30 Haziran 2012 10:26

Gece 12’den sonra balkabağı

Gece 12’den sonra balkabağı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Oysa John Berger August Sander’in, takım elbise giymiş üç köylüyü çektiği fotoğrafını analiz ederken bu burjuva temenniyi yerle bir eder. Tarlayla tapanla uğraşmaktan özel bir şekil kazanmış bedenlerin üstüne giyilen takım elbiselerin, köylülerin köylülüğünü gizlemediğini, tersine iyice belirginleştiğini; sınıf farklılığının altını iyice çizdiğini yazar Berger. Giysiler ait olmadığı insanın üzerindeyse, o insanın gerçek aidiyetini cümle aleme bir kez daha duyurmaktan başka bir işe yaramaz. Çıkarılacak hisse: Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü.
Pahalı kumaşların, kaliteli dikişlerin, marka ayakkabıların muhafazakar burjuvanın dışını olduğu gibi içini de değiştireceği zannıyla bir zamanlar moda defileleri düzenlenmiş bir memleket burası. Tüketim hırsına boyun eğerek hayatlarını piyasaya açan yeni burjuva karıları sayesinde bu sınıf görgü ve nezaket öğrensin, kaba sabalıktan kurtulsun, inceliklerle tanışsın diye az uğraşılmadı. Aynı şey, bu sınıfın ve değerlerinin temsilcisi olduğunu iddia eden partinin kurduğu hükümet için de yapıldı. Dangıl dungul hükümet kadrolarına, burjuvazinin güngörmüş, mektep medrese okumuş, ilim irfan öğrenmiş profesör unvanları almış Higgins’leri yol yordam ve görgü öğretirse bu hükümetten bir My Fair Lady yaratacaklarını düşünüyorlar; dini-muhafazakâr dünya görüşünü her gün 5 doz alan kitlelerin de ileri demokrasinin tabanına dönüşeceğini umuyorlardı. Ama dedik ya Külkedisinin trajedisi 12’den sonra ocak başına dönecek olmasıdır; o görgü öğrenmeler, ders alarak şekle girmeler, kılık kıyafetler filan, vakit tam gece yarısındayken bünyeye ağır geldi sonunda. Takke düştü kel göründü.
Bu hükümetin Sağlık Bakanı Recep Akdağ görme özürlü bir yurttaşa “Gözlerin görmediği halde sana iş verdik” diyebildi. Melih Gökçek kendisine soru soran bir genç kıza “Sen kaç kere kürtaj oldun” diye çemkirebildi. Başbakanın eylemci genç kıza dediği “Kız mıdır kadın mıdır bilemem” vecizesi kabalık literatürüne geçti.
Aslında külkedilerinin en kül kedisi Başbakan, mitingine gelen talepkar bir gence “Ananı da al git” diye saatin gonguna erken basmışsa emir komuta altındaki Bakanların ve bürokratların görgüden nasibini alamamış olması anlaşılır bir şey elbette. İleri demokrasi, derin strateji, komşularla sıfır sorun gibi, iri sözcüklerle giydirilmiş sıfatların, hükümetin beslendiği yüzlerce yıllık Ortaçağ birikiminden modern bir demokrasi kadrosu yaratamayacağı belliydi zaten. Mazruf zarfı yırtıverdi böyle.
Şimdi her şey ele yüze bulaşmış durumda. Ortadoğu’daki pazarlarda, Başbakanın fotoğrafı basılı fincanların dolaşımda olmasından lider ülke, model ülke iddiasının buralarda da bir karşılığı olduğunu sanarak “takım elbiseleriyle” oralarda dolaşan Dışişleri Bakanının ne derin ne de stratejik olduğunu görmüş bulunuyoruz. O iri lafların bir köylü kurnazlığını gizlediğini de. Nitekim, balkabağı sığlığına dönüşmüş diplomasinin, Suriye semalarına gönderdiği uçak, mahalledeki ergen çocuk çetelerinin, birbirini dürtmesinden, laf sokmalarından, vur kaçından ibaret savaşçılığının tescili oldu düşmesiyle. Ergenler şişerek büyümüyor nihayetinde. Büyüklük, büyük ülkelik, ağabeylik böyle olur sanıp şişindikçe bünye çatlıyor sadece.
“Sebepsiz gülmek en büyük eğlencemizdi” diyor, televizyonda bir jenerikteki ergenler. Dostluğun “takılmak”, arkadaşlığın “kankalık” olduğu bu zamanlarda sebepsiz gülen, sebepsiz dürten, aksiyonsuz eğlenen, nedensiz küsen ergenliğini bünyeden bir türlü atamayan devletin aklının, başkasının bahçesine anlamsız uçak göndererek efelenmek suretiyle şişinmesinin sonucu belki camdan ayakkabıyla çıkagelen bir prens olabilir. Gece 12’ye kadar edilen danstan, verilen vaatlerden büyülenmiştir zira prens. O da bir insan evladı nihayetinde; zaaflarından mustarip!
Bu masalda Suriye’ye saldırmak için seçim sonuçlarını bekleyen ulu emperyalizmin kalesi ABD’nin, o camdan ayakkabıyı uygun bir zamanda Türk devletinin ayağına geçirerek desti izdivaç talebinde bulunacağı günler çok yakın olmalı. Çünkü 19. yüzyıldan beri okuduğumuz metnin değişmesi mümkün değil.
Fakat sırf iri laflardan dokunmuş kumaşlarla giyindiği için AKP hükümetinin yönteminde demokrasi, dış politikasında komşuyla muhabbet, gittiği yolda derinlik olabileceğine; sırf kendi ellerinde ve dillerinde dönüştürücü bir sihir; çok bilmişliklerinde yaratıcı bir keramet olduğunu sanarak inanan Prof. Mr. Higgins’lerin durumu ne olacak acaba?
Söyleyelim; onların, hanımefendiye çevirdikleri My Fair Lady’ler için sakladıkları nikah yüzüğü ceplerinde kalacak. Higgins’lerin o kof özgüveninin geçer akçe olduğu devir çoktan bitti çünkü. Zamane burjuvanın da, piyasada kabalık çoktan yükselen değer olduğu için aristokratik bir saygınlıkta filan gözü yok artık. Öyle olsaydı 17 yaşındaki bir genç kızın babasına muayene olduğu aile doktorundan “Kızınız hamile tebrikler” diye bir SMS mesajı çekilmezdi bu ülkede.
Ne diyelim, burjuvanın bilinçaltını deşifre eden bu masalları tekrar tekrar okuyacağız, tekrar tekrar üzerine konuşacağız demek ki. Kendileri geçmişteki deneylerden ders almadıkları gibi başkalarının da hâlâ, Külkedisi sendromundan mustarip olduğunu ve bu yüzden alim, ulema kıyafetlerinin altındaki büyük cehaleti görmeyeceğini ve bu yüzden sonsuza kadar prim yapabileceklerini düşünen aklı evvel hükümet terbiyecisi entelektüellere de August Sander’in fotoğrafını hep çekeceğiz demektir.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...