08 Mayıs 2016 01:00

Urfa Mardin’e bakar, Toledo Diyarbekir’e

Urfa Mardin’e bakar, Toledo Diyarbekir’e

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Urfa, hakikaten Mardin’e bakar. Konumlanışı öyledir, komşudurlar. Viranşehir’den çık mesela, hop Kızıltepe’desin. Sınır nerede, arada ne değişti, niye iki ayrı ismi var... onlar başka tartışmanın konusu. Peki Toledo, Diyarbekir’e bakar mı? Neden Mardinkapısı’ndan atlayamayan Murat’ın Diyarbekirkapı’da kendini buluvermesine dair değil bu yazı? Zımnen, sabık başbakan olan Ahmet Davutoğlu (aka “Hoca”), Diyarbekir’i Toledo yapmak hayalinden söz etmişti. Önce o sözlere bakalım:
“Bu şehirler 90’lı yıllarda çarpık ve kontrolsüz bir şekilde gelişen şehirler. Bu olaylar yaşanmamış olsaydı bile kentsel dönüşümün yapılması gereken yerlerdi. Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere insanca yaşanabilecek konutlar yapılabilecek. Özellikle Sur’da bir taş üzerine taş konsa haberim olacak dedim. Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek.” (1 Şubat 2016)
Bu olağanüstü beyanın ardından tıpkı A Haber’in yaptığı gibi Wikipedia’ya başvurarak söylersem Toledo, İspanya’nın ortasında Kastilya-La Mancha bölgesinde yer alan merkezî bir şehir. Emsal verilmesinin sebebi, eski yapıların korunması ve UNESCO’nun bu koruma faaliyetini taltif etmesi. Nüfusu 100 bin bile olmayan bu şehrin tarihî alanında yer alan 40 kadar eserin UNESCO dünya miras listesinde yer aldığını söylüyor bahsi geçen kaynağımız (benim ve A Haber’in ortak kaynağı). Tutarlı bir emsal gibi görünmüyor buradan bakınca Toledo-Sur ikilisi, ama şimdilik neden “Diyarbakır” değil de, “Diyarbekir” denmesi gerektiğine bakalım mahpus Sevan Nişanyan mihmandarlığında.
Kelimebaz II’de yer alan “Diyarbakır” başlıklı yazıda tane tane anlatıyor Nişanyan: Bekr, Arapların büyük aşiret federasyonlarından biri. Hz. Ömer devrinde Yukarı Mezopotamya fethedildiğinde Amid ili Bekr aşiretine tahsis ediliyor. Dolayısıyla bahsi geçen bölgeye Diyar-ı Bekr (Bekr diyarı) deniyor. “Diyar-ı Bekr kentin değil vilayetin adı” diyor Nişanyan “Türkçe telaffuzda Diyarbekir tercih edilmiş. Kentin adı hep Amîd kalmış, Osmanlı belgelerinde de öyle geçer.”
Devam edelim ve bu telaffuzun ne zaman kalınlaşıp “Türkleştiğine” bakalım: 15 Kasım 1937’de Atatürk kente varır, oracıkta, tren penceresinden bir konuşma yapar ve “bin yıllık Türk vatanı olan Diyarbakır”dan söz eder. Ertesi sabah belediye meclisi toplanıverir, ne yapacaklar elmahkûm, işaret doğrultusunda kentin adı tashih edilir. Hoş geldin “Diyarbakır”! Şehrin gazetesinin adı gene o gün Diyarbekir değil, Diyarbakır olarak çıkar. Bir günde gidip bütün kentin hafızasına hükmedebilme kudreti, dahası bu kudretin hevesi tanıdık geliyor mu? Diyarbakır, Toledo oluyor demişti ya işte ülkemizin milyonlarca oy ile başa gelmiş başbakanı. Devam edelim.
Uzun ve derin kanıtlar bulmaya lüzum yok Diyarbekir ismi için, pek sayın Türkçülük ideoloğu Ziya Gökalp’in mesleğini, titrini analım: Diyarbekir Vilayeti Müfettişi (Hamit Bozarslan’ın Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi’nde yer alan makalesinden öğrendim, 1894’te intihar girişiminde bulunmuş Gökalp meğer).
“Özellikle Sur’da bir taş üzerine taş konsa haberim olacak dedim,” demişti kırgınlığını içine gömüp, dil sürçmeleriyle veda eden Konya milletvekili Ahmet Davutoğlu şubat ayında. Taşı taş üstüne koyan kim olacak ve ona hangi kimler haber verecek bilmiyoruz ama Graeme Shaukland’ın Cogito’nun 8. sayısında (Yaz 1996) “Tarihi değeri olan kentlere neden el atmalıyız” başlıklı yazısına bakabiliriz. Diyor ki, “Her kuşakta, kişilik ifade eden bir geçmiş öteki geçmişlerle arasında bir iletişim çizgisi taşır; yaşayan kuşak, ölmüş kuşak, ileride doğacak kuşak arasında bir iletişim vardır; bu geçmiş deneyimlere alıntı sağlar.” (Tercüme: Kâmran Tuncay). Davutoğlu’nun Toledo yapmak istediği Sur’a dair hevesi hakikaten bu iletişimi sağlamak mıydı, erki elinde tutan şahıs olarak? Ülkelerin çoğunda bahsi geçen “konservasyon” (eserlerin korunma) faaliyeti otorite ile, hükümet ile gerçekleşiyor. Ama gene kötü bir haber var burada, Shaukland susmuyor, konuşuyor: “Yine de saptanan hedefler hiçbir zaman fazla gerçekdışı olmamalı, uygulanabilir türden olmalıdır; aksi halde kamu tarafından itibar görmez; gerek ekonomik gerekse toplumsal açıdan uygulanabilir olması önemlidir.”
Neymiş? Kamunun, yani orayı teker teker oluşturan halkın örtük yahut açık desteği olmadan “konservasyon” yapılamazmış. Türkçesini söylersek, taş üstüne taş konulamazmış. Diyelim ki kondu, bunu Davutoğlu’na haber verecek insanlar, ona haber vermek için zahmet göstermezmiş. Çünkü Sur için Toledo hevesini dillendiren başbakan, artık başbakan değilmiş. “Eşimle buradan ev alacağız,” beyanını da geçerken anımsatmak isterim. Belki akademik tefekkürlerine huzur içinde, Toledo oluvermiş Sur’da devam etmek ister Hoca. Hem iktidarına bir aylık ömür biçtiği ve stratejik derinlik adını verdiği yöntemiyle revize etmeye çalıştığı coğrafyaya pek uzakta olmaz. Ne demiştik? Urfa Mardin’e bakar, Diyabekir de Mardin’e. Aynı Urfa ve Mardin Suriye’ye bakar. Rojava’ya, yani.
Başka bir vesileyle okuduğum Şule Gürbüz’ün Kambur’unda 2 Haziran 1950, Pazar, 22.15’te geçen notunu aktarmak istedim ansızın: “İşte bir Pazar günü daha – ne yapacağınızı merak ediyorum doğrusu...”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...