13 Mayıs 2014 00:09

HDP'ye katılım(lar) - 1

HDP\'ye katılım(lar) - 1

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir süredir, siyasetin birbirine yakın ya da uzak yerlerinde HDP’ye katılım tartışmalarının yürütüldüğüne tanıklık ediyoruz. Söz konusu tartışmaların odağında, katılımın kamuoyunda yaygın olarak duyulmaya başlanmasından kısa süre sonra, BDP’li milletvekillerinin HDP’ye katılımı bulunuyor. Yaygın soruların bir bölümünü “HDP, BDP’mi oluyor?, HDP bu büyüklükteki BDP katılımıyla nasıl Türkiye partisi olabilecek?, HDP’nin bileşenleri arasındaki ilişkiler nasıl devam edecek?” olarak sıralayabiliriz. Bununla birlikte, sorular yerine “Gördünüz mü HDK, 2011’de yarattığı heyecanı zamanla yitirdi, gelinen aşamada da tükendi, bitti...” biçimindeki yargılara da rastlıyoruz. Hem sorulara hem de yargılara yeterlilik verip devam edelim.
Öncelikle bir durum saptaması yapmalıyız. Dünya ve Türkiye ne halde? Yazımızdaki tezimize dayanak olacağı için bilinenler olmakla birlikte, yinelememiz gerekiyor. Kapitalist toplum biçimi, 2008 yılından bu yana derinleşmekte olan bunalımını yaşıyor. Dünyanın pek çok coğrafyasında sınıf mücadeleleri, öncekilerden farklı biçimlerde de olsa yükselerek devam ediyor. Patronların, özellikle seksenli yıllar sonrasındaki ideolojik alandaki tahakkümü
aşama aşama zayıflıyor, aralanıyor. Bu durum, sınıfın ve doğal ittifaklarının kimliği haline gelmiş, “değişmez-değiştiremeyiz” yönündeki umutsuzluğunu ve teslimiyetini tersine çevirmeye başladı. Bir ayağa kalkış, etrafına bakış, silkelenme görünür hale geldi. Orta Doğu’da ezilen halkların kötü talihi değişiyor. Emperyalistlerin Suriye’de iktidarı ele geçirebilmek için başlattığı iç savaş devam ederken, bu oyunun parçası olmak istemeyenler üçüncü bir yol yarattılar. Suriye’nin kadim halkları, Kürtlerin önderliğinde Rojava Devrimini
gerçekleştirdi. Bir cenahta bunlar yaşanırken emperyalist cenahta da yıllar sonra hegemonya mücadelesi yeniden alevlenmeye başladı. Rusya Federasyonu son birkaç yıldır ABD’nin egemenliğine karşı açık mücadele yürütüyor. Ukrayna’daki ve Ukrayna üzerinden yaşananları başka türlü değerlendirmek eksikli olur. Bu başlığı Suriye, İran vb. meselelerde alınan karşıt tutumlarla da desteklemek mümkün. Özetle, dünya değişim için uygun koşullara sahip, koşullar daha da olgunlaşma potansiyeli taşıyor.
Öte yandan Türkiye’de 2002 yılında uluslararası güçlerin gereksinimlerinin karşılanması adına şekillendirilip, desteklenen ve o yıllardan günümüze iktidar olan yapı yarıldı. İniş çıkışlarına tanık olsak da eğilim iniş yönünde. Yerel seçim sonuçları yanıltmasın. İktidar gün be gün eriyor. Uluslararası desteğini yitirdi. Ulusal sermaye grupları arasındaki mücadelede hem taraf olup hem de doğrudan içindeki kadrolara yönelik “birikim-sermaye” sağlama girişimi çatışmayı görünür hale getirdi. İktidarın iki ortağı temsilcisi oldukları sermaye grupları adına kıyasıya mücadele içinde. Bu durum sermayenin açık temsilcisinin iktidarın olanaklarını pervasızca kullanmasını ve despotizmi de beraberinde getirdi. Despotizm her geçen gün daha da gelişiyor, şiddetleniyor. Son olarak, Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümü töreninde, kameraların önünde, Başbakanın TBB Başkanı’nın konuşmasını “uzun ve siyasi” olma gerekçesiyle kesip, Türkiyeli avukatların seçilmiş, yasal temsilcisini “yalancılık ve edepsizlik” ile itham etmesi, ayağa kalkarak sahneye yürümesi, sözcükler ve bağırma ile yetinmeyip, el ve kol hareketleriyle de hakaretini sürdürmesi hafızalardan uzun süre silinmeyecek. Bununla birlikte, aynı salonda dikkatlerden kaçmaması gereken bir ilke daha
tanık olduk. Yürütmenin başı, kendi inisiyatifi ile yine kamunun önünde, cumhurun başının programını değiştirdi. Despotizm, devletin geleneklerine bile tahammül edemez aşamaya geldi. Başbakan, konuşmaların ardından, emekli olmuş Danıştay yargıçları için yapılacak plaket verme törenine katılmaküzere orada bulunan Cumhurbaşkanına ve Genel Kurmay Başkanına da sözlü olarak ve vücut diliyle “müdahale ederek” kendisiyle birlikte salonu terk ettirdi. “Devletin iradesi, Başbakan’ın iradesine, öfkesine teslim oldu.”
Ülkenin tepesinde bunlar yaşanırken, cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş kapsamda bir halk isyanını yaşadık. Mayıs 2013’de Gezi Parkı’nda “iki ağacın daha kesilmemesi için” başlatılan direniş kısa sürede halk isyanına dönüştü ve ülke geneline yayıldı. Gezi-Haziran İsyanı’nda polis şiddetine maruz kalıp, bitkisel hayata giren ve 269 gün sonra yaşamını yitiren Berkin Elvan’ın cenazesindeki katılımın yaklaşık bir yıl önceki isyana katılımı da aşan ve perçinleyen bir niteliğe sahip olduğunu belirtmemiz gerekir. Medyadaki sansür nedeniyle kamuoyunun birçoğundan haberdar olamadığı grevlerin, direnişlerin, fabrika işgallerinin, üniversite öğrencilerindeki eylemliliğin giderek yaygınlaşmakta olduğunu da görmeliyiz.
İşte 2011 sonbaharındaki kongre girişimi, HDK, yukarıda sıralandıklarımızın pek çoğu yaşanmadan, ancak tabii ki olayların değil ama, böyle bir atmosferin ortaya çıkma olasılığı öngörülerek gerçekleştirildi. Savaşla, eşitsizliklerle, sömürüyle, demokrasi dışı uygulamalarla, emperyalizmle, despotizmle mücadelenin bir aracı olarak...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...