Oldukça insancıl ve yaşama sevgisi ile dolular
Arif KOŞAR
Ortadoğu’nun dini ve etnik haritasını anlamaya çalışmak, herhalde ömürlük mesele. Binlerce yıldır bu kadim topraklarda yaşayan, savaşan, barışan ve karışan halkların kendi aralarındaki ilişkiler; bu halkların hem etnik, hem dini, hem de kültürel şekillenmelerinde belirleyici. Yani bir halkın kültüründe, bugün belki de en haz etmediği başka bir halkın kültüründen unsurlar bulunmakta.
Türkiye’de ‘tek millet’ dayatması nasıl büyük bir trajedi, milliyetçilik ve mücadele eksenine yol açtıysa bugün Ortadoğu’da da dini ve etnik ‘milliyetçilik’, fanatizm; aynı sonuçları önümüze serdi. Trajedinin son perdesi; IŞİD’in Şengal’deki Kürt Êzidilere yönelik ‘soykırım’ girişimi... Êzidilerin kadim tarihini, konunun uzmanı, ‘Günümüz Yezidiliği’ kitabının yazarı Yaşar Kaplan ile konuşuyoruz.
Toplumda Êzidi denince ilk algı “şeytana tapan” oluyor. Êzidilikte ‘şeytan’ nerede duruyor? Neden toplumda böyle biliniyor?
Bilindiği gibi geleneksel Êzidi toplumu, kapalı bir toplum idi. Kapalı toplumlar hakkında her zaman acayip ve ilginç anlatılar oluşur. Evliya Çelebi, Yezidiler hakkında komşularından edindikleri çok olumsuz bir algı oluşturur. Buna karşın Karl May da Yezidiler hakkında çok egzotik ve hayranlık duyguları uyandıran bir tablo çizer. Bu durum birbirini tanımamaktan kaynaklanıyor. Dolayısıyla toplumların birlikte yaşama tecrübesiyle bu kapalılık ortadan kalkınca, algılar yerli yerine oturacaktır.
Şeytan ve Êzidilik arasında ciddi bir ilgi var ve bunu bilimsel olarak ortaya koymak gerekiyor. Şeytan ve Êzidilik tarihin iki dönemecinde birbiriyle karşılaşmaktadır. Bunlardan birincisi İslam öncesi Êzidiliğin kökeni ile ilgili. Bilindiği gibi Êzidiliğin kökeni esas olarak Zerdüşt öncesi İran Arilerinin dini olan Mazdayasna’ya dayanmaktadır. Buna göre Medlerebağlı Urmiye bölgesinde doğan Zerdüşt (M.Ö. 660-583), kadim Aryen dinini reforme edip Mazdaizm’deki Tanrıların birçoğunu pasifize ederek Ahura-Mazda’yı tek Tanrı ilan etti. O dönemde Aryenler başını İndra’nın çektiği şer güçleri olan Devyasna ve başını Varunaile Mitra’nın çektiği hayır güçleri olan Ahuramazda Tanrılarına tapınmaktaydılar. Yeni dini çağrıya uymayanları Devyasna yani şer güçlerine, Şeytan ve Ehrimen’e tapanlar manasında isimlendirdi. Zerdüşt’ün dinine girmek istemeyen Magu rahipleri, pasifize edilen Mitra ve Anahita gibi Tanrıları ve kurban ritüelleri tekrar canlandırarak eski İran inançlarını (Mitraizm kültünü) geniş bir alana yaydılar. Zerdüştlük Sasanilerin İran’a hakim olmasıyla resmi din olunca tekrar Devyasna (Şeytanperest) olarak adlandırdığı Mitraistlere büyük bir baskı kurmaya başladı. Bu durum İslam’ın gelişine kadar devam etti.
Şeytan ile Êzidiliğin ikinci karşılaşması ise İslam’ın hakim olduğu döneme denk gelmektedir. Bilindiği gibi Êzidilikte çok önemli bir yer tutan Şeyh Adi b. Müsafir (Ö: 1166), önemli bir İslam mutasavvıftır. Şeyh Adi’nin ardılları tasavvuf’taguluv ve şath olarak bilinen, Hallac-ı Mansur, Ahmed el- Gazzali ve İbn’i Arabi’nin Şeytan hakkındaki yorumlarından etkilenerek, Şeytan’ın Allah’tan başkasına secde etmeyerek en büyük Muvahhid olduğunu ileri sürmeye başladılar. Bu mutasavvıfların birçoğu Êzidiler tarafından bilinmekte ve sevilmektedirler. Büyük bir ihtimalle Êzidiler, bu yorumların tesirinde kalmışlar ve Adeviliğin Êzidiliğe dönüşümüyle avamileşen bu tasavvufi görüşler neticesinde Azazil onların itikadında başat rol oynamıştır. Êzidi dininin en önemli itikat esaslarından biri Melek Tavus’a (Azazil- Şeytan) imandır.
Melek Tavus’un inançsal öyküsü nedir?
Buna göre Yüce Tanrı, yedi meleği yarattıktan sonra onlara kendisinden başka hiç kimseye ibadet ve secde etmemelerini emretti. Tanrı, Âdem’i yaratınca meleklere Âdem’e secde etmelerini söyledi. Azazil dışındaki altı melek, secde ettiler. Tanrı, Azazil’e niçin Âdem’e secde etmediğini sordu. Azazil; “Ey Tanrım, ben senin, benden başkasına secde etmeyin emrini unutmadım. Secdeye layık tek varlık sensin” dedi. Bunun üzerine Tanrı, Azazil’i tebrik etti ve ismini Melek Tavus olarak değiştirerek meleklerin başı yaptı. Aynı zamanda kendisine Tok (Gırivan olarak da bilinir) hediye etti. Êzidiler, Azazil’in en büyük muvahhid (tek Tanrıcı) olduğunu ve bu özelliğinden dolayı Tanrı’dan sonra en büyük ikinci varlık olduğunu kabul etmektedirler.
Yani şeytan, bizim bildiğimiz anlamda şeytan değil...
Asıl mesele Azazil -Melek Tavus- Şeytan’dan insanların ne anladığıdır. Êzidilikte, Tanrı’dan sonra en büyük varlık olarak ve iyiliğin sembolü olarak görülürken, çevrelerinde yaşayan Sünni çoğunluk, Hıristiyan ve Yahudi azınlık tarafından şeytan kötülüğün simgesi olarak kabul edilmektedir. Bunun için ‘Şeytan’ ismini kendilerine yapılan bir hakaret olarak görmektedirler. Şimdi dahi Êzidiler yazılarında Şeytan kelimesinin kullanmayıp (Ş) harfi ile göstermektedirler. Fakat yeni nesil Êzidiler artık Melek Tavus ile Şeytan arasında bir ilişki olmadığına ve Şeytan’a ibadet edilmediğine inanmaktadır. Dolayısıyla bu yasak, eskisi gibi etkili değil ama hâlâ yaşlı nesiller arasında bu yasaklara uyulmaktadır.
Peki, güneş ve ateşe dua etme, bunun temelinde ne vardır?
Êzidilik kıblesi güneş olan bir dini gelenek. Tabi bunun Aryenilerin kadim inançları ve Mezopotamya dinleri ile köklü bir ilişkisi var. Güneş, ışık ve ateş insanlığın ilk dönemlerinden itibaren yaşama kaynağı ve bereket olarak görüldüğü için kutsal ve ilahi addedilmiş. Êzidiler güneş doğarken ve batarken yüzlerini güneşe dönerek dua ederler. Öğle vaktinde ise Laleş’e dönerek dua ederler. Işık ve ateş çok önemli semboller olarak kabul edilmiş. Laleş tapınağında her gün ateş yakılmakta ve bayram günleri ile çarşamba ve cuma geceleri çıralar yakılmakta, buhur sürülmekte.
Êzidi ve Yêzidi kavramları bazen karşı karşıya konuluyor. Kürtçe ve Türkçe karşılık meselesi mi sadece?
Êzidi ve Yezidi kavramı bu son dönemlerde birbirine karşıt olarak kullanılıyor. Bu sadece Türkçe-Kürtçe bir karışıklık meselesi değil. Esasında ideolojik bir karşıtlık. Bilindiği gibi Kürtler (Êzidi yahut gayri Êzidi) bu isimlendirmeyi Êzidi olarak kullanmakta. Buna karşın Türkçe, Arapça ve Avrupa literatüründe Yezidi olarak biliniyor. Êzidi dediğimizde bunun Kürdi ve İrani kökenine işaret ediyoruz demektir. Yezidi dediğimizde ise bunun İslami ve Emevi kökenine işaret ediliyor gibi bir algı oluşmuş durumda. Tabi ki doğru olan Êzidilerin kendilerini nasıl isimlendirdikleri. Ama köken, inanç ve tarihe ilişkin araştırmalar bilimselliğinden ödün vermemeli.
Tarih boyunca yaşadıkları katliamlar, Êzidilerin dışa kapalı bir toplum olması ve katı bir kastlaşmaya gitmesinde sizce ne derece etkili oldu?
Tabi Êzidilerin kapalı bir toplum olmalarına neden olan en büyük etken, Müslüman yöneticilerin kendilerine karşı yaptıkları zulüm, katliam ve haksızlıklar. Kendileri aleyhine çıkarılan kanlarını ve mallarını helal eden her fetva ve ferman Êzidilerin tarihleri boyunca kendileri dışındaki dış dünyaya büyük bir güvensizlik duymalarına neden oldu. Birçok kez katliam ile yüz yüze kaldılar. Bundan dolayı ağır baskılar sonucu dağlara ve ücra köşelere çekildiler. Özellikle Şeytan- Melek Tavus- Azazil hakkında sahip oldukları görüşleri onların Müslüman toplulukla bir arada yaşamasını zorlaştırdı ve tamamen kapalı bir toplum olmalarına neden oldu. Bu kapalı toplum yapısı içerisinde katı bir sınıfsal ve hiyerarşik yapı edindiler. Bu yapı, onların dış saldırılara karşı daha da kenetlenmesine sebep olmakla beraber başka sorunların oluşmasına yol açtı.
YETMİŞ İKİ MİLLETTEN AYRI BİR MİLLET
Êzidilerin seçkin bir toplum olduklarını düşünmeleri, anne ve babası Êzidi olmayanları Êzidi kabul etmemelerindeki inançsal öğeler nelerdir?
Êzidiliğe göre Êzidiler, seçkin bir millettir. Buna göre, kendilerinin Adem ve Havva’nın birleşmesiyle ortaya çıkan yetmiş iki milletten ayrı bir millet olarak kabul etmektedirler. Çünkü Adem ve Havva’nın çocukları birbirleri ile evlenerek çoğaldılar. Kendileri ise sadece Adem’den olan oğlu Şit ve bir cennet hurisinden meydana gelmişlerdir. Şit de meleklerin bir testiye koydukları tertemiz sünnet özünden yaratılmıştır. Onun için Cer (Kürtçe testi demektir) oğlu Şit demektedirler. Buradan da açıkça anlaşıldığı gibi Yezidiler, seçkin bir millet olarak tasavvur edilmekte, toplumsal kast sisteminin ontolojik dayanağı oluşturulmakta ve Yezidilik kan bağı üzerinden inşa edilmektedir. Bu inanç Êzidi anne-babadan doğmayanların Êzidi olamayacağını mecbur kılıyor.
Êzidilerin mevcut kutsal kitaplara ve peygamberlere yaklaşımı nasıldır?
Êzidiler, diğer dini geleneklere oldukça saygılı davranırlar. Bu bağlamda, genel olarak peygamberlerin varlığını kabul ederler. Êzidi dini literatürü özellikle ismi Kur’an’ı Kerim’de geçen peygamberler olmak üzere birçok peygamberin hayat hikayesine dair kavil ve kıssalarla doludur. Özellikle Hz. İbrahim, peygamberlerin babası olması hasebiyle başat bir rol oynamaktadır. Hakeza Êzidiler, genel olarak Semavi dinlere ait kutsal kitapları kabul eder ve saygı gösterirler.
IŞİD OLMASA NE OLUR?
IŞİD’in Êzidilere saldırısının sizce özel bir anlamı var mı? Yoksa kendi inançları dışındaki bir inanca düşmanlık olarak mı değerlendirilmeli?
Bu soruya politik cevaplar vermek istemiyorum. Şöyle düşünüyorum; Êzidilerin olmadığı bir dünyada insanlık neler kaybeder, IŞİD’in olmadığı bir dünyada insanlık neler kaybeder? Herkesin bunu düşünmesi gerekir. İdeolojisi ne olursa olsun kendisi gibi yaşamayan, düşünmeyen her şeye düşman olan, herkesi kendisi gibi olmaya zorlayan, farklılıklara tahammülü olmayan bir anlayışa insanlık olarak ne karşılık vereceğiz? Bugün kadim Ortadoğu’da insanlığın ölçüsü Êzidiliğe bakış açısında saklı. Birlikte yaşamaya, farklılıklara tahammüle, eşitliğe, özgürlüğe evet mi diyeceğiz yoksa hayır mı? Umut ediyorum ki Şengal’daki bu insanlık dramı Kürtler arasında birliğe, kardeşliğe vesile olur. Oradan da bütün Ortadoğu ve dünya için birlikte yaşama kültürüne ve barışa vesile olur. Özellikle şunu da belirteyim ki; bu dramın farklı Kürt politik çevreleri için bir iç çekişme malzemesi olarak kullanılması, Kürtlere yakışmıyor.
KUTSAL İLE YATIP KUTSAL İLE KALKARLAR
Peki, Êzidiler günlük yaşamda ne yaparlar. Nasıl yaşarlar, ritüellerine ve geleneklerine dair gözlemleriniz nelerdir?
Doğrusu modern zamanların hışmına uğramayan geleneksel Êzidilikte oldukça gizemli, büyülü bir hayat var. Çevremizdeki her şeyin özel bir anlamı var. Dünya cinler, periler, evliyalar, melekler ile dolu. Çevrelerindeki birçok şey üzerine ilginç inançları, anlamlandırmaları var. Kutsal ile yatıp kutsal ile kalkıyorlar. Oldukça insancıl ve yaşama sevgisi ile dolular.
Êzidilik mutlak surette hayatın her safhasında kutsal ile temas halindedir. Geleneksel Êzidilikte doğumdan ölüme kadar; doğum, saç kesimi, Laleş’teki kutsal Kaniya Spi suyu ile vaftiz olma, sünnet, kirve, nikah, berat, tavaf, sancak dolaştırma, ölüm ve defin, mezar, telkin duası, yas, üçünde, yedisinde, kırkında ve devri senesinde ölü için yapılan kurban ve hayır hasenatlar, çarşamba ve cuma akşamları ile bayram arifelerinde ölü yemeği dağıtılması gibi birçok ritüel yapılır.
Genel olarak Tanrı ve kendileri arasındaki ilişkiyi sağlayan evliyalar ve melekler üzerinden kutsal ile ilişki devam eder. Bununla ilişkili olarak kutsiyet kazanan birçok zaman, mekan ve nesneler bulunmaktadır. Buna göre; güneş, ay, yıldızlar gibi gök cisimleri; nisan ayı, çarşamba günü ve diğer bütün bayram vakitleri gibi zamanlar; Laleş Vadisi, evliya mezarları, güneşin değdiği ilk yer, kapı eşikleri, Sincar ve Cudi dağları gibi mekanlar kutsaldır. Bu kutsal öğelerin buluşması etrafında şekillenen dini, toplumsal, tarımsal, hayvancılık ile ilgili ritüelleri yıl boyunca devam eder. Êzidiler genel olarak özgüveni sağlam bir toplum. Ben hiç aşağılık kompleksi yaşayan bir Êzidi görmedim.
Bugün Kürdistan coğrafyasında Êzidilere bakış nasıl?
Özellikle Kürtler arasında ulusal bilincin gelişmesine paralel olarak Êzidilere dair olumsuz imaj yıkıldı. Bunun yerine Êzidiler hakkında “Kurdê Resen” orijinal Kürt imajı oluştu. Özellikle Êzidilerin karşı karşıya kaldığı zülüm ve ayırımcılık, mazlumiyet ve mağduriyet Müslüman Kürtlerin zihninde pozitif bir imajın oluşmasına sebep oldu.
Evrensel'i Takip Et