04 Ağustos 2014 12:51

Soma'da sessizliğin sesi

Soma maden işçilerinin ölümünden yaklaşık üç ay sonra ilk bayramda o kadar sessiz o kadar sakindi ki; üç yüz bir ev değildi sadece bu yasın sahibi, tüm şehirdi...

Soma\'da sessizliğin sesi
Paylaş

Sema BARBAROS

Soma  maden işçilerinin  ölümünden yaklaşık üç ay sonra ilk bayramda o kadar sessiz o kadar sakindi ki; üç yüz bir ev değildi sadece bu yasın sahibi, tüm şehirdi. HDK-HDP Kadın Meclisi’nden on iki kadın İstanbul’dan yola çıktığımızda bu tabloyu az çok tahmin ediyorduk. Ama ne yalan söyleyeyim ben yine de öfkenin sesini duyacağımı hep hissederek gittim. Bu sessizliği de buna yordum ilçeye girerken. Soma, kadınların öfkeli, hırçın, gelecekten kaygılı haliydi.
Yola çıkarken Toplumsal Psikoloji Derneği’nin uyarıları hep aklımızdaydı: Soma yasını yaşayaman insanlarla dolu. Tek bir günde 301 insanını kaybeden bu kentin geride kalanları devlet erkanının, basının ve sayısız ziyaretçinin içinde acısını yaşayamadı, ne olduğunu olacağını düşünemeden vaatlerle, sorularla karşılaştı.
Bunları dikkate alarak kadınlara gitmek, onlara dokunmak kadın dayanışmasını bir nebze de olsa onlara hissettirmek istedik. Bayramı vesile ettik. Kadın kurumları, sendikalardan kadınlar, siyasi partilerden kadınlarla buluşmak elbette çok önemli olurdu; ama bayram dedik ya, olmadı. Evlere gidip kadınların gözlerinin içine bakarak anlamak istedik. Nitekim gezdiğimiz evlerde bunu yaptık.
Alevi Kültür Derneği ilk ziyaretimizdi. Başkanı bir kadındı. Ondan ziyaretlerimize dair hem öneriler alalım hem de ne yaşadığını, ne hissettiğini, nasıl gözlemlediğini soralım istedik. Yaşanan ölümlerin ardından yapılan yardımlar, gönderilen erzakların eşit şekilde dağıtılmayışına, hükümet yetkililerinin çalışma koşulları için yapılacak değişikliklerde hala bir adım bile atmamış oluşuna tepkili. Yardımların ardından eşit olmayan koşulların ortaya çıktığını söylüyor. Ölen işçilerin ailelerine gelen yardımlar ve hayatta kalan işçilerin gelirinin eşitsizliğine dikkat çekiyor...

HEPSİ BİZİM ÇOCUKLARIMIZDI

Düzenlenen resmi mezarlık ziyaretine biz de katılıyoruz. Bayramın ilk günü olmasından dolayı bir kalabalık vardı evet, ama sanki gerçek bir kalabalık değildi. Neden böyle söylüyorum. Çünkü manzara aynen şöyleydi: İki komutan, Belediye Başkanı ve sanırm Vali bir masada oturmuş tokalaşıyor. Mezarlıklar tam karşılarında. İnsanlar dua ediyorlar, hatta bazı aileler o masanın baya uzağında, neredeyse sandalyenin ucuna oturmuş durumda.
Somalı iki kadınla birlikte giriyoruz mezarlığa. Biri ağlıyor. “Yakınınız mı vardı?​”
“Yok be kızım, hepsi bizim çocuklarımızdı. Çoğu çok gençti. Bizimkiler de çalışıyor...”
Hemen aklımdaki soruyu soruyorum. “Soma neden bu kadar sessiz?​”
“Sessiz olmayıp ne yapacak? Bir kere sokağa çıktık. Gaz attılar, öleceğim sandım. Biz alışkın değiliz. Kaç gün sıkı yönetim gibiydi. Ne acı yaşanıyor, ne sokağa çıkılıyordu. Millet illallah etti.”
“Güvenlik önlemleri alındı mı artık? Sizce madenler daha güvenli olur mu?​”
“Nerdeee... Fakirin ölümünün kıymeti olsa... Bu ölümler yeni mi sanki.”
İlk mezardan başlayarak dua ede ede yürüdüler. Bu iki kadın kendiliğinden kalkmış belediye mezarlığına madencilere dua etmek yakınlarına baş sağlığı demek için kalkıp gelmişti. Mezarlıklarda sevdikleriyle çekilmiş fotograflar, şekerler, işçilerin belli ki kendileri için önemli kolyeleri, tesbihleri, bileklikleri ve en önemlisi onlara yazılmış belkide yaşarken söylenememiş cümleler. Mektupların hepsi el yazısıyla yazılmış. Kimi babam diye başlıyor, kimi “Dön artık neredesin?​” diyor; kimi, hiç görmedikleri tanımadıkları insanlar tarafından yazılmış mektuplar. Protokol masası “manzarası”nı ardımızda bırakıp ayrılıyoruz mezarlıktan.

MADEN HER EVİN PARÇASI
Belediye başkanı da dahil hiçbir yetkilinin uğramadığı evlere giriyoruz. Cinayetlerin ardından ilk bayram el öpmeler... Her gelen birbirine sarılmanın verdiği rahatlıkla ağlıyor. Kadınların yanlarında küçük çocuklar sakinlikle sadece olanlara bakıyor. Sonra kız kardeşler, anneler, görümceler, yengeler geliyor. Sarılıyorlar hem de sıkı sıkı... hepsi sessiz.
Soma gibi içlerinden neler geçiyor geçiyor da cümle olup akamıyor, ortaya ses çıkmıyor. Her evin hikayesi farklı. Bir bilgi karmaşası da hissediliyor. Siyaset, aile içi iktidar ilişkileri, ekonomik durumlar derken bilgiler farklı farklı şekilleniyor. Ama ortak nokta, bir kişi de olsa ölenlerin ardında birden fazla insan bırakışı. Soma madeninin her evin parçası oluşu. Erkeklerin madene kadınların tarlalara gitmesinin “değiştirilemez” oluşu. Maden katliamının ardından emekliye ayrılan işçilerin bu kez torunları için madene girmeyi beklemesi.
Soma’da kadınlar ve çocuklar kaybettikleri yakınlarının geri geleceğini ve bunun bir rüya olduğunu düşünmek istiyor. Kızgınlar. Önlem alınmadığı için bu durumun yaşandığından eminler. Hepsi değil ama bazıları bundan önceki iş cinayetlerine sessiz kaldığı için kızgınlar. Emin olun öyle kazadır, kaderdir diye geçiştirmiyorlar. Sadece ne yapacaklarını bilmiyorlar ve birbirlerine güvenemiyorlar. Ah bir yan yana gelseler... Özellikle hayatı yüklenen Soma’nın kadınları yan yana gelse. Bugün için ‘küçük’ denebilecek ısrarlı bir araya gelişler bile olsa. Soma işte o zaman binlerce insanın zihnine sadece maden ocağındaki ölümlerle değil birlikle ve kazanımlarla yazılacak. Ayrıca bu sadece Soma’nın değil şimdiye kadar ki pek çok iş cinayetinin de sonuçlanmasını sağlayacak önemli bir adım olacak. Biz kadınlar Soma’dan elbette çok şey öğrendik ama asıl olan, bundan sonra ne yapacağımız. İşte bunları da gözlemlerimizi ortaklaştırıp kadın dayanışmasının ağını örünce paylaşacağız.

GÖRÜLMEDİK, GÖRÜLMÜYORUZ
Soma’da bir kadın bizi evin bahçesinde karşılıyor. Bir gün önce aradığımızda telefonda “tabi ki buyurun” diyen sesin sahibi Gülfidan’ın kendinden emin hali yüzüne gözüne de yansımıştı. Annesi, kayın validesi kızı ve oğluyla bizi karşıladı. ““Maden cinayetinin ardından bir şey değişti mi?​” diye soruyoruz. “Yok” diyor “çok net değişmedi. Biz zaten garibandık yine de öyleyiz. Dün de bizi görmüyorlardı bugün de görmüyorlar. Eşim her akşam sofraya oturur çocuklara madeni anlatırdı. Ben de çocuklara tarlayı.” Çocuklara tarlayı anlatmak daha kolaymış Gülfidan’a göre ama madeni böyle öğrenmek anlamak kötü olmuş.
Gülfidan sohbet sonunda “Ateşe yakınsan ısınırsın” diyor “Yoksa hep garibansın.” Başkalarından bir şey beklemenin beyhude bir çaba olacağını bir çırpıda anlatıyor. Onun için hep katılmış bu katliamın ardından eylemlere. Konuşup anlatmaktan da hiç imtina etmiyor. Belli ki Soma’nın ‘kader’i bu olmasın istiyor.

ÖNCEKİ HABER

Ekmek ve Gül’ün ablası Rabotnitsa

SONRAKİ HABER

Kadınlar pembe vagona sığmaz!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...