21 Eylül 2013 19:43

Hrant’ın katilleri cezalandırıldığında su çatlağını bulacak

“Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez.”Hrant böyle diyordu. Böyle dediği için ölümü yürekleri kanattı. Katilleri gizlendiği, mahkeme salonuna getirilen 2 sanıkla sınırlandığı için

Hrant’ın katilleri cezalandırıldığında su çatlağını bulacak
Paylaş

Meltem Akyol

“Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez.”

Hrant böyle diyordu. Böyle dediği için ölümü yürekleri kanattı. Katilleri gizlendiği, mahkeme salonuna getirilen 2 sanıkla sınırlandığı için hâlâ da yürekler kanıyor. En çok da ailesinin... Arkadaşlarının... Belki de herkesin... Ve Fethiye Çetin’in... Hrant’ın avukatı... Yasını tutamamış... İçinde birikmiş, dert olmuş acısı... Ve dökmüş içini “Utanç Duyuyorum” diyerek. Davayı, süreci, ortadan kaybolanları, görülmeyenleri, katilleri, hükümeti konuşuyoruz Avukat Fethiye Çetin’e...

Umutlu musunuz davadan?

Aslında şu anda, başlangıçtaki noktanın da daha gerisindeyiz. Nisan ayının sonunda dava 18 sanıklı bir dava olarak açılmıştı ve sanıkları terör örgütü üyesi olmakla suçluyordu iddianame. Bazı eylemleri sayıyordu, bunlardan biri de Hrant Dink cinayetiydi. Yargılama süreci sonunda geldiğimiz noktada, evet, bir örgüt var, ama bu terör örgütü değil, sadece Hrant Dink’i, konulan sözcük bu, çok incitici, “cezalandırmak” amacıyla kurulmuş bir örgüt. Sanıkların, sadece milliyetçi olmalarından kaynaklanan bir saikle hareket ettikleri iddia ediliyor. Ve bu örgüt, sıradan bir örgüt, Yasin Hayal tarafından kurulmuş, yanında 4-5 kişinin katılımıyla oluşturulmuş bir örgüttür. Sınır da daraltıldı, kapsam da daraltıldı.

Böyle olunca ceza ölçüsü de daraltıldı.

Tanımı da ceza hukuku yönünden daraltıldı. Sanıkların saiki ve kastı da olduğundan farklı bir yere taşındı. O nedenle bugün başladığımız noktanın çok gerisindeyiz. Elimizde bir olanak daha var. O da, Cumhuriyet savcılığında yürümekte olan bir soruşturma. Nedense bir türlü bitmiyor.

Ne soruşturması?

Hrant Dink cinayeti soruşturması. Dink cinayetinde örgütün diğer elemanları ortaya çıkabilir diye yürütülen bir soruşturma bu. Oraya dünya kadar başvurumuz var. Deliller sunduk dosyaya. En son AİHM “etkili hukuk yolu kullanılmamıştır” şeklinde Türkiye’yi mahkum ettikten sonra kamu görevlilerinin yargılanması için yeniden başvuru yaptık. Bu dosyada da kamu görevlileriyle ilgili güya soruşturma yürütülüyor. 2007’den beri başlayan, 2010 yılında kamu görevlilerini kapsayan bu soruşturma dosyasında maalesef hâlâ hiçbir hareket yok.

Kamu görevlileri demişken... Süreçte bırakalım cezalandırmayı, terfiler silsilesi de yaşandı. Bu süreç nasıl işledi?

Hiçbir şekilde etkili soruşturma yapılmadı. Bu nedenle sorumlular ceza almadı. Bunlar normal terfi ettikleri gibi, bir de bazıları sanki özel olarak ödüllendirildi. İnsanın aklına böyle bir şey geliyor. Mesela bakıyorsunuz, Türkiye’de ilk defa ombudsmanlık kurumu kuruluyor. Çok önemli bir kurum. Kamu denetçisi. Oraya başka hiç kimse yokmuş gibi, Hrant Dink’in cezalandırılması için en fazla çabalamış ve etrafını da bu anlamda ikna etmeye çalışmış bir hakim getiriliyor. Şöyle düşünüyorsunuz; demek ki devlet, kendine hizmet edenleri ödüllendiriyor. O halde askeri vesayet sona ermiş olsa bile devletin hâlâ, o bir takım kodları, gelenekleri devam ediyor.

Ömeroğlu’nun “ben ismini Fırat diye gördüm, bilmiyordum” gibi sözleri var.

Bir kere bu kabul edilebilir gibi değil. Dosyada Fırat Dink ama parantez içinde hep Hrant Dink yazıyor. Çünkü yazılarını hep Hrant Dink olarak yazardı. Yargılanan da yazıları zaten. Ömeroğlu’nun hiçbir açıklaması tutarlı değil ve kamuoyunu yanıltma çabası. Sadece o mu? İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, daha cinayetin olduğu gün basına, “bu milliyetçi saikle işlenmiş bir cinayettir, örgüt yoktur” dedi. Şimdi geldiğimiz noktaya bakıyorum, o nokta. Acaba, yine o devlet geleneğini sürdürenler ve devletin söylemini dile getirenler, o günden bugüne aynı, biz bu kadar çabaladık ama değişen bir şey yok. Onlar süreç içinde ödüllendirildi. O kadar çok örnek var ki! Ogün Samast’ın yanında ona kahraman muamelesi yapan polisler yükseldiler, bir yerlere geldiler. O yüzden süreç çok acıtıcı.

“Dün bulunduğumuzdan daha geri bir noktadayız” dediniz. Erhan Tuncel örneği var. Nasıl oldu da serbest bırakıldı, şimdi niye yakalama kararı çıkarıldı?

Biliyorsunuz, o mahkeme kararı çok eleştirildi. Kamuoyu çok tepki gösterdi. Hatta Başbakan, Cumhurbaşkanı demeçler verdi. O nedenle yargıtay kararı bozdu. Ben, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar dedim. Erhan Tuncel’e beraat, örgüt yok, diğerlerine beraat, çok az cezalar falan... Şimdi bizi sıtmaya razı ediyorlar. Erhan Tuncel’in tutuklanacağı belliydi. Tedbir olarak tutuklanacağı aşağı yukarı tahmin edilebiliyordu. Ama bu olsa da çok fazla umutlanmamızı gerektiren bir durum değil, önemli olan cinayetin perde arkası. Bu yola girmezse yargılama süreci, herhalde bu şekilde kapatılacak.

ERGENEKON’DA SANIKLARI NEREDEYSE AKLADILAR

Yakın zamanda sonuçlanan Ergenekon davası var. Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz gibi Hrant davasında köşe başlarında duranlar orada yargılandı. Vicdanınızı rahatlattı mı?

Türkiye’nin geçmişi çok karanlık noktalarla dolu. Utanç verici olaylar ve suçlar var. Bu acı olaylarla mutlaka yüzleşmemiz gerekiyor bizim. Ergenekon davası açıldığında hepimiz bu anlamda umutlandık. Hep birlikte, evet, bu geçmişteki acıların hesabının sorulabileceği ve yüzleşilebileceği bir dava haline gelebilir mi dedik, çünkü Ümraniye’den başlayan Veli Küçük’lere giden bu davada umutlanmamız için nedenler vardı. Fakat giderek davanın sınırları, hükümete karşı işlenen faaliyetler ve darbe teşebbüsü ile sınırlandı. Bizim umduğumuz geçmişin karanlık sayfaları açılmadı, o suçlara girilmedi. Davaya baktığım zaman geçmişle hesaplaşma ve yüzleşme davası olarak göremiyorum bu nedenle. Pek çok suçla adı anılan Ergenekon sanıkları bile aklanır hale geldi, acı olan bu. Unutmaya meyilli bir milletiz. Bu yüzden unutmaya direnmek lazım.

Kitap da bu yüzden mi?

Evet, büyük ölçüde unutmaya direnmek. Bunları hatırlayıp yüzleşmeye davet etmek. Bunun yanında başka nedenler de var. Adli makamlara sunduğum ve sonuç alamadığım bir çok konuda bir de gerçek hakemlere, halka ve onun vicdanına bütün bunları sunmak. Bir de belki bir umut, gençler sahip çıkar, bu toplum sahip çıkar ve bu cinayet çözülür diye. Bir yanı da beni ilgilendiren bir şey; arınma ve bir yas.

Kitabın başında, belki de en vurucu yanlarından birisi de, “Ben Hrant’ın haberini aldım ama aldığım andan itibaren Hrant’ın avukatı olarak durmak durumunda kaldım ve yasımı tutamadım” diyorsunuz. Şimdi durum nedir?

Tabi yazmak büyülü bir eylem. Yazdıkça arınıyorsunuz, yazdıkça iyileşiyorsunuz, yazdıkça yasınızı da tutuyorsunuz. Ağlıyorsunuz yer yer. Bütün bunlar sizi daha arındıran bir süreç, biraz da o yüzden yazdım. Ben gerçekten Hrant’ın yasını tutamadım. Haberi aldığımda yurtdışındaydım, ikinci dakikada telefonum çalmaya başladı, basın arıyordu, ne diyorsunuz diye. Tabi ki ağlayamazsınız, cevap vermek zorundasınız. Gelir gelmez ayağımın tozuyla emniyete gittim. Tetikçi yakalanmış, teşhis işlemi var. Ben odaya girdim, savcılarla görüştüm. Agos’ta tanık olan genç arkadaşlarımızı götürdüm. Onlar da hem çok üzgünlerdi, hem ürküyorlardı. Yani devam etti süreç. Bir de avukatların kaderidir. Sistemin en çirkin yüzüyle siz karşılaşırsınız.

O çirkinlikleri açıklamak mı istediniz?

O karanlık yüzüyle siz boğuşursunuz. O yüzden acınız artar, yükünüz artar. Bu koşullarda mücadeleyi sürdürürsüz, bu çok yıpratıcı bir şey. Biraz da kendi özelimde avukatları anlatmak için yazdım.

DAHA DERİN BİR YAPI

Hrant’ın ailesi duruşmalara katılmama kararı aldı. Neden, ne oldu?

Hiç kolay değil tabi ki. Geçmişe dönelim. Dink ailesi geldi, duruşmalara katıldı, müdahil oldu. Gerekli her şeyi yaptı. Sonuna kadar bir süreci takip etmeye çalıştı. En son kararla yıkıldı tabi ki Dink ailesi. Yargıtay kararı da böyle çıkınca artık ailenin gerçekten tutunacağı bir umut kalmadı neredeyse. Ben o gün, duruşma salonuna geldiğimde onu göstermeye çalıştım hakimlere. Ya şu salona bakın, iki tane sanık oturuyor. Oysa Hrant’ı, son derece profesyonel bir örgüt öldürdü ve bu örgütün de nerede olduğunu işaret ediyoruz. Devletin o derinliği denen yapının içinde. Sanıklar, bunlardan ibaret mi? Sadece iki kişi. Şimdi Dink ailesini anlamamak mümkün değil. Sonunda “biz bu müsamerede yokuz” dediler. “Yargılama yapılmıyor” dediler. Haksız bulabilir miyiz onları?

Derin bir yapı dediniz ya, Ergenekon mu? Yoksa siz kitapta başka bir şeye mi işaret ediyorsunuz?

Sürekli bana sorduklarında, “Ergenekon mu bu, niye Ergenekon’la bağlanmasını istemiyorsunuz” diye. Ben Ergenekon’u da aşan bir yapıyı işaret ediyordum. Daha derinde bir yapı. Kitapta da bunu yazmaya çalıştım. O yapıya götüren işaret ve izleri koymayı çalıştım. Ta Hrant’ın hedefe konulduğu süreçten itibaren. Daha Hrant Dink aleyhine açılmış davada o kadar çok zorladım ki bilirkişi incelemesi diye. Rapor çok iyi geldi, artık beraat bekliyoruz. Birden süreç tersine döndü, hakimin tavrı değişti. Kerinçsiz ve ekibi dahil oldu. Ve bir şey oldu, birileri müdahale etti diye düşünüyordum ve Ergenekon dosyasında buldum izlerini. Tam o tarihlerde, Ergenekon sanığı Ümit Sayın, Özel Harp Dairesinden bir binbaşı ile görüşmeler yapıyor. Orada, Dink davasını konuşuyorlar. Binbaşı Dink savasıyla ilgili. Özel Harpçi binbaşının davayla ilgilenmesinin bir tek nedeni var, demek ki Hrant Özel Harbin hedefinde. Özel Harp Dairesini geçmişten beri nasıl biliriz? Kontrgerilla olarak biliriz. Sonra 2012 yılının Aralık ayında MİT, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonuna bir dosya gönderdi. O dosyada özel harpçi birinin itirafları vardı. Ve bazı belgeler vardı. Şöyle bir terim vardı: Ergenekon’un da üzerinde Özel Harpçi bilmem hangi generalin liderliğinde oluşturulmuş bir yapı. Neredeyse benim tanımımla örtüştü bu. O zaman bunu görünce “ben yanılmıyorum” dedim. O belge mahkemelere falan da gönderildi.

NEDEN Mİ? ERMENİ OLDUĞU İÇİN...

Bir dünya şey var arka arkaya koyduğumuzda. Türklüğü aşağıla davasında ortada olan bir takım isimler var. Sonrasında görebiliyor muyuz onları?

Hayır. Bunların bir kısmı Ergenekon davasında sanık. Ama bir kısmı hiç ortada yok.

Mehmet Soykan, Recep Taner…

Evet. Hüseyin Mümtaz Beyazıtoğlu

Hrant’ın Akdeniz Üniversitesinde katıldığı sunumda konuşan kişi değil mi?

Buradaki bir takım toplantılara katılan, Yeni Hayat dergisinde, açık istihbaratta yazan ve özellikle Ermeniler ve Hrant Dink aleyhine yazan bir binbaşı. O kadar çok yerde onu görüyorsunuz ki; bizim dosyada da sanıyorum, onu kastederek telefon kayıtları isteniyor. Ama gelmedi. Daha bir sürü örnek var.

Peki “Bu karar neden” sorusunu yönelttiğiniz birisi size “Ermeni olduğu için” yanıtını veriyor. Öyle mi gerçekten?

Bu cevabı veren sıradan biri değil. Ceza Genel Kurulunda toplantıya katılan bir yargıç. Hrant’ın mahkumiyetini gerektiren hiçbir şey yok çünkü. Delil yok, gerekçe yok. Hiç düşünmeden Ermeni olduğu için. Çok açık. Ermeni düşmanlığı var ya tüm dokulara yayılmış, ne yazık ki yargıçlara da işlemiş.

Kararlarda etkili değil mi?

Evet. O ön yargı etkiliyor demek ki. Hrant niye korunmadı?

Niye?

Ermeni olduğu için. Yine üst düzey bir askeri yetkili şunu dedi: “Hrant Dink’i korumak cesaret ister.” Ermeni çünkü. Korumaya değer bulunmuyordu, direkt cezalandırıyordu. Çünkü o Ermeni. Azınlıklara düşmanlık. Ermenilere biraz daha fazla.

Kitabı okurken de niye Hrant diye sordum defalarca kendime. Planlı, örgütlü bir cinayet. Her şey de ortada. Niye Hrant peki?

Pek çok nedeni var. Bir kere bu devlet 1915’i yıllarca unutturmaya çalıştı. O yüzden inkar etti. Bir süre hiç yokmuş gibi davrandı. Ama dünya küçük. Dünyada konuşuldu. Bu sefer inkar etmeye başlandı. Bu devlet bir kere bununla yüzleşmek istemedi. Ölümüne korktuğu bir şey. Hiçbir şekilde gündeme gelmesi istenmiyor. Ama Hrant Dink denilen adam, bir Ermeni olarak ortaya çıktı ve daha duruşuyla onlara korktukları geçmişi hatırlattı. Yaptıklarıyla da söylemleriyle de, öyle herhangi bir Ermeni değil. Çıktı ortaya hikaye anlattı. Demokrasi mücadelesi verdi. Geçmişin acısını anlatmaya başladı.

Ama nefretle değil değil mi?

Tabii. Görmeye bile tahammül edemiyorlardı. İkincisi tam da o zamanlar AB’ye giriş sürecinin rüzgarı vardı. Yasalar kabul ediliyor falan. O süreci yavaşlatmak… Çünkü AB’ye girmek demek, bazı derin yapıların lağvedilmesi demek. Bir de siyasi rakiplerinin kavgalarının en kızıştığı süreç. Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Kavganın en kızgın olduğu süreç. Asker ve AKP kavgasının en keskin olduğu dönem…Onu da Hrant üzerinden yürüttüler.

Hrant’ın öldürülmesinden sonra, Hrant aleyhine açılan davalar ne oldu?

O davalar düştü. Ne yazık ki, sanık öldüğü için bu davalar kapandı.

Bir de yargıyı etkileme davası vardı. O ne oldu?

O inanılmaz, çok çok ilginçti . Bir sanık kendini savunuyor televizyonun karşısında. “Benim bu suçu işlemem mümkün değil, benim için böyle bir suç, yani ‘bir millete hakaret’ ırkçılıktır, benim alnıma sürülmek istenen bir leke, ben bununla yaşayamam. Ben bununla dostlarımın yüzüne bakamam, Türk dostlarımın, arkadaşlarımın. Giderim bu ülkeden” diyor. Hiç unutmuyorum onu söylerken ağlamaya başladı ve televizyonlardan insanlar bunu izledi. Ertesi gün Kemal Kerinçsiz ve taifesi koşa koşa savcılıklara ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ediyor’ diye Hrant’ı şikayet ettiler. Hadi onlar edebilir. Bu olay üzerine savcı iddianame açtı olayı davaya dönüştürdü, mahkemeler de bu davayı yürüttü. Gerçekten çok acı ve Hrant öldüğünde hâlâ bu dava devam ediyordu. Duruşmaları da Hrant’ı linç gösterilerine dönüştürdüler. Ben hayatımda hiçbir duruşmada bu kadar utandığımı, bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum.  Hrant’a yapılanlar aklıma geldikçe bu işlere nasıl katlandı, nasıl bunlarla yaşadı diye hâlâ bir anlam veremiyorum...

Dava boyunca aslında yaşanan pek çok şey var, görülmeyen, görülmek istenmeyen…

Dünya kadar örnek var böyle. Vehbi Şanlı mesela. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Konya Şube Başkanı. Bir yüzbaşı ile konuşuyor.

Nejat Mete değil mi?

Evet,  Nejat Mete. Diyor ki ‘bizim çocuklar mı yaptı bu zıbartılan adamı?​’ Zıbartılan adam da Hrant . O da diyor ki evet. Karşılığında gelen yanıt elleriniz dert görmesin oluyor. O kadar açık bir telefon görüşmesi ki. Oysa biz biliyoruz başka davalarda bu kadar açık olmayan görüşmelerde dahi insanları alıyorlar ve yıllarca içerde tutuyorlar. Soruşturma dava açıyorlar. Oysa bu konuşmadan hiçbir dava açılmadı.  
                        
Çeçen Muharrem. Böyle bir isim var kitapta. Çeçenistan’a savaşmaya gidiyor, yığınla ilginç şey var hakkında.  Kimdir, necidir?

Evet, ben de çok ilginç bir soru işareti olarak onu da koydum ve izini sürdüm. Nerden, Ergenekon dosyasından çıkarak bir süre izini sürerek kendimce bazı sonuçlara vardım. Ve sorular sordum. Çeçen Muharrem dedikleri kişi anladığımız kadarıyla Azeri. İsmi de Saipir Debzlelvidze…

Çeçenistan’da doğmuş değil mi?

Evet evet, ama gezmiş ailesi ile… Muzaffer Tekin’le ilişkisi var bunun, bir de Tuncay Hacıbektaşoğlu ile. Onlarla bir aradalar sürekli. Ergenekon iddianamesine göre bunlar Muzaffer Tekin’e bağlı. Yani birtakım kişilerin öldürülmesine karar veriliyor ve o emri uygulayanlar da bunlar.  İşte o Çeçen Muharrem, Tuncay Hacıbektalşoğlu falan…Bunlar infaz timi. Bu infaz timinde olduğu iddia edilen kişi tam da 19 Ocak günü Muzaffer Tekin’le bir telefon görüşmesi yapıyor. Ve bu son derece şüpheli bir telefon görüşmesi… Sonra ben oradan izleri sürerek geliyorum bir de bakıyorum bu adam tam da Hrant Dink soruşturmasının yürütüldüğü dönemde içeri alınıyor.

4 ay değil mi?

4 ay. Yabancılar şubesindeymiş. Sonra bırakılıyor adam. Bırakıldıktan sonra bir telefon görüşmesi var. O da son derece şaibeli oradan devam ediyorum. Bu adama daha sonra Başbakan’a suikast iddiasıyla içeri alınıyor. Ama resmen kurtarılıyor.

Nasıl resmen kurtarılıyor?

Üstünü kapatıyorlar resmen. Söyle bir şeyi hangi Terörle Mücadele Şubesinde duyarsınız ya. Diyor ki ‘işte telefonları incelendi hiçbir suç bulunmadı.’ Ama ortada ne bir telefon görüşmesi var, ne kayıt, ne belge.  Hiçbir şey yok. Başka bir örnek mesela: Tuncay Hacıbektaşoğlu’nun maillerine girecekler. Kendisi demiş ki şifremi unuttum. Onlar da aaaaa şifreni mi unuttun, o zaman tamam.. Yani bu gerekçe ile girilemedi maile ve inceleme yapılamadı.
(gülüyoruz)

Ya bak gülüyoruz…  Evet, acı ama gerçekten trajikomik. TEM’de gideceksiniz diyeceksiniz şifremi unuttum,  onlar da öyle mi pekâlâ güle güle diyecekler. Böyle şey olur mu? Yani bunu kurtarabilmek için elden gelen yapılmış…

Peki, nerde şimdi bu adam?

Firarda… Firari sanık olduğu için Ergenekon’da ifadesi bile alınmadı. Ve dosyası ayrıldı bitti giti. Ama bunlar çok önemli. Bunların üzerine mutlaka gitmeli…

Ya mesela Çeçen Muharrem bir tarihte Trabzon’a gitmiş.. Niye oraya gitti diye soran yok mu?

Şöyle bir yanıt var. Çay toplamaya gitmiş. Bitti. Üzerinde hiç durulmamış.

Peki bu dokunulmayan, saklanan özel kişiler kim… Niye özel olarak bunları saklanıyorlar?

Sanıyorum onlar başında anlattığımız yapı var ya bizi oraya götürecek. Çok direkt olarak. O yüzden yine MİT’in Meclise gönderdiği o dosyada çok önemli bir laf var. Diyor ki eylemi gerçekleştirenler yereldeki askeri teşkilatlarla asla ilişki kurmuyorlar doğrudan Genelkurmaya bağlı çalışıyorlar. Ve hiçbir şekilde cezalandırılmayacaklar..

Zaten kitapta Nejat Mete ile Şanlı arasındaki diyalogda hiçbir şekilde ceza almayacaklar deniyor...

Evet, nitekim öyle de oluyor. Yerel de askeri teşkilatlar var ya onlarla hiçbir şekilde bağ kurumadan eylemler yapılıyor ve cezalandırılmıyorlar. O yüzden Savcı Doğan Öz’ün katili cezalandırılmadı bu ülkede, o kadar açık, üstelik yakalandı, bütün teşhisler ve deliler aleyhinde… O yüzden Abdi İpekçi’nin katili kaçırıldı. Askeri cezaevinden kaçırıldı üstelik. Yani, bütün bunlar aslında oraya götürüyor bizi…

Ya MİT? MİT nerede bütün bu süreçte?

Biz de bu soruyu sorduğumuz için dedik ki MİT’e elinizde ne var? Çünkü Emniyet ve Jandarma istibatlarının ellerinde belge olduğu ve buna rağmen Hrant’ı korumadıkları ortaya çıktı. Ama gelgelelim MİT bu ülkenin en büyük istihbarat örgütü, bunlar oraya bağlı. Ve en fazla yetkiye sahip olan kurum. Ama her seferinde elimizde gazete haberlerinin dışında herhangi bir bilgi yok dedi. Mahkemelere, savcılıklara öyle söyledi… Bu başvurulardan hiçbir sonuç alamadık. Sonra Hrant’ı valilikte “uyaran” 2 kişinin MİT mensubu olduğu ortaya çıktı. Bunu da yazdık, soruşturma istedik fakat bir türlü adım atılmadı. Soruşturma savcısı bir gün bana açıkça itiraf etti ‘ bilgileri bizimle paylaşmıyorlar’ diye. Şimdi bu bilgiler ben eminin devletin, MİT’in Genelkurmayın arşivinde var. Ve siyasi irade bu yolu açabilir.
MİT’le ilgili bir şey daha var bu arada. Ramazan Dündar olduğunu iddia eden bir kişi aradı görüşmek istediğini söyledi.  Şunu da söyleyeyim buı süreçte böyle çok ihbar aldım ben. Araştırdım. Bazı belgeler var dedi, belgeleri görmek istedim. Sonunda Skype’ta gösterdi. Sonra belgeleri istedim asıllarını vermedi ancak fotokopi verebilirim Fransız istihbaratı izin verirse dedi. Ben onlara sığınıyorum, onlar izin verirse yarın gelin vereyim. Gel dediği yer Antep. Baktım yetişme şansım yok bir arkadaşımı yönlendirdim. Tabii inanılmaz bir casus filmlerini andıran görüşme ortamı var, o belgeler, aldım bir de Halep’e sığınacam deyince ben aradım konsolosluğu sizde var mı böyle bir başvuru dedim, var dediler. Peki şu anda orada mı dedim, yok dediler oradan ayrılmış.

Nerdeymiş şu an?

Ordan Lübnan’a geçmiş bizim de bağlantımız koptu dediler, ondan sonrasına artık güvenemiyorum. Devletlerin hiçbirine, istihbarat örgütlerine güvenemiyorum.  Şu bilgi ve belgelerlerle ilgili uzun bir soru listesi çıkardım ve Mit’e yazdım. Belgeler çok ciddi çünkü. Hrant Dink için MİT’in iç yazışmalarında Kril alfebesi ile yazılan bir yazı ile infaz emri olduğunu söylüyordu belge. Savcılara götürdüm. Savcılar sordular MİT’e.. 2 satır yanıt geldi: Bizden emekliye ayrılmış böyle biri yok, bu belgelerde bize ait değil. Şimdi bu tabii ki tatmin edici değil ben de kalmasını istemedim. Doğruluğuna da karar verecek olan bu ülkenin savcıları hakimleri.

Kitap boyunca en sık rastladığım şey. Bunu istedik yok, bunu isedik o da yok, bununla ilgili bağlantı yok, onun ismi yok. Ya o yok bu yok, ne var bu davada?

İşte biz bütün bunları yaşadık. Dink ailesini de demin sordunuz ya bu noktaya getiren şey neydi. İşte bunlardı.. Onun için bu süreç çok yıpratıcı bir süreçti. Fakat çok ilginçtir avukatın şeyi bu sanırım, umudunuz var. Oradan yumruk yiyiyorsunuz, buradan önünüz kapatılıyor ama siz bir yolunu bulup başka bir yerden girmeye çalışıyorsunuz…

Dava süreci tam bir keşmekeş. Merak ettiğim AKP’liler Hrant’ı öldürenler aynı zamanda bizim iktidarımıza kastedenler diyor. Peki neden çıkmıyor katiller ortaya. Çok mu zor?

Valla bu soruyu ben de çok sordum. Tabii çok somut şeyler söyleyemem ama bir yorumum var bununla ilgili. Bu bir sezgi ve bazı sorulardan oluşuyor. Ben bu iktidar mücadelesinde Dink cinayeti soyasının feda edildiğini düşünüyorum başka dosyalar gibi.Yani bazı pazarlıklarda bu dosya ve bazı dosyaların masaya konduğunu da düşünüyorum. Hatta bununla ilgili riskli de bir şey yapıyorum ve Dolmabahçe görüşmesi diyorum.  Dink cinayeti soruşturmasında oradan sonra hiçbir adım atılmadı. Ama pat diye Ergenekon soruşturmı başladı. Bütün bunların bir koz olarak kullanıldığını düşünüyorum. Görüşme o zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la yapıldı. Büyükanıt’a dikkat ederseniz hiçbir Ergenekon dosyasında adı geçmiyor. Ona hiç kimse dokunmadı…

Bir de ne konuştuklarını bilen yok değil mi?

Evet, Büyükanıt mezara gidecek dedi, Başbakan kitabım için yazacak şey olsun dedi. O konu öylece durduğuında benim aklıma şu geliyor. Çünkü Büyükanıt biliyorsunuz muhtıra verdi. İlker Başbuğ cezaevinde. İnternet andıçları falan var diye. Arkasından yine MİT’in gönderdiği metinde Büyükanıt’la ilgili çok ciddi iddialar var: Özel Harp Dairesinin teşkilatını ve görev alanını genişlettiği, iç düşman belirleme ve ona karşı mücadele yetkisini doğrudan Özel Harpçilere verdiği.... Neler neler var. Hatta o seçtiği Beyaz Kuvvetler’e verdiği yazı bile var.. Bütün bunlar Büyükanıt’la ilgili ama o şu ana kadar hiçbir şekilde hiçbir soruşturmada yer almadı. İşte bu yüzden acaba diyorum …

HRANT GİTMEDİ, GİDECEK ADAM DEĞİLDİ

Hrant’la son yüz yüze görüşmenizin tarihi 5 Ocak 2007. Daha sonra bir de telefon görüşmesi var... Ne oldu o gün?

5 Ocakta Taner Akcam’ın ifadesi vardı. Savcılıkta onla birlikteydik. Sonra oradan Agos’a gittik. Hrant o sohbetimizde “2007 yılı bizim için çok zor olacak” dedi. 2007 yılının özellikle cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle çok sıkıntılı geçeceğini ve özellikle Ermeniler’in çok sıkıntı yaşayacağını söyledi, o eşsiz öngörüsüyle. Ve sonra o ‘Niçin hedef seçildim ve Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği’ diye iki yazısı var ya, oradaki olayları anlatmaya başladı. Ve nasıl güvercin tedirginliğinde olduğunu anlattı. Bunların hepsini dinleyince “yaz bunları, AHİM dosyasına eklemek istiyorum” dedim. O da yazmaya o kadar hazırmış ki; belli ki yılarca kafasında onu kurmuştu. Pat diye 5 gün içerisinde o yazıları yazdı. Ve orda Taner de ben de Erdal da “bir süre git, uzaklaş” dedik.  O da “ya herkes böyle söylüyor, beki uzaklaşırım” dedi. Ama Hrant gitmezdi kolay kolay biliyorum, gidecek adam değildi. Sonra oradan ayrıldık. Ben ofisime döndüm. Milano ve Paris’e gidecektim. Anneannem kitabı Ermenice ve Fransızca’ya çevrilmişti. Pazartesi günüydü, telefona aradı. “Ermenistan’da bu kitap çok sevildi, gel kız seni Ermenistan’a götüreyim” dedi. Böyle konuşurdu zaten. Ben de “bak Hrant dedim döner dönmez gidiyoruz” dedim. Çok da hoşuma gitti bu fikir ve onun heyecanı ile gittim, açık söyleyeyim size. Ve ben oradayken onun öldürüldüğü haberini aldım ve döner dönemez de tabi başka bir yere gittim.

Hrant deyince benim aklıma hep ‘Su Çatlağını Buldu’ hikayesi geliyor. Onun için su çatlağını ne zaman bulacak?

Hrant için su çatlağını nasıl bulacak biliyor musunuz? Şu Ermenistan sınırı açıldığında bulacak. Çünkü o sınır son derece hukuka aykırı biçimde kapalı ve Azerbeycan istediği için öyle. O sınır açıldığında, su çatlağını biraz bulmuş olacak. O bunu o kadar çok istiyordu ki... Ben de bu soruya kendi adıma Hrant’ın katilleri bulunduğunda derim… O zaman su çatlağını bulacaktır...

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

Esad'ın sunduğu kimyasal listesi inceleniyor

SONRAKİ HABER

Hoşgörü mü din ve vicdan özgürlüğü mü?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...