‘Yeter söz milletin’ sloganıyla ‘Küçük Amerika’ rüyasına…

Fatih Polat

Demokrat Partinin kökenleri, 1902 yılında yapılan Jön Türkler kongresine kadar uzanır. Bu kongrede Jön Türkler, merkezi otoritenin güçlü olmasını savunanlar ile liberal bir yönetim biçimini savunanlar olarak ikiye ayrılmıştı. Birinci grup Ahmet Rıza liderliğinde İttihat ve Terakki adını aldı. İkinci grup Prens Sabahattin çevresinde toplandı ve Osmanlı Ahrar Fırkasını oluşturdu. İttihat ve Terakki anlayışı I. Dünya Savaşı ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarında TBMM’de birinci grup ve sonradan Halk Fırkasını en sonunda da Cumhuriyet Halk Partisini ortaya çıkardı. İkinci grup, Ahrar, Hürriyet ve İtilaf ile cumhuriyetin ilanı sonrası Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası adlarıyla partileşti. Pergelin ucunu ileriye doğru uzattığımızda ise, kesişme noktaları olarak Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP ve AKP’yi görmek mümkündür. AKP’nin hem seçim dönemlerinde, hem de 12 Eylül Anayasa referandumundaki afişlerinde kullandığı ‘Söz milletin, karar milletin’ sloganları da, yine DP’nin kullandığı ‘Yeter Söz Milletin’ sloganlarından esinlenmiştir.

DP iktidarını hazırlayan süreçte, ekonomik buhranın 2. Dünya savaşıyla beraber kronikleşmesi sonucu, ABD ve İngiltere başta olmak üzere, bütün kapitalist ülkelerde ‘Keynesçi sosyoliberal’ politikalar gündeme gelmiştir. Bu süreç aynı zamanda, Sovyetler Birliği’nde temsilini bulan sosyalist sistemin de yarattığı rüzgarla bir dizi ülkede halk demokrasilerinin ve ‘sosyalizmin’ kurulduğu bir dönemdir. Aynı süreçte, hem tek tek kapitalist ülkelerdeki işçi sınıflarının bir mücadelesinin sonucu olarak, hem de, Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmayı engellemek için, işçi sınıfına bazı sosyal ve ekonomik haklar verilmiştir.

Bu dönemde, Türkiye 11 Mart 1947’de IMF’ye, 14 Şubat 1947’de de Dünya Bankasına (DB) üye olmuştur. Amerika ‘Komünizm tehdidi’ altında bulunan ülkelere ekonomik ve askeri yardım yapacağını açıkladı. Bu yardımların çıkış noktası olan Marshall Planı, ABD’de Truman yönetiminin Dışişleri Bakanı olan George Marshall’dan alıyordu. 22 Mayıs 1947’de, Amerikan Kongresi Türkiye ve Yunanistan’a ekonomik yardımı öngören Truman Doktrini’ni kabul etti. ABD, buna bağlı olarak 1948’de Marshall Planı’nı uygulamaya koydu.

‘AMACIMIZ TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜK AMERİKA YAPMAK’

Bu ‘yardımlar’ ve etrafında gelişen siyasal, kültürel ve askeri ilişkiler, Türkiye’nin bundan sonraki temel eksenlerini tedrici olarak ABD eksenine oturtan bir süreci de başlattı. 1954 yılında ABD gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Celal Bayar, dönüşünde ünlü mesajını açıkladı: ‘Amacımız, Türkiye’yi küçük Amerika yapmaktır.”

Bu arada, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesinin ardından NATO’ya alınması süreci de bu dönemin önemli gelişmelerindendi. Kamuoyu ödünde diplomatik, siyasi, ekonomik ve askeri ilişkiler bütünü olarak yaşanan bu sürecin, gizli çekirdeğinde de NATO’ya bağlı Gladio örgütlenmesi, Özel Harp Dairesi gibi yapılanmalar vardı. Son dönemlerde Türkiye’de gündemde olan Ergenekon davasının bu temel yapıyı, kamuoyundaki taleplere rağmen ‘teğet’ geçmiş olmasında da, dönemin iktidarının, 60 yıl önce başlayan ABD ile ilişkiler bütünün ekseninde hareket etmesiyle anlamlandırmak mümkündür.

DP’NİN İKTİDAR DÖNEMLERİ

7 Ocak 1946’da kurulan ve dört yıl sonra yapılan seçimlerde (14 Mayıs 1950’de) iktidara gelen Demokrat Parti (DP), ardından 1954 ve 1957 seçimlerini kazanmış ve on yıl boyunca (1950-1960) iktidarda kalmıştır. DP döneminin ilk aşamaları, Türkiye’nin ABD eksenine bağlanması ve alınan -Türkiye’nin dışa bağımlılığındaki etkileri daha sonra daha net görülen- ABD ‘yardımlarının’ da etkisiyle içeride, nispi bir ekonomik rahatlık dönemi olarak yaşanmıştır.
DP, iktidarının ilk döneminden itibaren önündeki engelleri kaldırmak için de hamleler yapmıştır.

Halkevleri ve Köy Enstitüleri kapatılırken, 27 Haziran 1956’da kabul edilen “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun” ile birlikte ise siyasi partilerin seçim propagandası dönemi dışında açık hava toplantısı yapması yasaklanmış, kapalı toplantılar mülki amirin iznine bağlanmıştır. Suç sayılan toplantıların dağıtılması için hedef göstermeksizin ateş açılabilmesi de kabul edilmiştir. Bu uygulamalarla ifade özgürlüğü ortadan kalkmış, DP’ye muhalefet etmek de giderek tehlikeli bir hal almıştı. SBF Fakültesi Dekanı Turan Feyzioğlu’nun açılış konuşmasındaki sözleri siyaset yapmakla suçlanıp bakanlık emrine alınmasına neden oldu. Bu uygulamayı protesto için öğretim üyeleri istifa ederken, mülkiyeli öğrenciler dersleri boykot ettiler.

DP, kurduğu ‘Tahkikat Komisyonları’ aracılığıyla muhalefeti bastırmaya çalışmış, bu dönemin baskılarına karşı ilk gösteri polisin müdahale ettiği Kızılay’da olmuştu. Ardından, İstanbul’da da devam eden gösteriler İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde şiddetlendi. 2 öğrencinin katledildiği ve çok sayıda öğrencinin yaralandığı gösteriler diğer fakültelere de yayıldı. İstanbul Üniversitesi tatil edilirken, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi.
Baskı politikalarıyla ayakta durmaya çalışan ve toplumsal desteğini yitiren Adnan Menderes’in DP’si, 27 Mayıs askeri darbesiyle iktidardan düşürüldü.

Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül 1961’de, Başbakan Adnan Menderes ise ertesi gün İmralı Adası’nda idam edildi. Celâl Bayar ve Refik Koraltan ile 11 kişinin idam cezası ömür boyu hapse çevrildi.

Yarın: 1961 sonrası süreç ve 12 Mart Muhtırası

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et