihtiyaçları var. Maalesef mucizevi bir formül yok. Belirli başlı gelir modelleri var. Gazeteyse satış/abonelik belirli bir yere kadar ayakta durmayı sağlıyor. Ancak açık konuşmak gerekirse okuyucu her ne kadar elde yalnızca birkaç gazetenin kaldığının farkında olsa da gazete almaya çok meyletmiyor. Bunda hayat pahalılığının, satın alma gücünün düşmesinin de önemli bir payı var kuşkusuz. Dört-beş gazete alsa cebinden en az beş lira vermek zorunda. Dahası aynı içeriğe internetten bedava erişilebiliyor. Böyle olunca gazete almak bir ihtiyaçtan ziyade destek eylemine dönüşüyor. İmkanı olanların bu desteği sürdürmesi bağımsız gazetecilik açısından hayati önem taşıyor. Gazetelerin bir başka önemli gelir kalemi gazetelere adil dağıtılması gereken resmi ilanlar. Ancak nicedir Basın İlan Kurumu muhalif gördüğü yayınların ilanlarını sudan gerekçelerle kesiyor. İlanları bir cezalandırma aracı haline dönüştürüyor.

Yalnızca internet üzerinden yayın yapan medya kuruluşlarının maliyetleri daha düşük ancak mali açıdan son derece kırılganlar. Kimi zaman içeriklerini paralı hale getirerek ya da yine okuyucu desteği için abonelik sistemleri oluşturarak gelir elde etmeye çalışıyorlar. Bir-iki yıl önce internet medyasında çalışan gazetecilerin basın kartı almaları ve internet medyasının resmi ilanlardan yararlanması için bazı yasalarda değişiklikler öngören bir taslak metin hazırlandı. Ancak görüldü ki iktidarın derdi internet medyasını tanımak değil daha ziyade kontrol altına almak. Yasa taslağı bu aralar yeniden gündeme gelir mi bilinmez ama bu OHAL koşularında bağımsız gazetecilik yapmak isteyenler devletten gelecek ihsandan umudu çoktan kestiler. Devlet diyorum ama kastettiğim kamudan elde edilen gelirin dağılımı. Basın İlan Kurumu, Demokrat Part’nin adaletsiz uygulamalarından alınan dersle 1961 yılında bu gelirlerin adil dağıtılması için kuruldu. Bugün ilanların hangi gazetelere dağıtıldığı bilgisini “ticari sır” gerekçesiyle açıklamayacak kadar şeffaflıktan uzaklaştı. 

Medya için son zamanlarda öne çıkan bir başka model fonlar, özellikle AB Türkiye gibi ülkelerde medyanın gelişimi için çeşitli fonlar sunuyor. Ancak bunlar sınırlı bir desteği içeriyor, başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere taliplisi çok. En önemli kriter sürdürülebilirlik. Yani bana para verin ben de burada bağımsız habercilik yapayım diyene kapılar genellikle kapalı. Dişe dokunur projeler ve gerçekçi bütçelerle karşılarına çıkmanız gerekiyor. Artı, hem projelere mesai harcayıp hem de habercilik yapabilmek için epey emek harcamak gerekiyor. 

Avrupa’da Amerika’da pek çok medya kuruluşu bağımsızlıklarını okurlar ve kurumlardan aldıkları bağışlarla sürdürüyor. Yani yine okuyucunun/izleyicinin elini cebine atması gerekiyor. Bütün bu görece yeni yöntemlerde şeffaflık çok önemli. Destek olan paranın nerelerden geldiğini ve nasıl harcandığını görmek istiyor.

Gelelim bildiğimiz en eski ikinci gelir modeline yani reklama. Baştan söylemek gerekir ki reklama bağlı olunduğu sürece içerikte bağımsızlık mümkün değil. Reklam içeriği ticarileştiriyor ve illaki yaptığınız yayınlar reklam verenlerin sinirlerine dokunmaya başlıyor. Editoryal bağımsızlık ve yayın politikasına dair alınan ve açıklanan sağlam kararlar, gelir modellerinin çeşitlenmesi reklam veren müdahalesini sınırlı tutabiliyor. 

Reklam verenin dilemması
Reklam almamak, bazı yayınların bağımsızlıklarını korumak için özellikle tercih ettiği bir politika fakat kolay değil. Bu şartlarda bazı medya kuruluşları masraflarının bir kısmını karşılamak, çalışanlarının maaşlarını ödeyebilmek için reklama ihtiyaç duyar hale geliyorlar. Bir başka deyişle ideal üzerinden konuşması kolay ama bir de gerçekler var. Reklam alan ya da satış+reklam ya da bağış+reklam gibi mix modeller uygulayan medya kuruluşlarını eleştirmeden önce bir kez daha düşünmek, beklentilerimizi en azında seçici olmalarında ısrarla sınırlı tutmak daha akla yatkın.

Peki reklam verenler bu günlerde ne yapıyor? Mustafa Karaalioğlu 2012 yılında Star gazetesinde “İnkar edilemez reklam gerçekleri” başlıklı bir yazı yazmış ve “iş dünyasıyla medya arasındaki reklam ilişkisi rasyonel bir duruma değil, çıplak gözle bile görüleceği üzere objektif normları dışlayan bir sınıfsal ilişkiye dayalıdır” demişti. Karaalioğlu “sözgelimi, kıta Avrupa’sında pazardaki tiraj payı yüzde 9.4 olan bir gazete (Hürriyet) reklam pastasının yüzde 36’sını alamamaktadır. Veyahut da tiraj pazar payı yüzde 21.2 olan bir gazete (Zaman) reklam pastasının yüzde 6.5’ine mahkum olmamaktadır” diyordu. Haklı bir çelişkiyi dile getirse de Karaalioğlu’nun asıl derdi “Artık bu düzenden biz de payımızı almak istiyoruz”du. Çok beklemesi gerekmedi çeşitli siyasi müdahalelerle derenin yatağı değiştirildi.

Televizyonda reyting ölçümlerine müdahale edildi, denek profilleriyle oynandı. Tiraj verileri güvenilirliğini tamamen kaybetti. En vurucusu ise reklam verenlere siyasi baskı uygulanmaya başladı. Kimse hükümetin hoşlanmadığı medyaya reklam veremez hale geldi. Karaalioğlu sözcülüğünü yaptığı medyadan dışlandı ama dileği gerçek oldu, artık para oluk oluk iktidar medyasına akmaya başladı. 

Bu arada 15 Temmuz öncesi ve sonrası el konulan medya kuruluşlarının el altından bir bir satıldığını öğrendik 4 Mayıs’ta Cumhuriyet Muhabiri Sinan Tartanoğlu’dan. Kaça satıldığı, ortada bir yargı kararı dahi olmaksızın bu yolla kimlerin zengin edildiği soruları bir tarafa, bu yayınları sürdürmek için artık daha çok para gerekecek ya da var olan pastanın dilimleri küçülecek. 

Reklam veren özellikle de büyük sermayedarlar nicedir hükümeti hoş tutma ya da en azından öfkesini üzerlerine çekmeme gayreti içindeler. Aksi takdirde sabah kapılarına maliye müfettişlerinin dayanacağını biliyorlar. Ancak işin bir de ticari tarafı var. Hükümete yaranmak için 16 Nisan gecesi atılan bir tweet ciddi bir pazar kaybına da yol açabiliyor. Ticaret ve siyaset hep iç içe, sermaye her daim iktidardan yana, onlardan medyayı kurtarmalarını ya da herhangi bir toplumsal soruna çare olmalarını beklemiyoruz. Diğer taraftan iktidarın rejim değişikliğindeki ısrarıyla toplum tam ortadan ikiye bölünmüşken bununla nasıl mücadele edeceklerini izlemek ilginç olacak. Hele ki dünyadaki trend artık aktivizmi öven reklamlara evrilmişken.Kendall Jenner bile reklamda sokak gösterisine katılıp polislere Pepsi uzatırken(!) siz hâlâ kadınları evde saçlarının fönü bozulmadan mutlu mesut temizlik ve yemek yapıyor sanıyorsunuz onlar sokakta eylem yapıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...