22 Şubat 2013 04:00

Devleti yıpratan hükümet

Devleti yıpratan hükümet

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Silivri’de var olan devlet, Sinop’ta yoktu.  4 Şubat’taki KCK basın davasında, “duruşmaları yerli ve yabancı birçok basın yayın organının yakıdan takip ettiğini”, “aynı zamanda birçok dernek ve sivil toplum örgütünün de duruşmaları izlediğini” bilen Devlet, Sinop’ta Halkın Demokratik Kongresi (HDK) heyetinin temaslarından bihaberdi.
4 Şubat’taki KCK basın davasında “yine bir kısım yasadışı oluşumlara mensup kalabalık grupların cezaevi bölgesine gelerek duruşma müddetince mahkeme heyetini ve Devleti protesto edeceği” istihbaratını alarak, “Zindanlar Boşalsın, Gazetecilere Özgürlük” pankartına el koyan Devlet, Sinop’ta olabilecekler konusunda istihbarat kanallarını kapatmıştı.
18 Şubat’taki Ergenekon davasında, istihbarat kaynaklarına güvenerek alınan önlemler sayesinde, Silivri’ye gelen halkın üzerine tazyikli su ve biber gazı sıkan Devlet, Sinop’ta HDK heyetini saldırılardan korumak için bile yoktu. Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta olmadığı gibi.
18 Şubat’ta, Başbakan Yardımcısının “adaleti” aradığı Çağlayan Sarayı’nın önünde oturma eylemi yapıp, savunma hakkını kullandıkları için tutuklanan meslektaşlarının serbest bırakılmasını talep eden ve binaya “Tutuklu Avukatlara Özgürlük” pankartı asan avukatlara müdahale eden Devlet, Sinop’ta parlamenterlerden oluşan heyeti korumak için yoktu.
Çağlayan’da “hâkim ve savcıları etkileyecek şekilde izinsiz olarak eylem yaptıkları ve kamu malına zarar verdikleri” gerekçesiyle avukatlar hakkında soruşturma başlatan Devlet, arabaların tahrip edildiği, öğretmenevinin cam ve kapılarının kırıldığı Sinop’ta yoktu. Silivri’de kolluk güçlerini halkın üzerine yönelten Devletin Başbakanı, Sinop’taki saldırılar karşısında kolluk güçlerinin hareketsiz kalmasının sorumluluğunu da muhalefetin üstüne yıkıverdi.
“Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, onlar milletvekilleridir” diyen Tek Adamın, her sözünden “dürüstlük, doğruluk, samimiyet” aktığını (!) dünya âlem biliyor. Daha birkaç ay öncesine kadar “idam cezasının” yeniden getirilebileceğini söyleyen, dokunulmazlık dosyalarını Meclis Genel Kurulu’na indirme tehditleri savuran sanki o Devletin Başbakanı değildi. Şimdi, onların “milletin seçilmiş temsilcileri” olduğunu hatırlayıverdi.
Hâlbuki KCK operasyonlarında belediye başkanları, Anayasa profesörleri, gazeteciler topluca gözaltına alınırken; Devletin Başbakanı, “beğenirsiniz, beğenmezsiniz, onlar seçilmiş kişilerdir” demekten çok uzaktı.
“KCK operasyonlarını eleştirenleri uyarıyorum: KCK’yı iyi tanımanız lazım. KCK’nın nereye vardığını bilmeden ve bu işin içerisinde kimlerin ne tür rol üstlendiğini bilmeden yaptığınız açıklamalar, ister medyada olsun, ister şurada burada olsun, teröre destektir, teröre hizmettir” (7 Kasım 2011, Rize) diyen Devlet mazide kaldı. Onun yerine avukatları, sendikacıları tasfiye etmek amacıyla başlatılan yeni operasyonlarda, kılıf olarak “DHKP-C üyeliği” suçlamasını kullanan yeni bir Devlet geldi.
Böylece, PKK ve KCK’yı “müzakere edilebilir terör örgütleri” statüsüne yükselten Devlet, özgürlükleri kısıtlama politikalarını sürdürmeye gerekçe olarak mücadele edilecek yeni tehdit odakları yaratmayı da ihmal etmedi.
Bir zamanlar, “devletçiyim, milliyetçiyim” (7 Kasım 2011, Rize) diyen Devletin Başbakanı, birden bire, “Kimse bizim karşımıza Kürtlükle, Türklükle çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız” savunmasına geçti.
“Devletin kurumlarının İmralı’daki terörist başıyla konuşması asla masaya oturmak değildir, müzakere de değildir” diyen Devletin Başbakanı, Öcalan veya Karayılan ile röportaj yapan, örgüt açıklamalarını haberleştiren gazetecileri “masaya oturan müzakereciler” olarak görüyor olmalı ki onları “terörist” iftirasıyla hapislerde çürütmekten sıkılmıyor.
Bir yandan barış çığırtkanlığı yaparmış gibi görünüp, öte yandan topluma nefret ve kin zehrini akıtan bu hükümet, bu kadar çelişkili icraatları, Tek Adamın “başkanlık” ihtirasına endeksli politikalarıyla; tüm aygıtlarını oyuncak haline dönüştürdüğü Devleti bizzat kendi elleriyle yıpratıyor.
***
Bir teşekkür, Genel Yayın Yönetmenimiz Fatih Polat’a ve tüm Evrensel çalışanlarına.
Fatih Polat, Çarşamba günkü yazısında, “Bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu Evrensel emekçileri, tutuklu gazeteci gerçeği karşısında aldığı açık tutum nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın da hedefi haline gelen tek sendika olan TGS’nin üyesi” diyerek kurumsal olarak destek ve tercih gerekçelerini ifade etti. TGS de önümüzdeki aylarda başlayacak yeni kongre sürecinde, önceki üyeleri ile birlikte yeni örgütlendiği işyerlerindeki üyelerinin de katkılarıyla, bu güveni karşılıksız bırakmayacak yeni kararlara ve eylemlere imza atacaktır.
Aynı gazetenin sütunlarını paylaştığımız Sevgili Erol Aral’a da bu zamana kadar TGS’ye verdiği hizmetlerden dolayı teşekkür eder, tercih ettikleri yeni yolda başarılar dilerim.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...