13 Mart 2016 00:00

Hâlâ mümkün

Hâlâ mümkün

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Çocuk babasına merakla soruyor, gözlerini büyütmüş. Çocuklar gözlerini sık sık büyütür neyse ki, o büyümek dünyanın ferahlamasına delalettir. “Baba bunlar ne zaman gidecek?”
Baba, düşünüyor. Babalar düşünmüş gibi yapan varlıkların adına denir. Kimi zaman düşünür de gerçekten ama esas düşünenin o olmadığını içten içe bilir. Şimdi oğluyla baş başa olduklarından, mecburen düşünüyor. Bir cevabı var ama oğluna nasıl anlatacağının kelimelerinden yoksun o baba. Deniyor. “Gitmeyecekler.”
Çocuk, mahzun ama meraklı ve halen diri konuşuyor. Sormaktan vazgeçti, babasıyla aynı hizada olduğunu fark ediyor bir şekilde. Bilgi değil ama sezgi. Doğduktan hemen sonra toprakla birleşen tuhaf sezgi. Büyüdüğün direnişçi ruh falan diyecekler o sezgisine. “Ben onların burada olmasını sevmiyorum. Senin de sevmediğini biliyorum. Kimse sevmiyor ama gitmiyorlar. Utanmıyorlar mı?” Çocuk bu, sonuna bir soru işareti koyacak illa.
Baba rahatlıyor. Oğluyla aynı hizada. Uzun uzun düşünmeye gerek yok ama gücü de yok dahasına. Tek kelimelik cümleleri var. Oğlunun adı gibi, babasının ve annesinin adı gibi, toprağının ve üstüne yaşadığı ülkenin adı gibi. Tek bir adı var ülkenin. “Utanmıyorlar.”
Baba, saatine bakıyor. 50 geçmiş. 10 dakika sonra telefon gelecek Almanya’dan, böyle kesin saatlerle konuşabiliyorlar ablasıyla. Ne olduğunu anlamadığı bir işi var ve sesinden anladığı kadar, çok da rahat değil. Olsun, artık sesini duyuyor ya, o da yeter. “Hala arayacak.” Bu defa iki kelimesi var. Ablasına iki kelimeden fazlasını da edebilir, kim bilir. Ama o dinleyen; dünyaya dinlemeye gelmiş insanlardan o. Dinleyen, çoğunlukla susan, susması huzura yazılan ve asla huzur bulmayan. Oğlu ise kalıtımın dizgisini bozmak ister gibi düşmüş dünyaya. “Halamı ne zaman göreceğim? Bunlar gitmiyorsa, biz neden halamın yanına gitmiyoruz?”
Evin kapısında fütursuzca, kim olduğunu gizleme gereğini bile duymadan duran polisi itiyor oğlu. Gülüşüyorlar bile. Az önceki soruları soran o değilmiş gibi şimdi. Çocuk işte. Sorar ve unutur. Söyler ve unutur. Sorar, söyler ve asla unutmaz. “Halam arayacak çekilsene be.”
O gün telefon çalmıyor. Birkaç yer aranıyor, yol iz bulmak için gayret sarf ediliyor, meraklı insanlar çoğaldıkça sonuç buğulanıyor.
Adam telaşla çıkıyor. Oğlunu bırakacak kimsesi yok. “Lütfen burada kal, geleceğim.” Kelimeler çoğaldı. Artık dinleyecek hali kalmadı dünyayı. Dünya çok geveze. Şimdi konuşma sırası oğlunda. Oğlunun haberi yok ama onun sorularıyla, babanın ağzında.
“Ben sizin burada olmanızı sevmiyorum. Kimsenin de sevmediğini biliyorum. Kimse sevmiyor ama gitmiyorsunuz. Utanmıyor musunuz?”
Arabanın önünde dikilen polisin, yüzüne alık alık baktığını fark ediyor bir an. Hızla, telaşla oğlunun sesiyle konuşmuştu bu defa. Belki de yıllar sonra. “Şimdi söyle, müzik dinliyordum,” diyor zayıflıktan yüz kemikleri seçilen polis, beresinin altından kulaklığını çıkarırken.
“Bir şey yok,” diyor adam. “Kimliğim bu, GBT’me bakmayacak mısın?”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...