10 Ağustos 2014 10:24

Ev de işi de senin olsun!

Özge KURU

Şu fani dünyada kremasına çatalı batırıp bitmesin diye oyalandığınız çikolatalı pasta, ağzınız kulaklarınıza varmadan bahsedemeyecek kadar tutulduğunuz aşkınız, kelimeleri yalayıp yutarak okuduğunuz o roman… Her şey biter, her şeyin sonu vardır. Bir şey hariç. Ev işi. Bittiğini gören varsa beri gelsin.

Bu sayfada “hunili yazıları” tercih ediyoruz ama bazen de hunimizi önümüze alıp derin derin düşünmek gerekiyor, “akıllıların” yaptıkları işler karşısında. Yine ne mi var? Ankara 5. Aile Mahkemesi Hâkimi Sebahatin Ali Erdem artık bir yargı fenomeni. Yakınlarda verdiği bir karar emsal niteliği taşıyor, atıflar yapılacak, kararı kim bilir ne kararlara gerekçe olacak. Erdem, bir boşanma davasında “ev işlerini yapmadığı” gerekçesiyle kadını, 7 bin lira tazminat ödemeye mahkum etti. Ankara’dan karar gelmiş, eril medyada bir bayram havası elbette. Ama ne zil takıp oynamalı başlıklar onlar.

Akşam yemeğinin ardından kocası ağzını sofra örtüsüne ya da özenle katlanmış peçeteye silerken kadın, bu haberi duyduğunda sessiz sedasız azarını yemiştir. Hakim davalı kızıma söylemiştir, memleketteki bütün “gelinlerim sen anla”dır. Bir saniye, siz bu paragrafı okurken ben çamaşırları asıp geliyorum.

EV VE İŞİ

Kendi kısıtlı imkanlarımla yürüttüğüm bir sosyal medya kampanyam var benim. Ev işi yaptığım tek gün, işe başlamadan soysal medyayı hani sallamasam da mesajlarımla bir ziyaret ederim.

“Ev işi kadının yerine getirdiği en verimsiz, en acımasız, en zor iştir (Lenin)”, “Modern karı koca ailesi, açık ya da gizli kadının evrensel köleliği üzerine kurulmuştur. Günümüzde aile içinde erkek burjuvadır, kadın proletarya rolünü oynar (Engels), “Pek az iş Sysphous’un işkencesine sonsuzca tekrarlanan ev işleri kadar benzer. Temiz olan kirlenir, kirlenen temizlenir, tekrar ve tekrar, gün be gün. Ev kadını, zamanın dışındadır; o hiçbir şey yapmaz, sadece şimdiyi sürükler (De Beauvoir), “Yemişim ev işini” (Kuru) en sevdiğim paylaşımlarımdır. Meşrebimce sövmeden başlayamam ev işine kısacası. Ev işi, fikriyle yalnız beynimi değil; kelime olarak da hep kulağımı tırmalamıştır. Bir ev var ve onun işi var. Haydi mesela parkeleri filan silmek ev işi. Ama nasıl olur da beton bir yapının don ütülenmesine, bulgurun ayıklanmasına, kadının hep süslü püslü olmasına filan ihtiyacı olur? Evden tarif ediyorsunuz ya işi, her odadaki eylem ev işi görevi olabiliyor. Mesela mutfakta yemek, oturma odasında süpürge, banyoda çamaşır, çocuk odasında annelik ve yatak odasında erkeğin cinsel ihtiyacı. Aynen mutfakta yağlanan kalebodurları siler gibi erkeği tatmin etme görevi. Bir elektrikli aletle de ev işi yaratabilirsiniz. Salona bir ütü koy, ütü ev işi olsun. Hatta hatta bir asfalt makinesi çek bahçeye, o da ev işi. Madem evin işi, ev yapsın o zaman! Açık açık anlaşalım ev işi değil, evde yaşayanların işi. Ya da Lenin’in zaman zaman söylediği gibi ev işletmeciliği/ev yönetimi. Çocuğun altını değiştirip geliyorum, siz devam edin.

TOPLUMSAL ÜRETİM TOPLUMSAL EV İŞİ

Ev işinden kurtuluşa ve ev işiyle kurtuluşa gelmeden bir noktaya teğet geçelim. Ev işi, evdeki yani ailedeki rolleri belirler. Ailede ise sistemi yürütecek toplumun yeni bireyler yetişir. Sovyetler Birliği pedagogu Anton S. Makarenko, Ailede ve Okulda Çocuk Eğitimi kitabında her gün yatağı annesi tarafından düzeltilen, ayakkabıları boyanan çocuğun tek bir mesaj alacağını anlatır. Birileri özgürlükleri pahasına başka birinin özel işlerini yapabilir. Patronun her isteğini yapan işçi ya da işçiden kendinde keyfi için her şeyi yapmasını isteme hakkı gören patron işte o ev işi dağılımında öğrenir bunu.

Gelelim ev işinden kurtuluşa. Salatayı yaparak yardımcı olan kocalarla ya da maddi bağımsızlığını kazanmış kadınlarla, ev işi meselesinin çözülemeyeceğini artık iyice belledik sanırım. Hala böyle tartışan varsa özelden yazsın. Ev işinden kurtulmadan kadının özgürleşemeyeceğini defalarca yineleyen Lenin, Sovyet Rusya’nın ilk yıllarında tüm başarısına rağmen genel yemekhaneler, çamaşırhaneler, kreşler ve çocuk yuvaları gibi kadını evden azad edecek araçların azlığını eleştirir.*

Peki ev işiyle savaşla kadının kurtuluşu? En duygusal aşk yeminleriyle başlasa bile para ve karşılıklı çıkar ilişkisine indirgenen burjuva aile evliliklerinde kadının üretim aracı olarak görüldüğü malumdur. O zaman önce kadının üretim aracı olması durumu ortadan kaldırılarak kadının toplumsal üretime (kendini ifade edebileceği bir iş sahibi olması) ve siyasal alana (ülke yönetiminde söz sahibi olması) dahil edilmesi çözüm önerisine dört elle sarılmak neden olmasın? Ay yemek taştı, ocak battı!!       

ZOR KADINIM, VESSELAM

“Bırak evi bok götürsün” filan diyorlar ya da “Uzaylılar gelsin, ev işini onlar yapsın.” Ben de diyorum zaman zaman. Ama 8 Mart mitingi öncesi bile çamaşır makinesi dolduruyor, önceki akşamdan yemeği hazır ediyorsam bokla, uzaylılarla yürümüyor demektir bu iş. (Evi bok götürsün demişken, boklu- ev işli güzel bir film aklıma geldi, ütü yaparken izlersiniz. Bizde Duyguların Rengi diye gösterilen The Help) Yani mücadele şart, onu dedik zaten. Ama içimi de dökmeden olmaz:

Al evini kardeşim. İşini de al. Senin olsun! Ütülenmemiş gömleklerin, ısıtılmamış yemeklerin, yerini bile bilmediğin donların, oraya buraya fırlattığın çorapların, ellerin bomboş kalakaldığın o yatağın. Evin… Senin olsun! Şimdi bana karşıt cinsten olmasa da karşı cinsten ve hem cinslerimden ‘ne zor kadın’ diye cıklayanlar varsa onlara da selam olsun. Ne duruyorsunuz kolaylaştırın işimi. Beni zorlaştıran, sizin çıkmaza soktuğunuz hayatım değil mi?

Bu arada evi gerçekten bok götürüyor, uzaylılar gelir mi ki?

*Marx, Engels ve Lenin. (1976).  Kadın ve Aile.Sol Yayınları



 


 

Evrensel'i Takip Et