29 Haziran 2014 07:38

Bir gözyaşı damlası ve bir damla ter

Cam ustaları bir damla gözyaşı ve bir damla teri birleştirip bulmuşlar ilk kristal cam damlasını. 1200 derece sıcakta, yani cehennemin ta dip köşesinde pişirip ekmeklerini yemeğe başlarken.

Bir gözyaşı damlası ve bir damla ter
Paylaş

Sennur SEZER

Cam ustaları bir damla gözyaşı ve bir damla teri birleştirip bulmuşlar ilk kristal cam damlasını. 1200 derece sıcakta, yani cehennemin ta dip köşesinde pişirip ekmeklerini yemeğe başlarken.
Venedik adalardan oluşmuş bir şehirdir. Bu adalardan biri de dünyaca ünlü Murano Adası’dır. Yani el yapısı camların antika sayıldığı ada.. Murano’da 1981’de ilk kez bir cam işçisinin gösterisini izledim . Çiroz denecek kadar zayıf bir işçiydi. Yaşı bellisiz. Soluğuyla küçük cam baloncuklar şişiriyor. Belki de bunlara  boncuklar demek daha doğru. Adamın çevresindeki vitrin camını daha sonra fark ediyorum. Boncukların camını küçük ama ışıl ışıl bir alevde eritiyor.Üflüyor, kesiyor. Akide şekeri kıvamındaki Murano camlarına soluğu artık yetmiyor mu bilmiyorum.
Çeşm-i bülbül (bülbül gözü), 18. yüzyılın sonunda III. Selim’in Mevlevi dervişi Mehmet Dede’yi cam tekniklerini öğrenmek için Venedik’e (aslında Murano Adasına)göndermesi sonucunda ortaya çıkmış bir cam işleme sanatıdır.
Mehmet Dede’nin Venedik’ten getirdiği bu tekniğin (filigrano, opal cam tekniği) geliştirilmesiyle çeşm-i bülbül denilen çizgili formlar ortaya çıkmıştır. Başlıca özelliği, ince ve renkli cam çubukların yüksek ısıda eriyip, su gibi olmuş camın içine yerleştirilmesidir. “Dönerek burulan” çizgiler, o formu biçimlendiren ustanın hünerini yansıtırlar. Dede, opal cam tekniğini öğrendiği Venedik’ten dönüşte Beykoz’da bir atölye açmış. Çeşm-i bülbülün yapımını yaygınlaştıran kişi ise Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa'dır.O dönemde yapılan cam işleri “eseri İstanbul” diye anılır.

ÇEŞM-İ BÜLBÜLÜN KIZIL IŞIĞI  
Çeşm-i bülbülün kullanıldığı ürünler arasında vazo, sürahi, şekerlik, kase ve tabak gibi eşyalar bulunur.Bir çizgisi saydam bir çizgisi mat olan bu formlar için çeşitli şehir efsaneleri de üretilmiştir. Uzmanlar Türkiye’de üretilen çeşm-i bülbüllerin ışığa tutulduğunda kızıl bir ışık yansıttığını söylerler.
Kimilerine göreyse bu kızıllığın nedeni başkadır. Usta şairlerimizden Orhan Alkaya da bunu böyle yazar: “İlk kez Mösyö’de görmüştüm kanlı çeşm-i bülbül denen nadide nesneyi. Soğuk cam çubukların üzerine sıcak camı üfleyip, hızlı spiral hareketlerle elde edilen bu akıllara seza fingirdeklikteki nesneler, ışığa doğru dairevi bakışlarla, göz aldatan hareli desenleri benzetildiği için kimbilir, 18. asrın son deminde, bu adla Beykoz imalathanesinde üretilmeye başlanmış: Bülbül gözü.”
Kanlı çeşm-i bülbül ise, cam arasında veremli amele kanı barındıranlarına verilen isimmiş. Kısacası cam ustalarının veremli olanları tarafından yapılanlar bir hayli yüksek  fiyatlara alıcı buluyormuş. 1200 derece ısının önünde üretim yapan cam ustaları arasında verem hastalığı yaygınmış, cam ustaları, akciğerleri hastalandıkça  ürettikleri nesnenin değerini kan damlalarıyla artırıyorlarmış.
 Bana sorarsanız cam ustalarının üfledikleri camların ışıltısında bir damla terin bir damla gözyaşının ışıltısı kandan baskındır. Süleymaniye Camii’nin renkli camları Evliya Çelebi’ye göre  “Serhoş İbrahim'in işidir  (...) bunlar kara ve deniz seyyahları arasında dünyaca övülmektedir, felekte bunların eşi görülmemiştir...”  Bir söylentiye göre İbrahim Usta gözünün ışığını bu camlara vermiş, kör olmuştur.

‘GREV BİLDİRİSİ’
1935 yılında kurulan Paşabahçe Şişe-Cam’ın ortaklarından biri İş Bankası’ydı. İşçilerin çalışma koşulları kötüydü. Yevmiye 60 kuruş, sendika yok, sigorta yok, hafta tatili yok. Paşabahçe Şişe Cam’da önce Cam İş sendikası örgütlendi. 1964 yılında 15 kuruşa imzalanan toplu sözleşme, işçileri arasında  öfke yarattı. İşçilerin çoğunluğu Cam-İş’ten ayrılıp Kristal-İş’e üye oldular. Kristal-İş sendikası 1966 yılında, Cam-İş tarafından imzalanan sözleşmenin patronların taleplerinin kopyası olduğunu söyleyerek Paşabahçe patronlarını yeni bir sözleşme imzalamaya çağırdı. Çağrının reddedilmesi üzerine 31 Ocak 1966 günü 2200 işçi hiç greve çıktı. Paşabahçe işçileri greve çıktıklarında bütün İstanbul’a bir bildiri dağıtmışlardı. Yeni nişanlıydık Adnan’la uğur saymış almış, saklamışız. Adnan daha sonra Grev Bildirisi  öyküsünde kullandı o bildiriyi:
“Biz işçiyiz. Paşabahçe’de bir fabrika şişe ve cam yapar, orada çalışırız. Beyoğlu’nda süslü bir mağazası var. Tabaklar ve bardaklar görürsünüz de iftihar edersiniz. İşte onları yaparız biz. 1800 derece hararetin altında çalışırız. Hepimiz 2500 kişiyiz. Ailelerimizle 10.000. Toplu Sözleşme Kanunu çıktı dediler. Biz de hak isteyebilecekmişiz. Üç sene evvel sözleşme yapıldı. Bize bir şey veren olmadı. Biz de greve başladık. Bugün 80 günü geçti gene de hakkımızı istiyoruz. Dağlardan ebegümeci topluyoruz, labada topluyor, balık olursa oltayı alıp koşuyoruz. Evde fazla eşya vardı, kilim, mintan, iskemle gibi. Onları da satıyoruz…”
Bu bildirinin önemini Paşabahçedeki ikinci büyük grevde kalabalığa  anlattı Özyalçıner. İşçileri grevlerin günlüklerini yazmaya çağırdı. Lüleburgaz’da ertelenen grevde başkanın sesi kulaklarımda “Adnan Ağabeye söyleyin, ben grev günlüğüne başladım. “
Yeni grev günlüklerini bekliyoruz.

ÖNCEKİ HABER

T(Ç)orba Yasa

SONRAKİ HABER

‘Birimizin derdi hepimizindir’ diyenlerin grevi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...