23 Mart 2014 07:07

Miyazaki sinemasında doğa ve çevre teması

İnsanoğlu, varoluşundan itibaren doğayla etkileşim halindedir ki bu ilişkinin hiyerarşik mi yoksa birbirini besleyen bir süreç mi olduğu hep tartışılagelmiştir. İlk bakışta, insanın doğayla uyum içerisinde sürdürdüğü bir yaşamın varlığı göze çarpar fakat insanın doğaya egemen olma düşüncesidir aslolan.

Miyazaki sinemasında doğa ve çevre teması
Paylaş

Zehra KURT

İnsanoğlu, varoluşundan itibaren doğayla etkileşim halindedir ki bu ilişkinin hiyerarşik mi yoksa birbirini besleyen bir süreç mi olduğu hep tartışılagelmiştir. İlk bakışta, insanın doğayla uyum içerisinde sürdürdüğü bir yaşamın varlığı göze çarpar fakat insanın doğaya egemen olma düşüncesidir aslolan. Bu realite, gerçek yaşamı içine sızdırabilen pek çok sanatta olduğu gibi sinemada da karşımıza çıkar. Yaşamlarımıza dâhil olan bu araçlar, insanların hüküm sürmeye çalıştığı bir mahkûmun (doğanın) hikâyesini ve çoğu zaman çığlıklarını duymamızı sağlar.
Kurgusal hikâyelerini genelde belli başlı karakterler üzerinden anlatma tarzına sahip, sinemayla derdini anlatmayı temel şiar edinmiş ender yönetmenlerden biri Hayao Miyazaki. Animasyon türünün dehalarından kabul edilen Miyazaki, filmlerinde sevimli, hemen herkesin hayallerini süsleyen muhteşem karakterler yaratır. Öyle ki her izlediğinizde alıp içinize sokmak istersiniz onları. Yönetmenin filmografisinde, kocaman gövdeli hayali kahramanların yanında sorunlar, toplumsal yaralar üzerinde farkındalık yaratması dikkat çeker. Bunlardan bir tanesi de çevresel sorunlar ve doğanın insan eliyle katledilmesi problemidir. Örneğin 1984’te uluslararası sinemada adını duyuran Rüzgârlı Vadi (Kaze no Tani no Nauşika) filminde, dünya savaşı ile insanların dünyanın formunu değiştirme faaliyetlerinin varlığına ve endüstrileşmenin dünyanın sonunu getireceğine dikkat çeker.  Filmde, ormanın dev zehirli böcekler ve bitkilerle kuşatılmasının ve insanoğlunun bitmek bilmeyen arzularının tatmini için acımasızca doğayı katletmesinin önüne geçmeye çabalayan bir prensesin hikâyesi anlatılmaktadır. İnsanların kendi halinde yaşadığı Rüzgâr Vadisi’nin prensesi Nausicaä, kendi halkını kurtarmanın ve ormanı eski doğal haline getirmenin yollarını arar.
Sınıflar arasındaki bölüşüm ilişkileri, kendi haline bırakılsa kusursuz işleyecek olan ekolojinin dengesini alt üst etmekte sınır tanımıyor. İnsanlar doğal kaynakların hızla tükenmesine rağmen doğa ile savaşımını artırarak devam ettiriyor. Bunun yanında, bu savaşı sonlandırmaya kendini adamış ya da doğaya olan saygısı ve bağlılığı devam eden topluluklar da yok değil. 1988 yapımı Komşum Totoro (Tonari no Totoro) hikâyesini Miyazaki’nin kendisinin yazıp yönettiği bir film. Filmde Mei ve Satsuki adında iki küçük kız kardeşin annelerinin yatırıldığı hastaneye yakın olması açısından ormanda bir eve taşınmaları sonucu boyama kitabında gördükleri hayali kahramanla (Totoro) tanışmaları ile başlayan maceraları anlatılmaktadır. Filmin pek çok sekansında ormana olan bağlılık ve sevgi dile getirilir. Mei, Satsuki ve babalarının tapınağa giderek ormana olan saygılarını göstermek istemeleri, bahçeye ektikleri bitkileri güneşin ve doğanın onlar için beslediğini düşünmeleri izleyenlere doğanın üstün gücü olduğunu ispatlar niteliktedir. Komşum Totoro, Japon ulusal yayın kuruluşu tarafından yapılan bir ankette tüm zamanların en çok sevilen filmleri kategorisinde ikinci olmuştur. Sanırım bu sevginin oluşmasındaki etken Totoro veya Mei karakterinin sevimliliğinin yanı sıra doğayı koruma ve sevme konusunda farkındalık yaratmasıdır.
Yönetmenimiz yarattığı karakterlerden herhangi birisi aracılığıyla doğanın düzeninin korunması gerektiğini sadece bu filmlerle göstermez. Bunlardan bir diğeri de 1997 yılında izleyiciyle buluşan ve o tarihte Japonya’da anime filmleri arasında zirvede yer alan Prenses Mononoke adlı yapım. Filmde dikkat çeken tema, ormanın ruhunu korumaya çalışan doğaüstü yaratıklarla kurtlar tarafından yetiştirilmiş, kendisini kurt zanneden bir genç kızın, doğanın kaynakları acımasızca tüketen ve doğanın dengesini bozan insanlarla aralarındaki mücadelenin varlığıdır. Bahsedildiği gibi filmlerinde doğa ve insan arasında geçen bu zorlu savaşı her fırsatta sunan yönetmen, burada insanların doğa ile uyumlu olduğu ve onunla savaşmanın değil dayanışma içerisinde yaşamanın daha anlamlı kılındığı mesajını verir. Doğanın kaynaklarının sonsuz olduğu algısından çok paylaşılabilir olması konusu bir diğer dikkat çekici noktadır. Ve yine yönetmenin yerinde olmak istediğimiz kahramanlarından biri olan Ashitaka bir çözüm yolu bularak bu savaşa son verir.
Doğanın insan eliyle kirletilmesine dikkat çektiği bir diğer eseri Küçük Deniz Kızı Ponyo (Gake No Ue No Ponyo). Okyanusun derinliklerinde yaşayan, fakat insan olmak isteyen bir denizkızı, babasının hâkimiyetinden kaçıp denizin yüzeyine çıkar. O sırada okyanusun kenarında oynayan 5 yaşındaki Sosuke ile tanışır ve ona çok alışan küçük denizkızı, kısa sürede onunla arkadaş olur. Bir denizkızının yüzeye çıkması, ekolojik dengeyi bozar ve okyanusun dalgalarını coşturup tsunamiye sebep olur. Ponyonun insan olma serüveni ile insanın doğayı nasıl kullandığı arasındaki ilişki izleyiciye ders verir nitelik taşıyor. Denizin yüzeyinin kirliliği ise yönetmenin dikkat çekmek istediği bir nokta olarak göze çarpar.
Miyazaki sinemasının özellikleri etkileyici ve sıra dışı mekânlar, her gördüğümüzde keşke bizlerde sahip olabilsek diyeceğimiz hayali karakterler, masalsı anlatım olarak sıralanabilir. Filmlerinin ana temasında ilgi uyandıran bir özellik de var ki yönetmen doğa sevgisini ve sadakatini her fırsatta dile getiriyor. Bir çevre dosyası hazırlayacak olsak Miyazaki listenin en kabarık bölümünü oluşturabilir. Tüm koşulları bir kenara bıraksak bile sırf bu duyarlılığı için dahi anime dünyasının büyük ustasının hayal dünyasını sinemadan mahrum bırakmaması gerektiği kanısındayım.

ÖNCEKİ HABER

Bir Küçük Newroz Hatırası

SONRAKİ HABER

Çocuk bedenler olgun ruhlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa