10 Ağustos 2014 10:17

Tufanın kop dediği

Portakal bahçesinin arasında boş patlıcan tarlası futbol sahamızdı. Ta ki Mersin’in imar planı değişinceye kadar. İkinci ve hatta üçüncü çevre yolu geçip şehir kuzeye doğru kaydırılınca 45 evler semtinin önünden kocaman bir otoban geçti. Tabi bizim futbol sahasını da içine katarak batıya doğru uzadı gitti. Çok geçmeden üçüncü çevre yolu da açıldı.

Tufanın kop dediği
Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

Portakal bahçesinin arasında boş patlıcan tarlası futbol sahamızdı. Ta ki Mersin’in imar planı değişinceye kadar. İkinci ve hatta üçüncü çevre yolu geçip şehir kuzeye doğru kaydırılınca 45 evler semtinin önünden kocaman bir otoban geçti. Tabi bizim futbol sahasını da içine katarak batıya doğru uzadı gitti. Çok geçmeden üçüncü çevre yolu da açıldı. İki katlı bahçeli evlerden oluşan mahalle en azı on beş kat olan apartmanların arasında kaldı. Konsolos ve portakal çiçeği kokusunun salındığı sokaklar da egzoz gazı dolmaya başlamıştı. Ama beni en çok korkutan, annemin ve babamın o yoldan karşıdan karşıya geçip Çarşı’ya gitmek zorunda olmalarıydı. Kontrolsüz geçiş sistemini, hızla akan trafiği ve artık yaşlanmış iki insanın denklemini düşündükçe canım daha çok sıkılıyordu.

Bir kez Kemalpaşa İlkokulu’ndan çıkıp eve gelirken yeni şoförlük öğrenen yaylacının arabasının altında kaldığımdan beridir en büyük kaygımdı arabalar. Belki o nedenle ehliyetim sadece bir belge olarak cüzdanımın içinde çürümeye yüz tuttu. Sessiz sessiz içine akmaya öğrendiğimizden beri gördüğüm her dört tekerleklinin bize huzur getirmediğini bildiğimizdendir bu kaygı; Tanrıların Arabası değil ya bu..  Han’ın önünden yukarı doğru çıkarken, kaygım anneme çarpmıştı. Arife gününden bir gün önce bayramda geliriz telaşesiyle çarşıya inmiş, dönüşte yine başka bir yaylacı, arkasına bakmadığından, anneme sırtından çarpmıştı. Bir kolu, burnu kırılmış ve kaburgalarında ezik var. Bize tabi ki söylemedi. Bayram da yanlarına gidemedik. İşte bu hafta geldiğimde gördüm. Kolu askıdaydı. Görünce çipil çipil ağlamaya başladı. Üzüntüsü, kolu kırıldığından da değildi. Birkaç gün yanlarında kalacaktık ve O’nun eli kolu bağlı olacaktı ve fakat yerinde duramayacaktı. “Neden söylemedin?​” demedim, neden söylemediğini biliyordum. Bize de öğrettiği gibi, hayat akıyordu ve huzursuz etmek istemedi. İçine akarken, görülmeyeni hissetmek, bu dünyadan bize bıraktığı batıni alışkanlığıydı.

Bir nebze ferahlasın diye içim “Bahçeye gidelim” dedik. Dört sularında, Çaykavak’tan aşağıya “nimbüsler” inmeye başladı, gök simsiyah bulandı. Ovadan topladığı tozun arkasında çisil çisil atmaya başladı, ekmek sular gibi heyecanlıydı gök. Çok geçmedi, fırtına koptu geldi. Boğazdan aşağıya Çiftehan’a kayar, tutmaz yağmur dediğimde yanıldım. Ali söylemişti, dört yıl önce;  “mevsimler yirmi gün kaydı, koyunlar sütten kesiyor” diye. Yaşar bahçeye gelip de şehrin mazgallarının dahi sele karıştığını görünce, cevizlerin bu sene neden sincapları beslemediğini anladım. Uzun dalga radyoyu açacaktım ki; akıllı telefonlardan İstanbul manzaraları akmaya başladı. Eğretilemeler ve yüzsüzlükler birbirine bulanmış meydanları göle çevirmişti çoktan. Yüzen arabaları gördüm. Ali “Ben söylemiştim” dedi. “Söylemek yetmiyordu Ali” diyemedim. Sahi ne için kaçıp geliyordu yaylacılar Adana’dan, neme ve betona dayanamıyorlardı; koşup yaylalara çıkıyorlardı, arabalarıyla ve değerleriyle geliyorlardı, şehrin değerleriyle.. Hangisini, kime söyleyecektik? “Suyunuz da biter havanız da eğer akıllı kullanmazsak” diye yazmıştı Bobat Hoca tam on iki yıl önce; bitti işte. Bunca yol, bunca enerji yaşam kalitenizi bozacak diyeli de bir yirmi yıl olmuştu. Morris “Gelecekten Mektup Var” romanında bunları yüz yıl önce söylemişti. Hayvanlar, bitkiler ve insanlar arasında asgari bir eşitlik ve saygı arayışının peşinde koşturanların “kaygıları” bir bir gerçek oluyordu. Annem’e çarpan arabanın şoförü nasıl ki bir talihsizliğin ve dikkatsizliğin eseri değilse; kopan fırtınaya bakanların yaşadığı da bir talihsizlik değildi. Kırılan kırılmıştı bir kez ve eskinin yenisi olmazdı. Son sözü Meryem söyledi: “Her şeyi düşünürdüm de Acıpınar’a su götüreceğimi düşünmezdim.Bundan sonrasını varın siz düşünün.”

ÖNCEKİ HABER

Her mevsim yeşil kalan şiirler

SONRAKİ HABER

Ev de işi de senin olsun!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...