06 Haziran 2014 00:06

‘Bu ne lan, dünün aynısı...’

‘Bu ne lan, dünün aynısı...’

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yiğit Özgür’ün bir karikatüründe, atletli adam, yatağın kenarına oturup perdeyi aralamış, dışarı bakar. Aralıktan birtakım binalar ve bulutlar görünür. Adam şöyle der; “Bu ne lan, dünün aynısı...” Her sabah aynı güne uyandığını düşünmek için bir bilim kurgu filminin içinde olmaya gerek yok. Rutin hayatlar yaşayan herkesin bu sanıya kapılması güç değil. Özellikle geçen yıldan beri epey hareketli ve olaylı zamanlar yaşayan bizimki gibi bir memlekette bile, olaylılığın kendisinin rutine döndüğünü hissettirmesi de mümkün. Yarına ulaşmak hissinin güçlüğü, tekrarı bol bilim kurguların ilhamı olsa gerek.
Yarının Sınırında’nın Cage’i Tom Cruise ise, her gün ölerek bir önceki sabaha dönüyor. Dünya dışı canlıların, yani tuhaf ismiyle “uzaylı”ların istilasındaki Avrupa’da direnen ordunun halkla ilişkilercisiyken, kendisini savaşta bir er olarak buluyor. Ama bu daha başlangıç. Uzaylılara, öğrenme ve taklit yeteneğinden ötürü “mimic” deniyor. İlk çatışmasında alfa denen mimic’in kanı yüzüne gözüne bulaşınca, Cage her sabah orduya teslim olduğu noktada uyanmaya başlıyor. Her gün öl, her gün baştan başla rutininin başlangıcı bu.
Film, Japon Bilim Kurgu Yazarı Hiroshi Sakurazaka’nın henüz Türkçeye çevrilmemiş romanından uyarlama. İngilizcesi All You Need is Kill olarak geçiyor, yani “Tek ihtiyacın olan öldürmek”. Bilim kurgunun ve başka türlerin bildik numaralarını bir araya getiren, ilginç bir sentez ortaya çıkmış, kitapla birlikte filmde de. Esas oğlanın ölüp ölüp dirilmesi, tabii kimseyi kendine inandıramaması, bir yandan uzaylı istilası, uzaylıların tek bir organizmanın uzantıları olarak hareket etmesi, asker değilken dünyayı kurtarma sorumluluğu, savaş ve aşk, kahramanlıklar vs. Doug Liman’ın filminde, böyle başka dünyalara ait gibi olan unsurlar eğreti de durmuyor, yıllara rağmen Tom Cruise’un hiç değişmemiş haliyle kahramanlık etmesi gibi.
Kısaca, daha önce aynı gücü edinmiş olan kadın savaşçı Cage’i tanıyor, onu her gün baştan eğitime alıyor. Ertesi gün yapılacak olan çıkarmanın düşmanın bir tuzağı olduğu anlaşılınca, işgalcilerin merkezine gidip işi bitirmek, yani dünyayı kurtarmak Cage’e düşüyor elbette. Onların haberi olmasa da, günlerini birlikte geçirip çok iyi tanıdığı bölükten arkadaşlarını da alıyor ve bölüm sonu canavarının karşısına dikiliyor. Mimic’lerin zayıf noktası olarak tanımlanan “insanlık”ın ne olduğu biraz muğlak ama finalde, kendilerini grubun yararı için feda eden insanlar sayesinde kazanılan zaferin taktiği, tek merkeze bağlı mimic’lerden o kadar farklı değil gibi.
Aslının bir Japon romanı olması da etkilidir mutlaka; dünyayı bir Amerikan askeri kurtardığı halde, Yarının Sınırında benzerlerinden farklı olarak sürekli seyircinin gözüne gözüne Amerikan bayrağı sallayan bir film olmamış. Savaşın verildiği yer bile Avrupa, Normandiya ve dolayısıyla dünya savaşının Amerikan cephesine göndermelerle.
Her öldüğünde aynı sabaha geri dönerek, o günün akışını değiştirme çabası, filmin mantığı içinde işliyor. Her gün tekrar eden günün, aslında tekrar etmediğini ispatlamak, bütün dava. Fakat sonunda, o sabahtan da öncesinin değiştiği bir dünyaya uyanmak nasıl mümkün oluyor, bunu açıklayan biri varsa da ben denk gelemedim. Zaman döngüsünün işleyişine ikna olan seyirci için de, mantığa uygun değil çünkü. Ama zaten felsefesiyle pek ilgilenmeyen bir aksiyon filmi olduğundan, kolay kolay buna takılan kimse bulunmayabilir.
Madem, ülkenin rutinini bozan Gezi günlerinin yıl dönümündeyiz, bir günün öncekinin aynısı olmamasının nasıl mümkün olduğunu, oradan biliriz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...