Çok dilli bir yaşam mücadeleyle mümkün
Kürtçeye uygulanan baskı, yasak, şiddet kültürünün yarattığı tekçi hegemonya şimdiye kadar nasıl mücadeleyle delindiyse, bundan sonrası da ancak mücadeleyle aşılabilir.

Fotoğraf: Unsplash
Nurgül DENİZ
Diyarbakır
Fransızca bir sözcük olan “mozaik”, çeşitli renklerde küçük taşlardan yapılan resimlere verilen addır. Bu sözcük birçok kültürün bir arada yaşamını tanımlarken de kullanılır. İlkokuldan itibaren hepimize öğretilen bir ifade vardır: “Türkiye bir mozaiğe benzer çocuklar, çok zengin ve çeşitli kültürler yaşar içinde.”
Birçok halkın, inancın, farklılığın birlikte olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Tarih boyunca çeşitli halkların gelip yerleştiği Anadolu ve Mezopotamya’nın üzerinde bu kadar farklı kültürün bir arada yaşıyor olmasını en iyi anlatan sözcük olabilir bu bağlamda mozaik. Ancak “mozaik”e yapılan bu övgünün hayata ve politikalara nasıl yansıdığına baktığımızda çok da sahip çıkılan, korunmaya çalışılan bir şey olarak göremiyoruz. Türkiye’de yaşayan, konuşulan onlarca dile karşın resmi statüsü olan tek dil Türkçe. Son 100 yıllık tarihe dönüp baktığımızdaysa Türkçe dışında kalan dillerin değil korunup kullanılması; yasaklandığını, cezalandırıldığı, yok sayıldığını görüyoruz.
KÜRTÇENİN YOK SAYILMASI VE YASAKLAR
1924 Anayasası’yla Türkçe’nin tek resmi dil olmasının sonucu olarak Türkiye’de yaşayanların Türk sayılmasıyla birlikte Kürtçe, devlet için olmayan bir dil kategorisine girdi. Mahkeme kayıtlarına “x bilinmeyen dil” olarak geçmeye başladı. Kürtçe yazmak, söylemek, üretmek yasaklandı. 12 Eylül’den sonra Diyarbakır Cezaevindeki tutuklu oğlunu ziyaret eden ve Türkçe dışında dil konuşmak yasak olduğu için oğluna bütün görüş süresi boyunca bildiği tek Türkçe cümleyle “Kamber Ateş, Nasılsın?” diyen İpek Er, bu yasağın yaşattıklarının simge isimlerinden biri. Aynı cezaevinin duvarlarında “Türkçe konuş, çok konuş” yazan tabelalar asılıydı. Bu cümle tek dilliliğin dayatılmasının slogan cümlelerinden biriydi. Bu inkâr aslında Kürt diye bir ulusun olmadığı, Kürtlerin dağlarda yaşayan Türkler oldukları, karda yürürken ayaklarından çıkan “kart kurt” seslerinden dolayı onlara Kürt dendiğinden; aslında Kürtçe diye bir dil olmadığı ve Arapça, Farsça, Türkçe karışık konuşmaya Kürtçe dendiğini söylemeye kadar varıyordu. Kürtçe yazdığı için defalarca yargılanan, ömrünün önemli bir kısmını sürgünde geçiren Mehmed Uzun, “Tu" (Sen) adlı romanında bu inkârı “Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi... Bir halk nasıl inkâr ediliyordu!” cümleleriyle anlatır.
DÜNYADA ÇOK DİLLİLİK
Sovyetler Birliği’nde ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir gereği olarak onlarca dilde eğitim ve kamu hizmeti sağlanıyordu. Günümüzde de dünyada birçok ülke çok dilli eğitim ve kamusal hizmet sunuyor. BM üyesi ülkelerin önemli bir çoğunluğunda birden çok resmi dil mevcut. Asya kıtasındaki ülkelerin birçoğunda da durum böyle. Her etnik grubun kendi ana dilinde yaşayabilmesi ya da yok olmaya yüz tutmuş dilleri koruma altına alıp bir eğitim dili hâline getirerek yaşamaya devam etmesini sağlanıyor. Bu kimi zaman ana dil eğitimi, kimi zaman ana dilde eğitim olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin İsveç, her oluşan 5 kişilik grup için ana dil eğitimi sağlıyor ve çok dilli bir eğitim sistemi uyguluyor. Başka bir örnek olarak İsviçre’nin 3 resmi dili var, bu diller eşit kabul ediliyor ve bu 3 dilin haricinde kalan azınlık dilleri de korunuyor. Kanada’da da eğitim çok dilli, Fransa’da özel ve devlet okullarının tamamında azınlık dilleri de okutuluyor.
Dünyada artık tek dilli, tek kültürlü dayatmacı bir anlayışın değil; çok dilli, çok daha kapsayıcı bir anlayışın olduğunu bu örneklerle öne sürebiliyor olsak da Avrupa’da ve Türkiye’de de yaygın olarak karşılaştığımız Arap düşmanlığı gibi, islamofobiyi takiben süren bir dil ve kültür nefretinin büyüdüğünü de görebiliyoruz. Çok dilli bir yaşamı mümkün kılabilecek uygulamalar bazı ülkelerde her ne kadar kendini var edebiliyor olsa da yükselen sağcılıkla birlikte bu alanın daraldığında, bu örneklerin gerçek anlamıyla bir kapsayıcılıkta yaşatılmadığına, çoğu zaman kimi uluslar için ve kimi zamanlarda var olduğuna şahit oluyoruz.
Öte yandan yukarıdaki örnekler; bir devletin çok dilinin olmasının, farklı halkların ve dillerin tanınmasının devleti parçalara ayırmadığının ya da kimsenin kimseyi anlamadığı kaotik ortamların oluşmadığının onlarca örneğinden birkaçı. Tersine ana dilinde eğitim alan, yaşayan, üreten bireylerin oluşturduğu toplumların varlığına ve bu toplumlardaki çok dilli yaşam anlayışının daha sağlıklı bir toplum inşa edeceğine bir dair artan kabulün ve kabulün doğruluğunun somut örnekleri.
MÜCADELENİN KAZANIMLARI VE KAZANDIRACAKLARI
Dünyada geçmişten bu yana birçok halk baskılara ve yasaklara karşı kendi kültürlerini korumak adına mücadele etti, ediyor. Kazanımla sonuçlanan birçok mücadele örneği mevcut. Kürt halkının kendi dilinde var olma mücadelesi onlarca yıldır devam ediyor. Bu mücadelenin kazanımları olarak bugün ortaöğrenim ölçeğindeki tüm okullarda Kürtçe seçmeli ders olarak seçilebiliyor. Bazı Üniversitelerde açılmış Kürdoloji lisans ve yüksek lisans eğitimleri de mevcut. Hâlâ statüsü olmasa da konuşma yasağı kalkmış, hatta TRT’ye bağlı Kürtçe yayın yapan bir kanal mevcut.
Bunlar yıllarca süregelen mücadelenin kazanımı olarak önemli bir noktada dursalar da bu hakların kullanımı önünde önemli fiili engeller mevcut. Kürdoloji mezunlarının ataması sınırlı, öğrenciler ve veliler seçmeli derslerden bihaber yahut öğrenci sayısının azlığı, öğretmen yokluğu gibi gerekçelerle Kürtçe seçmeli dersler seçilemiyor. Kürtçe söyleyen şarkıcıların konserleri iptal ediliyor, Kürtçe tiyatrolar yasaklanıyor. Yükseltilen sağcı ve ırkçı politikalar, ülkenin batısında, sokakta Kürtçe konuşmayı korkulacak hâle getirip hapsediyor; Kürtçe konuşmak büyütülen tekçiliğin ve ırkçılığın yarattığı şiddet kültürüyle fiili olarak yasaklanmış oluyor. Bu baskı, yasak, şiddet kültürünün yarattığı tekçi hegemonya şimdiye kadar nasıl mücadeleyle delindiyse, bundan sonrası da ancak mücadeleyle aşılabilir. Her şeyden önce bir ana dil olarak Kürtçe’nin Türkiye’deki varlığının tanınması, ırkçı-tekçi söylem ve politikaların son bulması bu sorunun çözümünde önemli adımlar oluşturacaktır. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir. İşte ancak o zaman Diyarbakır’daki seçim minibüslerinde oy için kardeşlikten söz edip Kürtçe slogan atanlar Ankara’da tekçiliği övdükleri mitingler yapmak zorunda kalmayacaklar. Zengin bir mozaikten ancak diğer renklerin de o resmin bir parçası olduğu bir düzlemde söz edip övünebiliriz.
Evrensel'i Takip Et