12 Ocak 2014 12:00

Sakine, Fidan ve Leyla... ardından

Serpil SAVUMLU

Savaşlarda en çok kadınlar zarar görüyor” sözüne herkes aşina. Ve ne zaman savaşla ilgili konu açılsa, savaşın yarattığı tahribatlar anlatılsa; raporlar, açıklamalar kadınlar ve çocuklarla başlar... biter... Bu her coğrafyada aynı. Ölüm, kan, kayıp, tecavüz, açlık ve tüm yaşanan acıların grafikleri kadın ve çocukları gösterir.

Bu yıllardır Türkiye’de kimilerinin gözünü kulağını kapattığı Kürdistan’da da böyle oldu. Her acı yerine bir yenisini ekleyerek sürdü gitti. Her dönem yaşanan şiddet bir sonrasına aktarıldı. Yaralar her defasında sarılmaya çalışıldı. Ama öyle olmadı. Sadece yeni yaralar eskilerinin acısını bastırdı.

Kadın olmalarından doğru ağır baskılar altında yaşayan kadınlar Kürt kimliklerinin getirdiği baskı ve zulümlerle göğüs göğüse “çarpışmaya” başlayınca işte tarih o zaman Kürt kadınları için değişimin başlangıcını da yazdı. Bugüne kadar bize eşsiz deneyimler sunan Kürt kadınlar, acıyla “baş etmeyi” öğretti.

İşte bu kadınlardan biri olan Sakine Cansız. Tam da “Savaş bitsin” dendiği ve barış umutlarının yeşerdiği günlerde suikast sonucu öldürüldü. Kürt kadınlarının “uyanışında” simge olan bu kadın nasıl mücadelesinin en başında örnek olduysa ölümüyle de Kürt kadınlarına tekrar tekrar direnişi ve başarıyı hatırlattı. Esasen sadece Kürt kadınlarına değil Türkiye’de barışı talep eden ve bu uğurda söyleyecek sözü olan tüm kadınlar bu ölümle hem Sakine’yi tanıdı hem de barışa neden daha fazla sarılmamız gerektiğini.
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’e Fransa’nın başkenti Paris’in tam ortasında doğrultulan silah bugün onları anan kadınların tam da dediği gibi özgürlük mücadelesine sıkıldı. Sakine Cansız ve arkadaşlarının yıllar önce başlattığı direniş ve kadınların özgür iradelerinin alt edilmek istendiği bu saldırı yine kadınlar tarafından püskürtülmeye çalışılıyor. Kadınlar, Paris suikastının Kürt sorununun çözümü ve kadın hareketinin güçlenmesinin engellenmesi için yapıldığına hem fikir.

NE YAPTIK, NE YAPAMADIK?

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’unda okunan mesajıyla başka bir boyuta taşınan süreç tüm Türkiye’de bir anda sevinç rüzgarları yaratırken bir yandan da “Nasıl olacak bu iş?​” sorularına neden oldu. Bu işin nasıl olacağı, çatışmasızlığın nasıl sağlanacağı, gerillaların nasıl geri çekileceği elbette kitapta tarif edilen bir şey değildi. Ya da adına türlü isimler konan süreçle barışın nasıl geleceği de tarif edilmedi... Ancak kadınlar kendilerini muhatap ve müdahil olarak tanımladılar. Barış girişimleri kurdular.

Türkiye’de yürütülen sürecin yapısı, hangi olanakları sağlayıp sağlamadığı tartışılır elbette ama birçok nedenden kaynaklı kadınlar bu bir yılı sürece müdahillik açısından sanıldığı kadar başarılı geçiremedi. Kürt kadınların acılarının sesine kulak verildi, tespitlerde bulunuldu ancak yakanın öte yanındaki kadınlar atlandı. Kadınlar, haklı olarak kendilerini muhatap ilan ederken bu güçle AKP hükümetine çağrı yapmanın dışına çıkamadı.  Sakine, Fidan ve Leyla’nın katledilme sebeplerini ve yaşadığımızı süreci düşününce şu soruları yanıtlamaya daha çok ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor. Kadınlar bu süreçte neden asıl taraflardan biri olarak görülmedi? Kadınlar neler yapabildi? Neleri ihmal etti? Neleri gözden kaçırdı? Neleri iyi yaptı? Bu sorulara verdiğimiz yanıtlar, kadınların barış mücadelesinin gelişmesine katkıda bulunacaktır.


ROSALARDAN SAKİNELERE KADIN MÜCADELESİ

Tarih boyunca mücadele eden kadınlar, egemenleri hep rahatsız etmiş. Geçtiğimiz yıl Paris’te katledilen 3 kürt kadın siyasetçi, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in ölümü ile de erkek egemen, savaş yanlısı zihniyet için kadınların özgürlük mücadelesi nasıl bir tehdit unsuru bir kez daha görmüş olduk. Eşitlik, özgürlük mücadelesinde en önde yer alan kadınların nasıl da hunharca katledildiğinin bugün ellerimizde kanıtı olan, o kadınların hikayeleri, elbette birbirinden çok farklı...

\"\"Bilgisi ve azmiyle tarihe adını yazdıran:  Rosa Luxemburg

Yahudi bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Rosa, bu kimliğinden dolayı etnik ayrımcılıkla daha çocukluk yıllarında tanıştı. 1889’da Avrupa’da kadın öğrencilere kapısını açan tek üniversite Zürih Üniversitesi Felsefe Fakültesine yazıldı. İsviçre’de eğitimini tamamladıktan sonra kendisine göre mücadelenin kalbi olan Berlin’e geldi. Başta August Bebel olmak üzere, Clara Zetkin gibi partinin ileri gelen kadınlarıyla yakın ilişkiler geliştirdi. Clara Zetkin’le yoldaşlığı ve dostluğu ise hep sürdü.
Rosa Luxemburg pek çok konuda, özellikle reform-devrim, demokrasi-diktatörlük, ulusların kendi kaderini tayin hakkı-enternasyonalizm konularında pek çok yazınsal ürün bıraktı.
1907 Ekimi’nde Berlin’de August Bebel tarafından açılmış olan Parti Okulunda doçentliğe başladı. Burada öğretmenler arasındaki tek kadındı. Almanya’da üniversitede doçent unvanı ile dersler verirken, sivil polislerce izleniyor, sıkça yerli yersiz para cezalarına ve tutuklamalara uğruyordu.
Yazıları için kullandığı takma ad “Junius”dü. Cezaevindeki yazıları Junius Broşürü olarak uluslararası üne kavuştu. Yazar Karl Liebknecht’le birlikte sürdürdükleri savaş karşıtı mücadele Birinci Dünya Savaşı’nın aktif taraflarından Almanya’da vatana ihanet olarak nitelendirildi. Savaşın bitiminden bir yıl sonra 15 Ocak 1919’da Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht kaldıkları evde milisler tarafından tutuklandı. Karl Liebknecht ağır işkencelerden sonra vurularak öldürüldü. Rosa Luxemburg ise dövüldükten sonra vuruldu ve Landwehr Kanalı’na atıldı. Rosa Luxemburg’un cesedi 13 Haziran’da işçilerin yaptığı dev bir gösteriyle defnedildi. Onun; “Hareket etmeyenler zincirlerinin ne kadar ağır olduğunu bilmezler” sözü bugün hâlâ hafızalardaki yerini koruyor.

Kelebekler hâlâ yaşıyor

\"\"

25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabel Kardeşler olarak tanınan Patria Mercedes, Minerva Argentina ve Maria Terasa isimli üç kız kardeşin Rafael Trujillo hükümetinin ülkedeki adaletsiz yönetimine karşı başlattıkları özgürlük mücadelesinin sembolleştiği gündür. Mirabel Kardeşler, Trujillo diktatörlüğüne karşı 1960 yılının haziran ayında Clandestine hareketini kurdular. Mirabel kardeşlerden birinin kod adının “kelebek” olması sebebiyle 3 kız kardeş “kelebekler” adıyla anılmaya başlandı. Kelebeklerin önderliğinde başlatılan siyasal özgürlük mücadelesi tüm ülke çapında hızla yaygınlaşan bir başkaldırı hareketi oldu. Hükümet tehdit olarak gördüğü Mirabel Kardeşler’e her türlü baskıyı uyguladı. Clandestine hareketinin ülke çapındaki direnişi sürerken 25 Kasım 1960’da Mirabel Kardeşler, diktatörlük askerleri tarafından tecavüz edilerek katledildi. Katliam kamuoyuna “araba kazası” olarak lanse edilmeye çalışılsa da halkın tepkisi çığ gibi büyüdü. Bu olay, ülke çapındaki direnişi artırdı. Üç kelebeğin sonsuzluğa kanat çırpışlarından bir sene sonra Rafeal Trujillo Diktatörlüğü’ndeki hükümet de sona erdi. Ve onlar her 25 Kasım’da tüm dünyada kadınların eylemleri ile renklenen Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’ne mücadeleleriyle ilham verdi.

\"\"Yasakların ülkesine kazınan öykü: Meena Martyred

Meena Martyred 1977’de Afganistan’da Devrimci Kadın Örgütü RAWA’yı kurdu. Afganistan’ın en eski kadın örgütü olan Rawa, pek çok şehirde kadınların eğitimi için çalıştı.

Annesi eğitim almamış bir kadındı ve onun hikayesine benzeyen pek çok hikaye vardı etrafında.

1976’da Kabil Üniversitesine girdi ve o yıllarda radikal islamcı grupların saldırılarına uğrayan üniversite öğrencisi kadınlar için eğitim almak, okul kapısından içeri girmek yaşamın pamuk ipliğine bağlanması anlamına da geliyordu ne yazık ki. Burhaneddin Rabbani’nin takipçileri, baskılara karşı yürüyen kadınların yüzüne asit atmıştı. Her an tehdit altındalardı. Eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalıp, yapabileceklerinin çokluğuyla doldurdu zihnini.

Zihinlerindeki özgürlük coşkusunun satırlara dökülmesi, bu satırların geniş kadın kesimlerine ulaşması için bir dergi çıkarmaya başladı kadınlarla birlikte. 1981’de çıkardıkları Payame Zan (Kadının Sesi) isimli dergi kökten dincilerin kadınlara dünyayı dar eden zihniyetine bir karşı koyuştu.

Afganistan’ın çökmüş eğitim sistemine karşı RAWA, Meena öncülüğünde tüm itirazlara rağmen mülteciler için eğitim ve sağlık kurumlarını inşa etti. Davetli olarak katıldığı Fransız Sosyalist Parti Kongresi’nde Afgan Direniş Hareketini temsil etti.  İşgal altındaki ülkelerinde yaratılan korku rejiminin baş aktörü olarak gösterdiği Boris Ponamaryev başkanlığındaki Rusya’nın salonu terk etmesini sağladı.

12 yıl kadın hareketi içerisinde mücadele eden Meena uğradığı suikast sonucu katledildi ve henüz kimimiz için başka başlangıçların habercisi olan bir yaşta, 30 yaşında hayata veda etmek zorunda kaldı. RAWA’lı kadınlar şimdi onun mücadelesini bıraktığı yerden sürdürüyor.

Kürt kadınların varoluşunda bir simge: Sakine Cansız

\"\"

1958’de Dersim’de doğan Sakine Cansız’ın ömrü Kürt, Alevi ve kadın kimliği için verdiği mücadeleyle geçti. 1970’lerde yaşanan hareketlenmeler, pek çok insanı olduğu gibi Sakine’yi de etkiliyordu. Bu yıllarda PKK’ye katıldı. Verdiği ağır mücadelenin nasıl bedelleri olduğunun bilincindeydi. Bu bedelleri ödemeye de sonuna kadar hazırdı. O yılları şöyle tarif ediyordu;
“Hareketimiz kısa bir süre içinde politik bir güç haline geldi. ‘75, 76, 77’ye doğru gençlik hareketini aştı. Elbette bizim bu konuda hem feodal- aşiretçi yapıya karşı, hem de ilkel- şoven milliyetçiliğe karşı mücadele etmemiz gerektiği ortadaydı.”
‘78’den sonrası onun gibi bütün bir Kürt hareketinin de gözünü kararttığı yıllardı. O yıllarda çalışmalarını sürdürdüğü Bingöl ve Elazığ’dan sonra esir düştü. Ağır işkencelerden geçti. Diyarbakır Cezaevinde maruz kaldığı işkence sonucu çenesi kırıldı. Fakat o direnişin götüreceği zaferden bir an olsun kuşku duymadı. İnsanlığı her zaman mücadelenin ana kaynağı olarak gördü.
‘91’de cezaevinden çıktı ve Ortadoğu sahasında Mahsun Korkmaz Akademisine gitti. Filistin, Suriye ve Batı Kürdistan’da kaldı, kadının özgürleşmesi için de mücadele etti. Daha sonra Avrupa sahasına geçti. Mücadeleyi buradan sürdürdü. Geçtiğimiz yıl, 9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te Kürt Özgürlük Hareketinin ve kadın özgürleşmesinin öncülüğünü yapan Cansız, mücadele arkadaşları Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan ile uğradıkları suikast sonucu öldürüldü. 3 Kürt kadının gerçek failleri hâlâ bulunmadı.

Evrensel'i Takip Et