06 Eylül 2012 09:17

Bu faşizm değilse, nedir?

Bu faşizm değilse, nedir?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakanın, önceki gün yaptığı konuşmayı dinleyince şu soruyu kendime sormadan edemedim:
Bu faşizm değilse, nedir?
Mali baskıyla, hapis, dava ve soruşturma tehdidiyle susturulmuş, sansür ve otosansüre sevk edilmiş bir medya…
İşten atılarak, sürülerek, sendikasızlaştırılarak sömürülen, güvencesizleştirilen, endişe ve korkuyla kuşatılan basın emekçileri…
Siyasi iktidarın politikalarını eleştiren, çelişkilerini çürüten, alternatif düşünceleriyle toplumu aydınlatan bilim insanlarının, yazar ve düşünürlerin cezaevine kapatılması, fikirlerinin yayılmasının engellenmesi…
Basın ve ifade özgürlüğünün kullanılmasında en yaygın araçlardan biri olan gazete, radyo ve televizyonların geniş kitlelere hitap eden merkezinin kontrol altına alınması…
Bu medya kuruluşları vasıtasıyla, toplumun çarpıtılmış, yönlendirici haberlerle bilgi bombardımanına tutulması…
Tam bir totaliter rejim propagandası…
Sorunları tartıştırıyormuş gibi yapıp, siyasi iktidarın “dinsel / cemaatçi / muhafazakar / milliyetçi” ittifakına uygun bir toplumsal kanaat oluşturmaya çalışılması…
***
Bu faşizmin propaganda aracı haline gelmek değilse, nedir?
Siyasi iktidar ile ideolojik ve ekonomik çıkar birliği içinde olan medya temsilcilerinin, kendilerini, bu “Tarihsel dönüşümün öncüleri” olarak takdim etmesi…
Kendilerini siyasi iktidarın sözcüsü olarak gören medya yöneticilerinin, hapisteki gazetecileri, yazarları, bilim insanlarını umursamayarak Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü üzerinde hiçbir engel olmadığını iddia etmesi…
***
Bu faşizmin korkusu değilse, nedir?
İktidar partisinin çıkarlarına, amaçlarına aykırı olan her şeyi; vatanın, ülkenin, milletin, toplumun, halkın, devletin aleyhine topyekün bir saldırı gibi yorumlamak…
Kendi çıkarlarına aykırı fikir ve eylemleri dile getiren gazetecileri, yazarları, bilim insanlarını marjinalleştirerek kitlelerin hedefi haline getirmek; nefret söylemi geliştirerek onları devlet ve toplum düşmanı haline dönüştürmek; iktidar güdümündeki medyanın yoğun propaganda gücüyle suçlu damgası vurarak yargılanmalarını ve tutuklanmalarını meşrulaştırmak…
***
Şimdi, sıra geldi faşizmin, siyasi muhalefeti parlamentodan tasfiye etmesine…
“Yargıya gerekenleri söyledik, yargı da gereğini yapıyor, biz de Parlamentoda gereği neyse onu yapacağız” (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 5 Eylül 2012)
Yani, muhalif parlamenterler hakkındaki dokunulmazlık dosyaları gündeme getirilecek, iktidar partisinin çoğunluk oylarıyla, milletin vekillerinin siyasi söylemlerinden dolayı yargılanmalarının yolu açılacak...
Nedir bu dokunulmazlık dosyalarının içeriği: “Suçu ve suçluyu övmek”, “Terör örgütü propagandası yapmak”…
Gazeteciler, yazarlar, bilim insanları hakkında ileri sürülen iddialar da bunlar değil miydi?
Marjinalleştirmenin en kolay yöntemi!
Biz, basın ve ifade özgürlüğünü savunurken, adli suçlardan dolayı yargılanan gazetecilere ayrıcalık istemedik.
Fikir suçlarına karşı olduğumuzu her zaman vurguladık.
Halkın gerçekleri öğrenme hakkını kullanabilmesi adına görev yapan gazetecilerin risk altında olduğunu; iktidarların, silahlı güçlerin, çıkar gruplarının tehdit ve baskılarına maruz kalabildiğini, bu nedenle de basının kanunlarla özel olarak korunması gerektiğini söyledik.
Yolsuzluktan, hırsızlıktan, cinsel tacizden, tecavüzden, adam öldürmeye azmettirmekten yargılanan gazetecilere ayrıcalık istemedik.
Bu tür adli suçlardan haklarında fezleke düzenlenmiş olan milletvekillerinin dokunulmazlık zırhına bürünmesini de savunmuyoruz.
Ancak demokrasilerde parlamenterlerin siyasi açıklamalarından dolayı kürsü dokunulmazlığı teminat altında olmalıdır.
Esad’ın ülkesindeki seçimleri “Suriye’de sandık mı var?” deyip yok sayabilirsiniz, yöneticilerin meşruiyetini yitirdiğini iddia edebilirsiniz ama kendi ülkenizde, “bağımsız” yargının gözetiminde yapılan seçim sonuçlarının meşruiyetini tartışmaya açamazsınız.
Gazetecilerin mesleki faaliyetleri, “terör örgütü” üyesinin eylemleriyle eş değer tutulamayacağı gibi, seçimle gelmiş milletvekillerinin siyasi açıklamaları da tasfiye malzemesi olarak kullanılamaz. Tabii bu demokrasilerde böyle olur.
Aksi uygulamaların adı faşizm değilse, nedir?
***
Sayın Başbakan, ölümler karşısında diyor ki “Ağlamayacağız!”
Kendi ülkemizdeki, toplumumuzdaki ölümler ve acılar karşısında “ağlamayacağız” ama Arakan’a gidip gözyaşı dökeceğiz!
Acı veren çaresizlikler karşısında ağlamak insani bir duygu değil midir?
Hem “ağlama”, hem de bu acıları sansürleyip, halkın acısını halktan gizle!
Nerede ağlayacağımıza, hangi acıları kamuoyuyla paylaşacağımıza “liderimiz” karar veriyorsa, bu faşizm değilse, nedir?

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...