17 Kasım 2012 10:34

Mezar taşlarına adları yazılmayanlar

Mezar taşlarına adları yazılmayanlar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ölüp gidenleri kimi zaman bir mezar taşı hatırlatıyor yalnızca. Ölenin yaşamını özetliyor, bazılarında açıkça “Ben senin gibiydim, sen de benim gibi olacaksın” diyor. Bilirsiniz özellikle İstanbul’da mezarlıklarla evler neredeyse kucak kucağadır. Eyüp’te, Piyer Loti Kahvesi’nin oralarda Karyağdı derlerdi bir bayır vardı. Elli- elli beş yıl kadar önce. Bir yerden sonra başlayan mezarlığa Cellât Mezarlığı denirdi. Bugün yapılaşma yüzünden yandaki mezarlıklarla karışmış bu cellât mezarları, bence zamanında bir dışlama örneğiydi. Sağlıklarında saltanatın hemen yanı başında yer alan cellâtlar ölünce gözden uzak sapa bir yere sürgün edilmişler. Bildiğiniz gibi cellât, dayak ve ölüm cezalarının infazını gerçekleştiren kişinin unvanıdır. İşkence de cellâtların görevidir.
Gövdeye yapılan cezalandırmaları insanlık dışı sayan bakış açısı, o cezayı yerine getirenleri de insan dışı saymış olmalı. Cellât mezarlarının başucunda yaklaşık yarım metre eninde, iki-iki buçuk metre boyunda bir kefeki taşı vardır; hepsi o kadar. Taşın üstünde ne bir satır yazı, ne bir dua, ne bir isim, ne bir şekil, ne bir resim bulunur. Toprağın altında yatan kişi kimdir, ne zaman doğmuş, ne zaman ölmüştür bunlar bilinmez.
Öldürülen kişiler (ya da infaz edilenler) halkın ibret alması için halka açık, çoğunlukla kalabalık yerlerde infaz edilirdi. Mezar taşlarında “şehit/şehide” sıfatı yer alırdı. 85 yaşındaki Piri Reis’in de idam edildiği anımsanırsa idam edilenlerin mezar taşlarına neden şehit yazıldığını anlarız.
İnfazları seyre kalabalıkların gittiği bilinir.(Belki bu yüzden ölüme kanıksamış bir biçimde uzun süre “sallandıracaksın iki tanesini Taksim’in ortasında bak yapıyorlar mı bir daha” nutku çekilmiştir. Kimse daha önce o kadar kişinin asıldığını ama suç oranının değişmediğini düşünmemiştir. Aziz Nesin’in herkese açık yapılan son idam törenini anlattığı kitabın adı kara mizahla seçilmiştir: Surname. Çünkü Surnameler şenlik anlatan kitaplardır.)
İdam, bütün idam karşıtlarının kolayca söyleyecekleri gibi bir ceza değildir. Ceza suç işleyen kişiyi topluma yeniden kazandırma amacıyla verilir! Oysa idam geri dönüşü olmayan bir eylemdir. Cellâtların kimi infazlarda zorlandığı bu yüzden sarhoş olarak görev yaptığı ya da kaçtığı da bilinir. Evliya Çelebi ünlü cellât Kara Âli’yi şöyle tanımlar; “20 muavini yalın kılıç yanından yürüyordu. Ama neuzibillâh (Tanrı korusun) hiçbirinin yüzünde nur yoktu.” Acımasızlığı ile ünlü Kara Ali, Sultan İbrahim’i infaz etmesi istenince istemeyip ağlamaya başlamış. Kaçmış, sadrazam paşa tarafından bulunup dövülerek eski padişahı öldürmeye zorlanmıştır.
Cellâtlar, Topkapı Sarayı’nda kendilerine ayrılmış yerde yaşarlardı. Yani yemek ve barınak ihtiyaçları saray tarafından karşılanırdı. Kendilerine meslek gereği bağlanan herhangi bir ödenek kaydı yoktu. İnfaz edilecek olanın elbiseleri, para kesesi, yüzük, saat gibi üzerinden çıkanlar verilirdi. Bu eşyalar düzenlenen mezatlarda halka satılır, elde edilen para cellât sayısına eşit miktarda bölünürdü. Peçevili İbrahim Efendi infaz edileceklerin kendiliğinden kürklerini, değerli eşyalarını, “beni anar, bir Fatiha okursun” diye hediye ettiklerini yazar.
Batı cellâtlarını işveren biçiminde atar. 1880’lerde ABD’de devlet, gazete ilanıyla cellât alır. “160 dolar aylıkla cellât aranıyor. İstenen özellikler: Heyecanlı olmayacak, Ağzı sıkı olacak,  Merhametli olmayacak, Yasanın hükümlerini anlayacak kadar bilgi sahibi olacak, Kötü hali olmayacak, Böyle zahmetli bir mesleğin icaplarına uymasını bilecek.”
Bir cellâdın cellâtlıktan başka ne gibi bir kötü hali olabilir ki?

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...