03 Nisan 2022 00:10

Dostoyevski yer altından bildirmeye devam edecek!

Oya Yağcı yazdı: Ambargocunun histerisine rağmen Dostoyevski yer altından bildirmeye devam edecek.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Oya YAĞCI

Putin’in Ukrayna’ya saldırısı ve Avrupa ülkelerinden bu saldırıya karşı yükselen kültürel ambargo tepkiselliği üzerine çokça yazıldı. Kültür ve sanat alanında yasaklayıcı-dışlayıcı tavrın rasyonalitesine dair tartışmalar çoğunlukla siyasal bağlama odaklanırken, kültürel üretimin barışçıl, ilişkisel ve çoğunlukla karanlık-aydınlık ikiliğini yeniden üreten idealizasyonuna yer veren yorumların ağırlık kazandığı bir siyasal doğruculuk (political correctness) eğilimi de kendini açığa vurdu.

Barış adına ceza kesen hiyerarşik reflekslerin devreye sokulduğu bu tabloda neyin eksik olduğu sorusu anlamlı olabilir. Zira bu değeri kendinden menkul fatura kesme tavrı tam da Putin’in güçlü bir örneğini sunduğu kişi kültünü olumlayan sonuçlara gebe görünmektedir. Avrupa merkezli cadı avı Putin’i ziyadesiyle memnun etmiş olmalı. Denklemi, Putin eşittir Rusya sığlığında yücelten bir barış yanlısı tutum! Kültürün Putin’le özdeşleştirilmesine dayanan indirgemeci ve fişleyici tavır kültürden acilen dışlanan halkları, milliyetçiliğin çatışmacı alanına itebilir. Dışlananın dışlamasına dayalı kutuplaştırma politikalarının zemini böylece hazırlanmış olur. Rasyonalite diyorduk değil mi?

Avrupa kültür-sanat-eğitim kurumlarının gösterdiği iptal ve dışlama refleksinin açığa vurduğu bir başka çelişki de yukarıda değindiğim eksiklikle ilgili. Fransa, Polonya, İtalya, Almanya örneklerinin güçlü bir biçimde hatırlattığı sorun şu ki, bu kararları alan ve sonra da geri adım atanlar belediye başkanları, rektörler, festival seçici kurulları, orkestra müdürleri, yani teknokratlaşan, şirketleşen ve malileşen kültürün kurumlarının yöneticileri. Dolayısıyla bu histerinin bir başka önemli boyutu kurumsallaşmış kültürel alanın teknokrat yüzünü açığa vurmasıdır. Kültürel üretimin metalaşması, içeriğin dışlanma boyutunu hiç bu denli şeffaf biçimde ortaya koymamıştı. Linç girişimi bir tekrarın altını çiziyor: Orada olmayan adına konuşanlar, Putin’le özdeşleştirdikleri Rus kültürünü mahkum edenler, kültürel alanın yöneticileri, patronları; izleyicilerin, okuyucuların ve hatta kültürel üretimi gerçekleştiren “sanatçı”ların sesini duymadık. Ama savaşa karşı sokağa çıkan Rusya, Ukrayna ve Avrupa var! Kurum ve siyaset temsilcilerinin yokluğa havale ettiği temsil edilenler, temsil edenin dışlayıcı iradesine karşı barış talebinde ortaklığın sesini yükseltiyor. Kapitalist rasyonalite için önemsiz bir ayrıntı!

Demokrasinin de estetiğin de temsil iddiası en çok buradan patlatıyor kendini. Yetkilendirilmiş seçkinler, kaynağı pek muğlak baskıları (“Çeşitli baskılar” kalıbı tekrarlanıyor haber kaynaklarında) öne sürerek ya da kamu vicdanı gibi popülist bahanelerle dışlama gibi “rasyonel” tedbirlere başvurabiliyorlar. Kültür ve sanatın yeni yönetim mantığı söz konusu kültürel ambargo girişimi ile yeni sağ aklın kamusallıkla bağını koparan hırçınlığını da açık ediyor. Siyaset ve kültür teknokratların oyun alanına dönüşürken, piyasalaşmış kültürel yönetimin yeni emperyal pastişini izliyoruz hep birlikte. Barış hamiliğinden ziyade, içeriksizliği ile güncellenmiş bir “sürü” pratiği. Toplum ile eserin-sanatçının-icracının arasına giren kraldan çok kralcı mantığın, okur-izler kitlenin adına konuşmaya soyunması kendi temsil iddiasının sınırına çarptığının da kanıtı: Temsil edilenin yokluğu üzerine kurulu bir mantık.

Avrupa rasyonalitesinin kapitalizme duyarlı ikiyüzlü etiği 20. yüzyılın ilk yarısında yeterince kanıtladı kendini. Savaş sonrası döneme ilişkin radikal sorgulama estetik alanda şekillenirken etik ve estetik sorumluluk sanatın bizatihi kendi üzerine düşünce üretiminin ayrılmaz zemini haline geldi. Temsil krizini açığa vuran ve gerçekliğin temsiline ilişkin iddiaları şüpheyle karşılayan etik ve estetik sorun Batı rasyonalitesinin krizini de ortaya koydu. Belki de kapitalizmin iktidar kurgusunu en fazla açık eden soru temsile ilişkin soruydu. Temsile direnmek ya da temsil anlatısını yapı bozuma uğratmak karşı kültür tahayyülünü harekete geçirdiği ölçüde, temsil iddiasının kendini zayıflatan rasyonel araçsalcılığını da açığa vuran bir etkiye sahip. Post travmatik kültürün ve sanatın sorusu aynı zamanda kapitalizmin kitleleştirici etkisine karşı bir soruydu ve daha önce sınıfsal açıdan sorulmuş olan soruya da yabancı sayılmazdı.

Kültür de inşa edilen ve yönetilen bir şey nihayetinde…

Küresel kapitalizmin siyaseti, kültürel iktidarın savaş alanıdır aynı zamanda. Çoğulluk/ çoğulculuk/çok kültürlülük vurgusunun altında tekçiliği, standardizasyonu, aynılaşmayı dayatan Pazar’ın rekabetçi iklimi hüküm sürüyor. Yokluğun çokluğunu yücelten şirket ahlakı diyebilir miyiz?

Sanatın özerklik talebinin görmezden gelinmesi, seslendiği yerin ve muhatabın konu dışı bırakılması ambargocu işgüzarlığın öz güvenini açığa vursa da, kulaklarını ve gözlerini kapattığı gerçeklik ilk adımda çarptığı duvar oldu. Zira kültür ve sanat inşa edilen ve yönetilen bir “şey” olmanın ötesinde, arzulanan, ortaklaşılan, insanlık deneyiminin sorgulandığı, biricikliği ile anlam kazanan bir üretim-emek alanı aynı zamanda. Sanatsal/kültürel üretimi mülkiyet esasında ayrıştıran mantık için insanlığın ortak deneyimine sesleneni susturmak çaresiz bir girişimdir. Ambargocunun histerisine rağmen Dostoyevski yer altından bildirmeye devam edecek!

ÖNCEKİ HABER

Gebze'de "İşçi direnişlerinin ışığında sınıf mücadelesinin seyri" tartışılacak  

SONRAKİ HABER

Bir aşk hikayesi: Güvercin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...