Depremden en çok akıllarda kalan kare, herhalde, Yunus’un son bakıştaki o gözleri. 13 yaşında çekilen ilk ve son fotoğrafı, çekilen birkaç saniyelik görüntüsü, korkusunu, şaşkınlığını, çaresizliğini öyle iç burkucu bir şekilde ele veriyor ki, bakanın içine işlememesi mümkün değil.
Ve ağzından dökülen birkaç kelime: “Mirim, mirim, mirim…”
En ayrıntılı deprem yayını yapan, hatta köylere gittiği için Başbakanı bile kızdıran CNN Türk’ün muhabiri, bu haberi “Yunus’un ne dediği anlaşılamadı” diye verdi.
Yıllardır başımızdaki “bilinmeyen dil”, “anlaşılamayan söz” aptallığı bunu da yaptı sonunda: Kardeşin “ölüyorum” der, sen onu bile anlamazsın.
Kürdün dille ilgili derdinin ne olduğunu, bilmeyen kalmamış olmalı. Dilinin eğitimini alamıyor, okuyup yazamıyor, geliştirmesi bin bir türlü dert. Konuşması, şarkı söylemesi bile etrafta faşist yoksa mümkün, biliyoruz işte.
Ama Türk’ün dil derdi de ondan aşağı değil. Kardeşim dediği adamın, bin yıldır birlikte yaşadığı halkın dilinden bihaber. O senin dilini bazen senden iyi konuşuyor, dilini döndürmek için taklalar atıyor, sen onun dilinden bir kelime bilmiyorsun.
Bir arada yaşamanın hakikaten peşindeysek, bir kere bu abi tavrını bir kenara bırakacağız. “Bence dillerini konuşsunlar” deyince iş biter sanmayacağız. Elbet konuşacak, öğrenecek, onun kavgasını da birlikte vereceğiz. Ama iki halkın birbirine eşiti gibi davranması, onu anlamadan, dilini çözmeden olacak iş değil.
Yoksa, “Kürtlere kanal da verdik, bir dediklerini iki etmedik, yine de yaranamadık” kafasındaki efendilerden bir farkımız kalmaz. Biz eşitliğimizi bilelim ki kimse kimseye bir şey bahşetmesin.
“Türkçe biliyorlar işte”ler bir kenara bırakılsın da, kimsenin kimseye bahşedeceği bir şey olmadığı Cumhuriyet’i birlikte kutlayalım.
“Bilinmeyen” diye edilgen çatı kullanmanın bile içinde o hor görme var aslında. “Benim bilmediğim dil” demiyor, kendi bilmiyorsa bilmeye değmeyecekmiş sanıyor. “Anlayamadım” demek varken, “Anlaşılamadı” diyor ki, kendi ayıbı ortaya çıkmasın.
Ayıbı, inadı kıran ilk ders, Yunus’tan olsun o zaman. “Mirim” diyordu Yunus, “Mirin” (mırın okunur) ölmek demek çünkü.
Yabancısı olduğumuz bir fiil değil yani, hiçbirimizin. Yunus’un ağzından duymazdan önce de, kaybettiğimiz canları, akan kanı konuştuk hep. Mirin ölüm de demek. Onunla başlıyordu konuşmalarımız, sade adı ortada yoktu.
Bu, iyi bildiğimiz, hiç unutmayacağımız ama daha az kullanmaya ihtiyacımız olan eylemin adı. Bir de onun, artık daha çok bilmemiz, daha sık kullanmamız gereken kardeşi var: Kirin (okunuşu kırın). İlk anlamı yapmak, sonra etmek, bir şey meydana getirmek, çabalamak. Böyle güzel bir şiir sanki, bize lazım olan ne varsa onu anlatan bir söz gibi.
Deprem kardeşliği güçlendirmek için bir fırsat olduğu kadar, düşmanlık meraklılarının kendilerini göstermelerinin de vesilesi oldu. Ama her gün yeni bir adım daha atabileceğimizi, birbirimizin elinden tutabileceğimizi görüyorsak, belki o kadar da kötü yıkılmamışızdır, diyeceğiz bir gün.
Barış için daha fazla şey yapmayı anlatsın “kirin”ı bilmek. “Bilinmeyen dil” ifadesi bilinmez, “Anlaşılamadı” lafı anlaşılmaz olsun artık.
Bir dili, bir hayatı, bir dünyayı öğrenmek, onun üstüne düşünmek de bir adım işte. Bunları bilmek lazım bize.
Ne lazım değil? “Mırın kırın”. Efendilerin en iyi bildiği.
29 Ekim 2011 08:50
DİĞER YAZILARI
Androidler üç boyutta ne düşler?
6 Ekim 2017
Yedi kişilik oyun
1 Eylül 2017
Erkeklere gününü gösteren pehlivan
18 Ağustos 2017
Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu
28 Temmuz 2017
Zombilere karşı iki tutum
21 Temmuz 2017
Maymun nasıl maymun oldu?
14 Temmuz 2017
Sürüden ayrılanı kamera kapar
7 Temmuz 2017
Ey ruh, sen kimsin?
30 Haziran 2017
Karanlık Çağ’da vampirlere karşı
8 Haziran 2017
Genç Karl Marx: Bir başlangıç
19 Mayıs 2017
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et