05 Mart 2016 23:30

Evimiz de hep oradadır

Evimiz de hep oradadır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir zamandı, gündüzleri odalarda, bilgisayar başında yahut kâğıt başında geçirmek zorunda olmadığım bir zamandı. Biriyle karşılaşmıştım, bir teyze. Sonra oturup yazmıştım:

Elinde uzundur kullanıldığı belli olan, çok güzel işlenmiş bir baston var. Bota benzer bir ayakkabı var ayağında, bol geliyor ayağına. Kalın, gri bir çorap giymiş. Siyah, uzun bir pardesüsü var. Yaşlı, hafif kambur. “Bana bir çay ver,” diye bağırıyor çaycıya. Oturacak yer bakarken bana dönüp “Hemşeriyiz seninle” diyerek yanıma oturuyor. Bir daha “Çay ver” diyor, çaycıdan “Duyduk teyze, duyduk” homurdanması geliyor akabinde. Sakine oturuyor yanıma. “Nerelisin?” Karslıymış o. Kulakları iyi duyuyor, seviniyorum buna nedense. “Sizin oralarda öğretmenlik yaptım, çok gençtim, çok iyi davrandınız bana…” diyor. İşimi, ailemi öğreniyor. Gurbette kaldığıma hayıflanıyor biraz. Çay geliyor, masayı hafifçe ona doğru kaydırıyorum rahat etsin diye, alınmış gibi “Dursun dursun, elim uzanır” diyor. Şekeri çaya atmadan ağzına götürünce “Sahi siz kıtlama içersiniz, değil mi?” diyecek oluyorum, turistçe bir ilgi olacağını düşünüyorum hemen. “Döneceğim ben,” diyor “memlekette ölmek lazım.” Susacağıma soruyorum, “Var mı Kars’ta akrabalar?” Birileri yol soruyor zabıtaya gürültüyle, camiden ezan sesi duyuluyor tam o sıra. “Yok,” diyor. “Azerbaycan’a. Buraya geldim, yıllarca öğretmenlik yaptım, bırakmadılar döneyim. Beni memleketimin toprağı doyurur ölüme.” Sonra birkaç defa, unutmamak için söyler gibi “memleket, memleket” diye sayıklıyor. Kimin aklına Hrant Dink’in o dediği gelmez şimdi? 

Çocukları benden büyükmüş, torunları da varmış, onlar artık burada hayat kurmuşlar ama o dönecekmiş. “Çocuğun olsun,” diyor “çocuk insanın muradıdır.” Maaşı ziyadesiyle yetiyormuş ona, açsam yemek isteyebilirmiş şuradaki lokantadan. Tokum, mahcubiyetle çok teşekkür ediyorum. Aksine ben bir şey ısmarlamayı geçiriyorum aklımdan, sonra cayıyorum. Gözüm çayında, en azından onu ben ödeyeceğim, çok kararlıyım. Telefonum çalıyor, biraz huzursuzlanıyor, farkındayım “Rahatsız ettim” diye geçiriyor içinden. Oysa hiç etmedi ama ona bunu söyleyecek cümleleri bulamıyorum. Çayını bitirdi. Hafifçe toparlanıyor oturduğu iskemleden. Çantasına davrandığında rica ediyorum ödemeyi. “Param var,” diyor kısık sesle “olmazsa tamam ama var. Sana dedim yemek ye diye, sen kabul etmedin.” Doluyor insanın gözü, tabii. Yahu diyecek oluyorum, teyzeciğim diyecek oluyorum. Diyemiyorum, öylece doğruluyor işte kalktığı yerden. “Helal olmaz öyle diyor. Olmazsa tamam.” 

Korkunç ve yüksek müziğiyle seçim otobüsü geçiyor caddeden. Teyze, oraya doğru yürüyor, ardından bakakalıyorum. Çiçekçi, bir çiçeğin bağrını okşayıp su veriyor. Yandaki pastane işçileri sigara yakıyorlar. 3-5 kuruş diye trilyonlardan söz edenler caddeden otobüslerce bağırıyor. Korkunç ve yüksek. 

Farkına varmak uzun sürmüyor. Adını sormadım teyzenin, kendi adımı da demedim. Rahmetli babaanneme benzettiğimi anlıyorum şimdi. “Halise,” diyorum içimden. “Halise Teyze’yle beraber çay içtik. Helal olmaz dedi, gitti. 1 lira çıkardı çantasından.” 

O teyzeyi çok sık hatırlıyorum. Helal olmaz demesini hiç unutmuyorum. 

Diyarbakır’da, mart günü tenha bir dört duvar arasında, kısık sesli bir müzik çalarken konuştuğum anda anımsıyorum o teyzeyi. Niyeyse yutkunuyorum. Yazarım diyorum, bir daha yazarım. Yazamıyorum, yazdığıma dönüyorum. İnsan, eve dönmekten mi ibaretti?

Bunlar evimize dönmemize mani olacaklarını sanıyorlar. Hakkımız helal değildir. Evimiz de aha hep oradadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa