20 Ekim 2013 15:09

Yerkürenin Arka Bahçesindeki Misafir: Nilgün Marmara

‘Ölümün çağrılısı olarak’ dünyaya gelmenin ne olduğunu bulursun Nilgün Marmara’da; eskil bir kapı üstündeki gökkuşağını… Kendi görünümüne kör olan kentlerin öz sesini… Ya da malumu belli savaşlar ilan etmenin yoğun yorgunluğunu…

Yerkürenin Arka Bahçesindeki Misafir: Nilgün Marmara
Paylaş

Levent Pişkin

"Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde?
Ben size alışamam.”
Nilgün Marmara

‘Ölümün çağrılısı olarak’ dünyaya gelmenin ne olduğunu bulursun Nilgün Marmara’da; eskil bir kapı üstündeki gökkuşağını… Kendi görünümüne kör olan kentlerin öz sesini… Ya da malumu belli savaşlar ilan etmenin yoğun yorgunluğunu…
Kırmızının aslında başka bir renk olduğu anlaşılır. Kış konukluğudur artık kırmızı; üzüntü bedeninde,  kapanmayan yaralarında ve bir daha açmayan yapraklarında. Uzlaşmayı değil çıplaklığı tercih etmektir artık. Kışın ortasında, ‘sözün daha biz olduğu, bizim biz’ olduğu zamanda. Renk değil, ara renktir; sensindir çünkü. Senin varoluşundur. Dünyaya olan zorbalığındır.
Ya da ‘Hiç kullanılmamış zamanın gözkapaklarına’ sahip olmak için didinip ‘çok kullanılmış bir zamanın gözkapaklarını’ kapatmak isterken bulduğunda kendini; hani rüzgârın da yağmurun da varlığa katılmadığı, yüreğin burkulduğu, aşkın az olduğu zamanlarda ‘yıkanacak/boğulacak su’ aradığında seni kuyuya indiren kovadır Daktiloya Çekilmiş Şiirler. Bitimsiz yalnızlığında sığındığın ellerin olur kitap. Bir ürperti olan babanın yuvarladığı çığın altında üzgün adım ileri marş çırpınırken, yani yanılgının rehavetinde debelenirken; Dev Hanım’ın gülü olur, öylece, loş hatıralar cephesinden uzakta, sınırsız. Sahiplenir. Üvey ana sıcaklığında. Her okuyuşta yeniden yazarsın kendini. ‘Bilinmeyen deniziyle kuşatılmış sözcükler adasında’ denize bırakırsın kendini, varoluşunun manifestosunu bilinmeyenle kurarsın. Sarmal, vahşi, paslı ve acınası sözcüklerle değil.

HİÇLİĞİN KOMŞULUĞUNUN MAVİLİĞİ

Çoğunluk sandığın azınlıktan korkunca, Nemesis’in ensene tünediğini fark edince O’na kaçarsın. Karıncanın ot düzeninden vazgeçebileceği, hiçliğin komşuluğunun maviliği ondadır. Dingin. Seni bekler tamamlanmamış sözcükler. Varoluşunu sana teslim etmek için. Orada.‘De ki… Kanatlanmaya…’
Çocukluğun asma katında, yitip giden akışları bulursun. Sığlıkta. Annenin babayı bekleyişlerini ve yabancıların en yakınına et özünü teslim etmesini. Buldukça sabitleşirsin. Akışı özlersin. Akamadığın için özlediğini bilmenin buruk utkusunda kucaklaşırsın Nilgün Marmara ile.

KIRMIZI BİR KAÇIŞ

Toplumla; hani yokuşları mutsuz çıkanlar ya da izbeler yalnızlığıyla beraber benliğini kaybettiğin zamanlardır artık. Çok acının ortasında senin kendini unuttuğun vakit. Sığınaktır o zaman Nilgün Marmara. Dış dünyaya ve dolayısıyla sen olmayan sana karşı. Senin hakikat imtihanındır. Yalnızlığın toplumsallaşması ya da senin herkesleşmene karşı duruştur.
Her şeyin sürekli kirlenişinin iç karartıcılığı karşısında güneşi utanç olarak görünce sığınırım Nilgün Marmara’ya. Varolmaktan alıkonmamak için. Düşlerimle gerçekliğin farkı olmadığını göstermek için. Üzerimize kapanan kapana kısılmamak için. Kırmızı bir kaçış. Aynada kendimle yüz yüze gelmek için, giz olmadan.

Şimdinin karanlığına sessiz çığlık gönderdim Nilgün Marmara ile... Kendini başka zamanlara, kendi olmayan varoluşlara itmeyenlerle yoldaşlık kurduğum gibi. Şimdiye karşı kendini koymaktı O. Kedinin kargayı davet ettiği öldürücü oyun davetine icap eden; paniğini kendine kukla yapıp yerleşemediklerimiz yerine… Oyuncağı panik olan sayrı yalnızlığın eğlencesi saydım kendimi onunla, barıştım. Yerleşemedi O. Yerleşemediklerimin ‘göğe bakma durağı’ oldu. Yoluma/yoluna/yollarına kuş konmasına izin vermeyenlerin içinde başka bir varoluş ifade etti. Hiçliğe yakın.Eylemi, varlığın farkıydı.Varoluş sancım.Varlığını koruma girişimi ya da mutlu yaşama olasılığı için giz aynaları olmadan bir küçük huzur adına büyük bir çığlık Nilgün Marmara. Varoluşa. Hiçliğe komşu olana…
Toplumun kalıplaşmış normlarına, insanı yerle yeksan eden kurallara, devletin kanunlarına karşı en büyük sözü söyledi. Olduğu gibi öldü, cinayetini kimsenin işlemesine izin vermeden. Üşümeden. En uzun sürene vardı, varlığıyla. ‘Kuşkusuz mu?​’
Herkese iyi kuyular…

ÖNCEKİ HABER

Soğukkanlılık mümkün mü?

SONRAKİ HABER

Büyük insanlığın demokrasisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...