23 Aralık 2012 03:31

Kuvvetler ayrılığından başkanlık sistemi dayatması

İhsan Çaralan

Nitekim Başbakan’ı eleştirenler, haklı olarak, Başbakan’ın Konya’da yaptığı, “Kuvvetler ayrılığı denen olay var ya o gelip sizin önünüze dikiliyor. Bürokratik oligarşi ve yargı sizi engelliyor” açıklamasını, “kuvvetler ayrılığının olmadığı bir düzen istiyor” diye eleştiriyorlar.

BÜYÜK USTA’NIN KUVVETLER AYRILIĞINA İHTİYACI YOK DEMEK Kİ!

Şunu burada açıkça söyleyebiliriz ki Türkiye’de son 50 yıl içinde, “Şu kuvvetler ayrılığı var ya,.....!” diye başlayan cümleyle “kuvvetler ayrılığı”ndan şikayet edip açıkça bu ilkenin olmadığı bir “demokrasi” isteyen ilk lider AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan olmuştur. Hem de bunu heyecanlı ve toy bir politikacı olarak değil, 10 yıl başbakanlık yaptıktan sonra, kendisi ve muhafazakar-liberal yandaşları tarafından “büyük usta” ilan edildiği bir dönemde yapmaktadır. Gerçi Başbakan’ın önceki gün çıktığı bir televizyon kanalında, “kuvvetler ayrılığını en kuvvetli savunan ülke Türkiye’dir” diyerek ve kendisinin de bu ilkenin uygulanmasına itiraz ettiğini söyleyerek geri adım attığı söylenebilirse de aslında bu geri adımın sadece sözde kalacağını da söylemek gerek. Çünkü, “yeni Anayasa” hazırlık komisyonuna AKP’nin önerisi olarak getirilen ”Başkanlık Sistemi” önerisi zayıflatılmış bir yargı ve yasamaya karşı olağanüstü güçlendirilmiş bir başkan (yürütme) önerisiyle gerçekte kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmaktadır. Onun için de AKP sözcüleri, “Sorunu yeni anayasada, başkanlık sistemiyle çözelim” diye, “ya başkanlık sistemi ya kuvvetler ayrılığı karmaşası” ikilemine götürmeye çalışmaktadırlar.

‘MURSİ VE ERDOĞAN...

Kaldı ki Başbakan’ın kuvvetler ayrılığından pek hoşlanmadığı, yasama, yürütme ve yargıyı emrine bağlamayı, politikayı biraz nesnel bir gözle izleyen herkes bilmektedir. Yine, Mısır Devlet Başkanı Mursi’nin tüm yetkileri elinde toplayan ve Mısır’da yeni ayaklanmalara yol açan anayasanın hazırlanması ve halkoyuna sunulmamasında ısrarında da Erdoğan ve AKP’nin öğütlerinin önemli bir rol oynadığı çok gizli kapaklı bir gerçek değildir. Bu yüzden de Başbakan’ın “Kuvvetler ayrılığı denen olay var ya o gelip sizin önünüze dikiliyor. Bürokratik oligarşi ve yargı sizi engelliyor” saptamasından herkes, herhangi bir uygulamayı eleştirdiğini değil, bu ilkenin kendisinin siyasal iktidarların elini kolunu bağladığını, dolayısıyla “kuvvetler ayrılığının olmadığı bir düzen” istediğini anladı.

GÜL VE KILIÇDAROĞLU DA ONU ANLADI!

Hele de bugün yargıyı ve yasamayı da büyük ölçüde kendine bağladığı koşullarda bunu söylemek elbette herkeste Başbakan “kuvvetler ayrılığına ilkesel olarak karşı” fikrini üçlendirdi. Aslında söylediklerini böyle anlayanlar Başbakan’ı doğru da anladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, önceki gün, bir soru üzerine; “Eskiden gelen bazı yanlış örnekler vardı. Sayın Başbakan onları kast etmiştir. Yoksa kuvvetler ayrılığı hepimiz biliyoruz ki demokrasinin temel ilkesi” diyerek Başbakan’ı doğru anlayanlara katıldı! Ancak Gül bir yandan Başbakan’la karşı karşıya gelmek istemeyerek “o böyle demek istememiş şöyle demek istemiştir” diyerek AKP’li ve yandaş “düzeltmecilere” katılır görünürken öte yandan da “demokrasinin temel ilkesi” diyerek “kuvvetler ayrılığı”nın tartışılmaz bir ilke olduğunu da söylemiştir. Nitekim CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da Başbakan’ın “kuvvetler ayrılığı ile ilgili söylediklerini, “demokrasinin özüne yönelik saldırı”, “demokrasiyi askıya almak çabası”, “Başbakan’ın kendi saltanatını kurmak istemesi” gibi nitelemelerle suçlayarak, Başbakan’ın söylemek isteğini anladığını gösterdi. Demokrasi güçlerinin, toplumun ilerici kesimlerinin, aydın ve sanatçı çevrelerinin Başbakan’ın niyetinin demokrasi ve özgürlükler mücadelesini, hak mücadelesini zapturapt altına almak amacıyla “kuvvetler ayrılığının”  olmadığı bir düzen istediğini anladığı gibi.

‘YA BAŞKANLIK SİSTEMİ YA KUVVETLER AYRIĞLI KAOSU’ SAPTIRMASI

Başbakan’ın söylediklerini yandaş basın Başbakan’ın her sözünde keramet keşfeden liberaller ve AKP önde gelenleri ise, böyle durumlarda her zaman yaptıkları gibi, “Başbakanımız onu değil bunu söylemek istedi” kuyruğuna girdiler. Ve günlerdir yandaş basın Başbakan’ın söylediklerindeki kerameti çözümlemek için uğraşıyor! Cemil Çiçek, Ömer Çelik, Bekir Bozdağ, Egemen Bağış gibi AKP önde gelenleri ise bir yandan “Başbakan aslında şunu demek istedi” diyerek onun söylediklerini kabul edilir bir çizgiye çekmeyi amaçlarken öte yandan da ağız birliği etmişçesine tartışmaya yol açan zeminin Anayasa olduğunu, “yeni Anayasa”nın bu sorunu “Başkanlık sistemiyle çözeceği”ni öne sürerek, “ya başkanlık sistemi ya da kuvvetler ayrılığı kaosu” dayatması yapmaktadırlar. Sanki önerdikleri “Başkanlık Sistemi” tam Başbakan’ın özlediği gibi “kuvvetler ayrılığını” fiilen ortadan kaldırmıyormuş gibi!


KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ

Devletin yapılanmasıyla ilgili olarak, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi önce İngiliz Düşünür John Locke tarafından öne sürülmüş, ama onu bir kurama dönüştüren, Büyük Fransız Devrimi’ni hazırlayan Voltaire ve Rousseau ile birlikte üç büyük düşünürden biri sayılan Charles Secondat Montesquieu (1689-1755) olmuştur. O zamandan beri de kralların yetkilerinin sınırlandırılarak yükselen burjuvazinin kendi devletlerini kurmasında ”Kuvvetler ayrılığı” ilkesi burjuva demokrasisinin olmazsa olmaz koşulu olarak kabul görmüştür. Çünkü böylece; bir yandan sermaye klikleri arasında dengenin sağlanması ve klikler arasındaki çatışmanın kontrollü biçimde sürmesi amaçlanırken aynı zamanda örneğin seçimlerde parlamentoda büyük güç ele geçiren bir kliğin sermayenin öteki klikleri üstünde de diktatörlük kurması önlenmek istenmiştir.

Kuşkusuz ki burjuva demokrasilerinin en demokrat olanında da işçi sınıfı ve öteki emekçi sınıflar üstünde egemen burjuvazinin diktatörlüğüdür. Ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesi bu sınıf karşıtlığının üstünü örter ve geniş yığınların gözünde devleti sanki sınıfların üstünde ve dışında bir kutsal otorite gibi gösterilmesine dayanak sağlar. Ancak, yargıçların, memurların, fabrika ve hizmet birimlerin yöneticilerinin, her türden devlet görevlisinin seçimle gelip ve istendiğinde seçenler tarafından görevden alınmadığı (sosyalizmde yargıçlar, yöneticiler, vekiller doğrudan seçimle gelip seçenler tarafından görevden alındığı için kuvvetler ayrılığı gibi bir denetime ihtiyaç yoktur), tersine devletin devamlılığını asıl olarak bürokrasi ve seçilmemişlerin sağladığı düzenlerde “kuvvetler ayrılığı” ilkesi işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarının korunması ve burjuva demokrasisinin imkanlarından işçi sınıfının yararlanması bakımından önemli olmuştur. Bu yüzden işçi sınıfı, partisi, ilerici demokrat güçler “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin mümkün olduğu kadar ileriden işlemesini savunur. Bugün de “kuvvetler ayrılığı”nın olmadığı az çok demokrat sayılacak bir demokrasi yoktur. Tersine “kuvvetler ayrılığının” ortadan kaldırıldığı ya da olmadığı  ülkeler ya cuntaların ya da mutlak kralların, şeyhlerin ve kişisel diktatörlüklerin hüküm sürdüğü ülkelerdir. Bunun bugün hiçbir istinası yoktur.


12 EYLÜL CUNTASI BİLE İLKESEL BİR KARŞI ÇIKIŞ GÖSTEREMEDİ

Üstünden 200 yıldan fazla zaman geçen büyük Fransız Devrimi’nin getirdiği ilkelerin tartışılmaktan çıkılmasından beri “kuvvetler ayrılığı” ilkesi az çok demokratik sayılan burjuva düzenlerinin olmazsa olmaz bir ilkesi kabul edilmektedir. Kimi hükümetlerin, diktatörlük heveslisi liderlerin bu ilkeden yakındığı olmaktadır ama Hitler, Mussuloni, Franko gibi faşist diktatörler dışında bu ilkeyi kaldırıp bir köşeye atan pek olmamıştır. Türkiye’de de en azından 1961 Anayasası’na bu ilkenin konmasından beri; 1960’lı yıllarda Süleyman Demirel, Danıştay ve Yargıtay’ın kimi karalarından yakınmış, “Hükümet biziz ama devleti CHP yönetiyor” diye propaganda yapmış ama sonra bu ilkeyle uğramamıştır. 12 Eylül Cuntası, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini kaldırıp yasamayı,yürütmeyi, sıkıyönetim mahkemeleri üstünden yargıyı ele geçirerek “kuvvetler ayrılığı”na son verse de cunta bile “kuvvetler ayrılığı”nın gereksiz ve kaldırılması gereken bir ilke olduğunu söylemeye cesaret edememiştir. Hazırladığı Anayasa’nın kabul edilir olması için de olsa, bu ilkeyi koymak ihtiyacını duymuştu. Yakın tarihte, “tek lider, tek bayrak, tek millet” iddiasını bayrak edinen MHP’nin kadim lideri Türkeş’in “Kuvvetler ayrılığını” reddeden bir “tek lider düzeni” tarif ettiğinden söz edilebilir ama böyle bir düzene faşizm dendiğini de herkes bilir.

Evrensel'i Takip Et