18 Mart 2014 00:34

Devlet krizi mi? Erdoğan krizi mi?

Devlet krizi mi? Erdoğan krizi mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İnsanın gereksinimlerinin karşılanması için değil, üretmek için üretime dayanan kapitalizmin doğasında bulunan krizlerin aşılabilmesi için egemen sınıfın-burjuvazinin her türden ittifakı denediği biliniyor. Kapitalist devlette önceki toplum biçimlerinden farklı olarak, egemen sınıf ile siyasal temsilcilerinin birbirinden ayrışmış olmasının yarattığı avantaja karşın, işler her zaman yolunda gitmeyebiliyor. Kapitalizmin krizinin aşılabilmesi için gerekli olan alt yapının üst yapı tarafından baskılanması süreci her şeye rağmen günümüzde de tamamlanamamış görünüyor.
Türkiye’de de kapitalizmin krizini çözebilmek amacıyla söz konusu hedef için gerçekleştirilen 12 Eylül asker darbesi de Özal Hükümetleri de Erdoğan Hükümetleri de görünen o ki bu derde deva olamadı. Üst yapının uzun süreli konsolidasyonunu bir türlü sağlayamıyorlar. Başbakan Erdoğan 2002-2007 tarihlerinde önce sivil toplumu, onun desteğiyle 2007-2011 tarihlerinde siyasal toplumu ve devleti fethetmişti. Haziran 2011’in sonrasında da kendince son düzenlemeleri yapıyordu ki olmadı, olamadı. İlk döneminde hem liberaller hem de sermaye ye karşı takındığı tutum, ikinci dönemde değişmeye başladı. Liberalleri dışlarken, burjuvazinin kendi iç mücadelesinde taraf oldu. Bir grubu dışlarken, diğer grupla çok özel ilişkiler geliştirdi. Hükümet ortağı cemaatin katkısıyla devletin bütün kadrolarına egemen oldu. Tüm kurumlar hükümetin mutlak denetimine girerken, kuvvetler ayrılığı da fiilen ortadan kalktı. Siyasi partilerin muhalefet olanakları neredeyse yok edildi.
Geriye dönüp baktığımızda, görünen o ki Erdoğan’ın dışladığı burjuvazi grubu Hükümet’in diğer ortağıyla ittifak kurup, devletteki yerlerinden tasfiyelerini önleyici adımlar atmışlar. Yine bugünden baktığımız da başarısız olduklarını söylemek mümkün değil. Hükümet koalisyonu bozuldu. Burjuvazinin bir grubu koalisyon ortaklarından biriyle, diğeri de ötekiyle yoluna devam etmek istiyor. Ses ve görüntü kayıtları, medya, miting meydanları vb. üzerinden görünür hale gelen mücadelenin aktörleri koalisyonun ortakları olarak görünse de arkalarındaki sermaye gruplarını fark etmemek, mücadelenin esasının onların aralarındaki mücadele olduğunu görmemek olmaz. Tülin Öngen’in bir makalesinde altı başlık halinde sıraladığı kapitalist devletin krizine yol açan etmenlerden beşincisi de tamamlanmış görünüyor. Buna göre, devletin göreli özerkliği aşındı, devlet araçsallaştı, görünürdeki tarafsızlığını yitirdi, belli sermaye gruplarıyla özel ilişkiler kurup, diğerlerini dışladı. Bu özel ilişkiler resmi olmayan, çıkar ilişkilerini ve birlikteliklerini yarattı. Bunlar bir süredir yolsuzluklar olarak ortaya çıkmaya başladı. Sonraki aşama, devletin iflası ve bu toplumsal yapının çöküşü. Öngen, bu aşamanın iki temel özelliğini de kitlesel başkaldırılar ve devlet şiddetinin artışı olarak sıralamış. Çok çok özel müdahaleler olmaz ise burjuvazinin sınıf içi mücadelesi hız kesmezse ve asıl önemlisi sınıflar arası mücadele yeterince yükseltilebilirse “başka bir Türkiye” mümkün olabilecek gibi.
“Haziran İsyanı” günlerinde, Başbakan Erdoğan’ın destan yazan polisinin kafasına nişan aldığı gaz mermisinin kapsülünün neden olduğu kafa travması nedeniyle komaya giren 14 yaşındaki Berkin Elvan, 15’ine komadayken girdi. Devlet şiddetinin hedefi olduktan 269 gün sonra, 11 Mart 2014 günü hayata gözlerini yumdu. Haziran direnişi eylemcilerinin tedirgin bekleyişi yerini içe akan gözyaşlarına bıraktı. Anne ve babası başta olmak üzere, ailesinin, arkadaşlarının acılarını hissedebilmek ise olanaksız, tarifsiz. Bununla birlikte, 12 Mart günü gerçekleştirilen cenaze töreni bir başka durumu ortaya çıkardı. Haziran isyanında yer almamış, alamamışların da katıldığı bir tören gerçekleşti. Sessiz ancak kitlesel bir başkaldırıya tanık olduk. Başbakan’ın dili kitlendi. Aileye başsağlığı dilemeyi bile fazla buldu. Aksine Berkin’i terörist ilan etti, ailesini miting meydanlarında yuhalattı, cenazeye katılanları suçladı. Bir yandan toplumu kutuplaştırmaya, diğer yandan korku salmaya ve kolluk güçleri aracılığıyla şiddet uygulamaya devam ediyor. Taşlaşmış yüreğini miting meydanlarında çoğaltmaya çalışıyor. Yalnızca ve yalnızca siyasi temsilcisi olduklarının çıkarı ve kendisi için. Başka hiçbir şey umurunda değil.
Öyle ki Berkin’in töreninin yapıldığı günün gecesinde Okmeydanı’ndaki eylemlerde kaynağı henüz bilinmeyen bir kurşun Burakcan Korkmaz’ı yaşamdan kopardı. İkinci ölüm duyulur duyulmaz toplumda hızlı bir tedirginlik yaşandı. Zihinlerde hızla ne oluyor?, toplumsal kutuplaşmamı yaşanıyor? soruları uyandı. Başbakan ertesi gün mitinglerinde Burakcan’ın ölümünü kutuplaşma aracı yapmak istedi. Ancak hem Burakcan’ın hem de Berkin’in babası gerekli yanıtı verdi. “Her ikisi de bizim çocuğumuz. Acımız ortak.”
Bu belirlemelerin ardından bir öneriyle bitirebiliriz. Ne devlet şiddeti ne kutuplaştırma girişimleri, ne Erdoğan’a, ne hükümetine, ne de temsilcisi oldukları burjuvaziye son altı yedi yılda yaşadıklarını geri getiremeyecek. Daha fazla ölüme, acıya neden olmadan şapkayı önüne koymanın vakti geldi de geçiyor bile.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...