10 Ağustos 2014 11:04

Gazze: Yerin altındaki getto şehri

Geçen 10 yılın ve gerçekleştirilen 7 operasyonun ardından, görev tamamlandı. Yukarı Gazze bütünüyle terk edildi. Gazze’nin tamamı yeraltına taşındı. Erkekler, kadınlar ve çocuklar; halkın büyük bir kısmı…

Gazze: Yerin  altındaki getto şehri
Paylaş

Amir Nizar ZUABİ

Geçen 10 yılın ve gerçekleştirilen 7 operasyonun ardından, görev tamamlandı. Yukarı Gazze bütünüyle terk edildi. Gazze’nin tamamı yeraltına taşındı. Erkekler, kadınlar ve çocuklar; halkın büyük bir kısmı…

Tüm mahallelerin, sokakların, caddelerin, okulların, tiyatroların, hastanelerin altını kazdık. Aşağıda, yukarıda bıraktığımız toprağın ayna görüntüsünü meydana getirdik. Gazze Şeridi’nden dışarı çıkma hayalinden vazgeçtik. Ablukanın kaldırılması, kalabalığa ve açlığa çözüm bulunması üzerine verilen sözlerden umudumuzu kestik ve harekete geçtik. Bizler; gökyüzünden, denizden ve karadan saldırıya uğrayanlar, beyhude “av partilerinde” kafalarının üstüne bir tonluk bomba bırakılanlar, hayata sırtımızı çevirdik. Bizi unutan dünyadan aynı şekilde öç almaya karar verdik ve onu hızlıca aklımızdan çıkardık.

Dünyadan umudu kestikten, korkudan ve kandan ümitsizliğe düştükten sonra bize kalan tek sığınak topraktı. Biz de kendimizi diri diri toprağa gömdük.

İlk kazmayı vurduktan on yıl sonra görevi tamamladık. Artık yeryüzünün çok çok derinlerinde bir yerde, adına Gazze gettosu denilen bir yer altı şehri bulunuyor. Yukarıya göre daha küflü, daha serin ve çok daha büyük. Patlayan devasa bombaların sesi oraya neredeyse hiç gelmez. Sokakları ezip geçen tanklara dair tek ipucu yer altı şehrinin tavanının hafifçe sallanmasıdır. Gazze topraklarının derinlerine indik zaman katmanları boyunca. Kimi zaman kemikler ve kalıntılar -bir eşeğin çene kemiğini, Samson’un uzun saç örgüsünü ve bir zamanlar Delila’nın uyluk kemiğini içeren bir oda- bulduk. Eski bir tapınağın iki kırık sütununu da… Bir tanesinin üzerinde soluk bir gravür gördük: “Yalvarırım beni hatırla Tanrım, hatırla ki gözlerimin intikamını alabileyim”. Bereketli Gazze toprağı her zaman kederin ve umutsuzluğun ittifakından ibaretti.

Giderek daha fazla kazdık,  çıplak ellerle ve çatlamış tırnaklarla. O kadar derin kazdık ki; ablukanın, sınırların ve yukarı dünyanın tanımlamalarının etkisini sıfıra indirdik. Bütün o saçmalıkların altını kazdık ve daha sonra mültecisi olduğumuz toprağın uzunluğu ve eni boyunca kazmaya devam ettik. Yerin derinliklerindeki toprağımıza geri döndük. Yeraltındaki dönüş hakkımızın farkına vardık.

İlk başlarda, tepemizde bulunan Tel Aviv’in yaygarasını hâlâ duyabiliyorduk. “Gazze’ye ölüm”, “Sanatçılara ölüm”, “Alkışlamayan herkese ölüm”, “Hizaya gelmeyen herkese ölüm”, “Yaşama ölüm” diye bağıran propaganda güruhunu duyduk. Bir de, her şeyi ezen askeri yürüyüşe dönüşene kadar, giderek daha organize şekilde artan ayak seslerini duyduk.
Kulaklarımızı tıkadık ve daha derine, daha ileriye kazdık. Hiçbir şey duymak istemiyor, kaçmak istiyorduk. O kadar derine kazdık ki, Stiks Nehri’ne, ölüler ülkesinin nehrine ulaştık. Yaşlı kayıkçı bize çaresiz bir bakış attı ve arkasını dönüp gitti. Onun küçük kayığı kan gelgiti, halk kitleleri, Gazze halkı karşısında ne yapabilirdi? Kıyıdaki kayalıklara varıncaya dek soğuk nehir boyunca yüzdük ve sonra yaşamın ötesine, zamanın çok ilerisine doğru kazmaya devam ettik.

Görüş açımızı kaybettik. Zifiri karanlıkta gözler ne kadar iyi olabilir?.. Artık hiçbir şey duymuyoruz. Ne çifte standardı, ne binlerce bombayı, ne de saldırganın acı dolu çığlıklarını. Burada sadece yeryüzünün devamlı suretteki mekanik eziyetini duyuyoruz. Karanlıklar içerisindeki burada sadece bizi daha fazla kazmaya iten saf, katı umutsuzluk var.
Eğer çekirdeğe ulaşana kadar kazmaya devam edersek, eğer durmazsak, eğer toprağı bir bal peteği misali delik deşik edersek ve ipek kadar ince hale getirirsek, onun aniden kendi üzerine çökebileceğini umut etmeye başladık… Her şeyin karışacağını, yukarısının ve aşağısının harmanlanacağını. Ve oyunun kurallarının değişeceğini. Derin bir oh çekerek şunu söyleyebileceğimizi: “Burası kırık bir deniz parçasıyla karışmış bir parça gökyüzü, burası Sderot ile karışmış Şucaiye, burası Zeytin Dağı ile karışmış Zeytun, burası inanç ile karışmış şefkat, burası bir insanoğlunun diğeri ile karıştığı yer.” Ayrıca içine hapsedildiğimiz cehennem hayatından kurtulacağımızı ve birlikte yeni bir ülke inşa etmek üzere yukarıdaki yaşama katılacağımızı.

Soluk, yorgun ve toprağın üzerine vuran güneş tarafından kör edilmiş bir şekilde, tüm insanların yeryüzüne çıkacağını. Gözlerimizin güneş ışıklarına alışmasını beklerken sessizce ayakta duracağımızı. Ve orada sessizce dururken, biz yeraltındaki Gazze’de sığınak bulmaya çalışırken yukarısının canına kıydığı ve terk edildiği korkusunun ve endişesinin yavaş yavaş kalbimize sızacağını.

ÖNCEKİ HABER

Çocukları çalıştırmayın efendiler

SONRAKİ HABER

Çeşitli sorunların çözümünde yeni metot önerileri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...