18 Mayıs 2014 07:51

Kimlik...

“Kimliğin alamet-i farikası biraz da “kimlikli” olmaktan gelir aslında. Kişilikli, dürüst, vicdanlı, insan olmak diye okunur hayatta bu hal. Mesela “fakire dağıtılan kömürü zenginler mi çıkartsın?” diyene denmez. Ya da “biz olsak üç günde kurtarırdık” diye efelenip 3 günde nerdeyse sadece cenaze çıkarmışken yas evinde insan tokatlayana denmez. 787 işçiden 669’u yeryüzüne çıkmamışken 18 işçi kaldı madende diyene hiç denmez.”

Kimlik...
Paylaş

Ayşen GÜVEN

“Biz bu madende işe başladığımızda kimliklerimizde fotoğraf yoktu” 13 Mayıs 2014 günü Manisa Soma’da yaşanan maden işçisi katliamının ilk saatlerinde Hayat Televizyonu’na bir işçinin verdiği röportajdan.

Kafa kağıdı, nüfus cüzdanı, kimlik...  Ne işe yarar? Neye lazım? Cumhuriyet’in ilk yıllarında Osmanlı’dan miras vergilendirme yöntemi “iltizam usulünden” “adaletli” vergi dağılımına geçiş bir nevi. Vergide adalet... Bu iki sözcük yan yana en çok geldiği ülkede uygulamada hiç uyum sağlayamamış nedense!
Eh vatandaş ve emlağı, kayıt alındığından bu güne, devlete ne işin düşse o kafa kağıdı lazım gelir. O kadar ki; okul kaydın, hastaneye girişin, oy kullanman, ikametin, kira sözleşmen hatta gittiğin eylemde gözaltı öncesi onu göstermen, yolunu çeviren trafik polisine GBT için hemen kimliğini çıkarman şarttır. Anneler sokağa çıkarken “kimliğini yanına almayı unutma evladım” der ki; başınıza sokakta ne geleceğini bilmeyeceğiniz bir ülkede yaşamaktasınızdır. Velhasıl bu ülkede yaşıyor olduğumuzun belgesidir “kimlik”.

Bir de ölüm belgenize lazımdır kimlik. Bu dünyadan ayrıldığınızın, vergiyle-algıyla işinizin kalmadığının kayda alınması için işe yarar. Ve de eğer bir katliamda kaybettiyseniz hayatınızı, onlarca insanın arasından yakınlarınız sizi bulabilsin diye bakılır o kağıda. Ermeni katliamdan kalan sararmış kimlikler hatırlarız yahut Cumartesi Anneleri’nin kimin elinde yakının fotoğrafı, kimin elinde “kimliği”... Roboski’den muhabirimiz Faruk’un çektiği o katırlara yüklenmiş cenazelerin önünde, ailelerin çamura attığı sevdiklerinin kimlikleri...

Soma katliamının ilk gününde bir maden işçisi “biz bu madende çalışmaya başladığımızda kimliğimizde fotoğraf yoktu” derken 18 yaşından küçük yaşta işe başladığının ihbarını da yapıyordu farkında olmadan. Hastane bahçesinde arkadaşlarını bekliyordu. Ertesi gün yine Devlet Hastanesi bahçesinde genç bir kadın elinde bir “kimlik” ağlıyordu. Uzatılan mikrofona “Kocam bu benim. 1.5 ay oldu evleneli. Ben daha ona doyamadım. Hamileyim, çocuğum yetim mi doğacak? Kocamı bulamıyorlar” diye feryat ediyordu. Evet o herşeye lazım, bu ülkede kazandığı 40 lira yevmiyenin vergisi için lazım olan kimlikler, Somalı maden işçilerinin ne dirilerine ne ölülerine yarıyor.

Ve bizim, yüzyılın sanatı sinemayla andığımız beyaz perdeye, Kırkağaç’ta bir soğuk hava deposunda sinevizyon marifetiyle katledilen işçilerin fotoğrafları yansıtılıyor. Aileleri onları teşhis edebilsin diye. Sonra yine hastane bahçesinden bir görüntü ve sağlık görevlisi sedye gezdiriyor çığırtakan misali bağırarak “bakın bakın bu cenaze sizin mi?​”... Bak sen savaş uçağı imal etmeye girişen bilim ve teknolojide ileri devletimin hizmetine! Nüfus cüzdanı, TC numarasıyla olmuyor. Neden? Bir de yerin yedi kat altındaki ölüm kuyusuna her gün inen bir çocuk işçi, bir mülteci işçiyse... Onların kimliği yok hükmünde zaten. Öyle mi?

Sonra noluyor; Bahçeli’nin matematik hesabını aşan bir toplama-çıkarma hesabıyla şirket yerin altında 300’den fazla işçi daha olduğu -Bakan Yıldız’ın açıklamasıyla da sabitken- 18’e indiriveriyor. Riskini bile bile işçileri indirdiği galerilerde bir cinayete imza atan şirket belliki aynı zamanda sihirbazlık yaparak hokus pokusla onlarca işçinin kimliğini püffff yok ediveriyor.

Kimliğin alamet-i farikası biraz da “kimlikli” olmaktan gelir aslında. Kişilikli, dürüst, vicdanlı, insan olmak diye okunur hayatta bu hal. Mesela “fakire dağıtılan kömürü zenginler mi çıkartsın?​” diyene denmez. Ya da “biz olsak üç günde kurtarırdık” diye efelenip 3 günde nerdeyse sadece cenaze çıkarmışken yas evinde insan tokatlayana denmez. 787 işçiden 669’u yeryüzüne çıkmamışken 18 işçi kaldı madende diyene hiç denmez.

Kimseye avuç açmayan, yatak odasında kasa saklamayan, evladına usulsüz paralarını “sıfırlatmak” yerine “selam” vermeyi öğreten maden işçilerine  kimlikli denir. Soma’da yaşananlara “cinayet” diyene denir kimlikli. O sedyedeki işçinin, kömür karası kolunda durmuş kol saatiyle birlikte hayatı durdurabilenlere denir.

“200 işçi hala madende. Kül basıp kapatacaklar.5-6 yıl sonra o 200 işçi arkadaşımızın kemiklerini kömür olarak çıkaracaklar. Satacaklar” diyen maden işçisinin kimliği bugün gömleğinin göğüs cebinde belki. Ama yarın onunki de yere düşebilir.
Onlar her nerden tutarsan “kimliksiz” değil. Biz onları tanıyalım, onları yerinaltına gömmek isteyenleri de.

“...Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette” ama bir işçinin kalbi dahi sobamızdaki kömür çıtırtısıyla atmasın! “Çocuklar yetim, aynı masada sohbet ettiğim arkadaşım artık yok. Kardeşim öldü” diyen işçinin masadaki arkadaşının da, kardeşinin de kimlikleri elimizde. Masamızdan eksilinleri, bulun onları!

ÖNCEKİ HABER

Her yer Soma; her yer ya direniş, ya ölüm…

SONRAKİ HABER

Ateş ve kömür

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...