11 Temmuz 2013 13:22

Kamikaze’nin ölümü insanın can çekişmesi

Arif Koşar

TÜP’ ÖLDÜRÜR

Başbakan Erdoğan’ın “mutfak tüpü”ne benzettiği nükleer santral faciasında, açıkçası diğer çalışanların da ölümleri bekleniyor. Zaten bu nedenle onlara “nükleer kamikaze” deniyor. Facianın Japonlar üzerindeki etkileri ise yıllara yayılarak ölüm ve sakatlıklar olarak görülmeye devam edecek. Peki, bütün bu açık bilgilere rağmen Türkiye’deki nükleer santral ısrarı nedendir? Türkiye Japonya’dan daha güvenli bir ülke mi? Bu ısrar sorgulanmaya muhtaç... Her an patlama, sızma tehlikesi sadece çalışanların değil bölge halkının ve tüm insanlığın yaşamının tehlike altında olması demek. Olası bir kazada, izleri silinmeyecek bir facia kapıda... Ne için? Enerji... Başka bir enerji üretim biçiminde bu kadar risk var mı? Yok... Peki, enerji üretilecek diye insan canının böyle bir riske sokulmasını, hatta göz göre göre ölüme gönderilmesini, insan yüreği kaldırabilir mi? “Vicdan Orta Çağ’da kaldı”, “Bu işler vicdanla yürümez” de denilebilir, itiraz edilebilir. Haklı mıdır? Pek beğenmesek de mevcut durum bu. Peki, Allah aşkına bu enerji kimin için?

ÜRET BABAM ÜRET

Dönem değişti... 19. yüzyıldaki, “üret babam üret” kafası, evet, kesintisiz sürüyor. Ancak, ortalama toplumsal bilinç de, insan hayatını, doğayı, ekolojiyi, iki yüzyıl öncesine göre daha farklı bir yere koyuyor, koymak zorunda. Çünkü, kapitalizmin aort damarlarından geçen kâr üretimi, insan sağlığını da, çevreyi de, doğayı da talan ediyor, geri dönülmez bir gidişata sürüklüyor. Küresel ısınmadan ozon tabakasının delinmesine, doğal yaşam alanlarının betonlaştırılmasına kadar... Saymakla bitmez... Dolayısıyla “Büyüyen gelişen Türkiye’nin daha fazla enerjiye ihtiyacı var” derken iki kez düşünmek lazım. Birincisi; “Türkiye kime büyüyor, büyüyorsa ekonomik olarak bana bir faydası var mı, ben mi büyüyorum” gibi kapitalizmin eşitsizliğine ilişkin sorulara cevap için düşünmek... İkincisi de, “Neye, kime rağmen büyüme, büyürken doğa ve insan sağlığı bundan nasıl etkileniyor” konusu...

ENERJİ LAZIM DA KİME LAZIM?

Birinci tartışmayı; büyüyenin sermayenin büyümesi olduğu, halka da bu büyümeden bir şey düşmediği beylik doğrusu ile geçip ikinciye gelelim: Türkiye’de nükleer santral tartışması, enerji açığını kapatmak, enerjide doğal gaza bağımlılığını azaltmak gibi ‘resmi’ amaçlara dayanıyor. Enerji üretimindeki ‘açık’ kaygısı elbette esas olarak sermayeye dair ve sermaye için bir kaygıdır. Yani, bu memlekette bazı mahallelerde, bazı bölgelerde elektrik kesilir. Kanıksanmıştır biraz da. Diyarbakır’da böyledir. Türkiye’nin turistlik bölgelerinden birisinde, Mardin’de, tarihi kalıntıların bulunduğu bir köyde mesela, gidildiğinde 4 saat beklenebilir elektriğin gelmesi. Herkes elektriğin geleceği saati bilir. Oysa topu topu kaç hanedir? Yani; halkın elektriği esas dert değildir. Her yerin elektriği kesilir ama bir sanayi bölgesinin, bir fabrikanın kesilmez. Küçük arızalar çıksa da (Zaten yedek bir güç kaynağı vardır) hemen müdahale edilir. Patronun üretimi aksamaz, aksatılmaz! Dolayısıyla sermayenin artan enerji ihtiyacı için bir enerji politikası vardır. Yatırımı ve üretimi (dolayısıyla da kârı) arttıkça enerji ihtiyacı da artar. Giderek büyüyen bir canavar gibi; büyüdükçe ihtiyaçları da tahrip gücü de artar. Ve bir de bakmışız ki temel slogan hep bir ağızdan söylenir: Daha fazla enerji!

DAHA DAHA DAHA!

Öyleyse daha fazla hidroelektrik santral, daha fazla nükleer santral, daha fazla termik santral, daha daha daha... Ayşe teyzeyi ikna etmek için de “Karanlık da mı kalacaksın, tabi ki yeni santraller lazım” demek elbette hem sermayenin hem de iktidarların boynunun borcu. İşte bu boyna bir ‘dur’ demek de halka düşüyor. Çünkü, bu “daha fazla”ların daha fazla çevre, doğa ve insan sağlığı katliamı olduğunu “daha fazla” görünüyor. Binlercesi Türkiye’deki enerji üretiminin binde 5-6’sını karşılayacak olan HES’ler için binlerce yıllık yeşile boyalı vadilerin ne hale geldiğini görenler elbette bu katliama sessiz kalmıyor. Kalamaz da... Nükleer santraller de bu kapsama gani gani giriyor. Nükleer sızıntının, patlamanın geri dönüşü yok. Sadece patlama olan bölgeyi değil hava akımı nedeniyle tüm insanlığı tehdit ediyor. Sadece bir kuşağı değil genetik aktarımla gelecek nesilleri de sakatlıyor, öldürüyor. Evet, üretim şart... Kapitalizmde de şart, sosyalizmde de... Ancak kapitalizmin doğayı ve insanı yok sayan ve yok eden kâr füzyonu ile üretim var... Doğayı, insanı ve insan ihtiyaçlarını merkeze koyan üretim var... Özetle üretim var, üretim var... Nükleer ısrarı mı? Enerji coşkusu mu? Gözleri yine sermayeye ve onun düzenine çevirmekte fayda var! Sinop’ta ya da Mersin Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santrallerde, olası bir facianın milyonlarca insana yaşatacağı bedel ‘kahraman kamikaze’ edebiyatıyla karşılanmayacak kadar büyük olur...

NÜKLEER SORULARA TEMİZ CEVAPLAR

Fukuşima nükleer felaketinin üzerinden iki yıl geçti. Greenpeace nükleerle ilgili karanlık noktaları aydınlatacak soru ve cevapları ana başlıklar altında topladı. Önce, Fukuşima’da neler olmuştu, ona bir bakalım: n Deprem ve tsunami Fukuşima Daiiçi Nükleer Enerji Santrali’nde elektriklerin kesilmesine neden oldu ve soğutma sistemlerinin çalışmasını engelledi. n Reaktörlerin çalışması durdurulmuş olmasına rağmen 1, 2 ve 3 numaralı reaktörlerde kullanılan yakıtın ısınması ve erimesi sadece bir kaç saat sürdü. n Parlayan yakıt, hidrojen gazı patlamasına ve dört reaktör binasının hasar görmesine neden oldu (1, 2, 3, 4 numaralı üniteler). Hem reaktörlerden hem de kullanılmış yakıt havuzlarında biriken atıklardan yüksek miktarda radyasyon sızıntısı oldu. 7 olarak belirlenen kazanın tehlike ve yıkıcılık değerlendirilmesi bilinen en yüksek değerdeydi.

FUKUŞİMA SONRASI NE OLDU?

Fukuşima’daki üniteleri, GE, Hitachi ve Toshiba yapmıştı. Bu firmalar tek kuruş bile tazminat ödemedi, fatura yerel halka kesildi. Yayılan radyasyonun sadece yüzde 20’si karayı etkilemiş olmasına rağmen kirlenen yerlerin temizlenmesi önümüzdeki yıllarda mümkün olamayacak. Fukuşima nükleer felaketi neticesinde 160 bin kişi evlerinden ve köylerinden tahliye edildi. Bu insanların zararları henüz uygun şekilde tazmin edilmedi ve sorunları çözülmedi. Tehlike bitmedi. Fukuşima’daki dört reaktör dengeli bir konumda değil ve oradan sızmakta olan radyoaktivite, okyanus ve toprağı kirletiyor. Radyasyon seviyeleri işçilerin reaktöre girmesini imkansız hale getirecek derecede yüksek. İşçiler reaktörlere nitrojen sıkıp olası hidrojen patlamalarını engellemeye devam ediyor. Hali hazırda, reaktörde 100.000 tondan fazla kirletilmiş su depolanıyor bu su, reaktörleri soğutmak için kullanılıyor – yüksek miktarda radyasyon kirliği olan suyun temizlenme projesi başarısız oldu. Fukuşima reaktörünün işletmesinin tamamen durdurulması 40 yıl sürebilir.

Fukuşima’daki reaktörde 100.000 tondan fazla kirletilmiş su depolanıyor. Bu su, reaktörleri soğutmak için kullanılıyor. Yüksek miktarda radyasyon kirliği olan suyun temizlenme projesi başarısız oldu. Fukuşima reaktörünün işletmesinin tamamen durdurulması 40 yıl sürebilir.

BAKAN YILDIZ: ENERJİ FAZLA

Türkiye’de bir yandan “enerji açığı” üzerine fırtınalar koparılırken Enerji Bakanı Taner Yıldız, enerji kullanımında 760 milyon kw/saat ile en yüksek enerji tüketimi noktasına ulaşıldığını belirterek, Türkiye’de an itibariyle 4 bin megavat kadar enerji fazlası olduğunu açıkladı. Yıldız, enerji fazlası var diye israf yapılmamasını öğütledi. Yıldız, 40 bin megavat kadar enerjiyi de halihazırda beklettiklerini ekledi. Gazetecilerin ‘vatandaşın bir seferde 70 TL’den daha fazla doğalgazı sayaç kartına yükleyememesi’ sorusunu cevaplayan Bakan Yıldız, “Yalnız bir seferde alacağı fatura miktarını stoklayabileceği bir miktarı söylüyor yoksa doğal gazı isterse 5 katı kullanır, ister 10 katı kullanır, doğalgaz kullanımıyla ilgili bir sıkıntı yok. Doğalgaz kullanımıyla alakalı bir sıkıntı yok” dedi.

Evrensel'i Takip Et