Bir sorun olarak ‘kusursuz’ örgüt
Adana Altın Koza’da siyasetle ilgili filmler rüzgarı, cuma günü galası yapılan Serkan Acar’ın ilk filmi ‘Aşk ve Devrim’le devam etti. Berlin Duvarı’nın yıkılışının radyodan duyulmasıyla başlayan filmin konusu, İstanbul’da bir devrimci örgütün mensubu birkaç kişi arasındaki ilişkiler ve “yıkılışa rağmen” yaşananlar. Sinemada anlatılamayan tek şey devrimcilerin hayatı değil ama tuhaf bir şekilde bunu yapamayanların yaptıkları, hep birbirine benziyor.
Aşk ve Devrim’de birkaç üniversite öğrencisi devrimci içinde, bir yoldaşına aşık olan Kemal öne çıkıyor, bir yandan bir işçi direnişi sürüyor ve örgüt de kararlar alıp uygulamaya koyuyor. Tuhaf olan, bu devrimciler ve aralarındaki ilişkiler, o kadar yapay ki, sürekli sadece birbiriyle “yoldaş” diye konuşan ve hızlı hızlı kararlar alıp onları uygulayan, hiçbir şeyi tartışmayan, dünyanın en kısa toplantılarını yapan bu insanlar, “kusursuz” örgütü kurmuş gibiler, üstelik bu örgüt filmde eleştiri konusu olduğu halde! Bir bardak çay bitmeden biten toplantı hayalini hayata geçirmişler, ama filme göre asıl hayal bu değil elbette. Daha çok niyet, aslında devrimcilerin iyi insanlar olduğu ama kendini yenilemeyen örgütte bir sorun olduğu vurgusu yapmak. Bunu yaparken, Gecenin Kanatları ya da Sinan Çetin filmleri gibi devrimcilere küfretme temalı filmlerdeki çok benzeyen karakterler yaratmak, bu anlatımda ciddi bir sorun olduğunu göstermeye yetiyor.
89-90 yılları gibi işçi hareketinin yükseliş döneminde geçtiği halde, filmde aylarca yerinde sayan bir küçük işçi direnişi dışında hiçbir şey görmememizin faturasını örgüte çıkarmak da biraz güç, çünkü inandırıcı değil. Ama örgütün ve ideolojisinin değişen koşullara ayak uyduramamasını eleştirmek isteyen bir filmde, sahici bir hareket ve toplantı yapmak, cenaze kaldırmak, kamulaştırma yapmak dışında bir şeyler yaşayan karakterlerin ilişkileri olması gerekirdi. Şablon tipler, filmin eleştirel meramı gündeme geldikçe, daha da karikatürleşiyor; örneğin bir “ihanet” var ki, olacak şey değil.
Aşkı yaşayamayan devrimciler, değil bu filmin, Sinan Çetin’in bile icadı değiller. Yazık, aşk ile devrim ilişkisini kurma konusunda, son yıllarda diziler bile daha iyisini yaptı.
BU KEZ ONUR ÜNLÜ AİLEYE KARŞI
Altın Koza’nın en beklenen filmlerinden ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’ de, cuma günü ilk kez izleyiciyle buluştu. Beşinci filmiyle Onur Ünlü, televizyona yaptığı Leyla ile Mecnun dizisiyle epeyce izleyiciye ulaşan üslubunu daha da oturttuğunu ve mesajlarını iletmek için cüret kazandığını ilan etmiş oldu.
Bir Anayasa Profesörü Celal Tan’ın cumhuriyetçi motiflerle süslü aile hayatı, Onur Ünlü’nün trajik müdahalesiyle darmadağın olunca, aileyi bir arada tutan yapay ve acınası bağlar bir komiklik unsuru, seyirciyi güldürmeye başlıyor. Filmin en büyük numarası, büyük iddialarla yola çıkmama rahatlığına sahip olarak, absürdün zorluğunun üstesinden gelmesi. Güldürürken ne kadar düşündürdüğü önemli bir soru, çünkü o zaman düşünme konusu, seçkinci bir cumhuriyet ailesinin kendini kurtarmaya çalışması ve bu arada dinle barışma ve ruhlarla tanışma gibi sınavlardan geçmesi olmalıydı. Muhtemel olan, en azından gala sonrası soru cevap kısmından anlaşılan, seyircilerin aklına bunun dışında her şeyin geldiği. Sevinmek mi, üzülmek mi gerek, cevabı zor. Gülmek, pek mümkün.
Evrensel'i Takip Et