07 Mart 2020 13:25

Bu savaş kimin?

"İktidarın başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da 2011’den bu yana bölgesel liderlik iddiası ile yürüttüğü yayılmacı, müdahaleci dış politikalar İdlip’te gelinen noktaya zemin hazırladı."

Paylaş

Mesut BAYLAV

Adana

27 Şubat akşamı İdlib’ten gelen haberler doğal olarak memleketin gündeminde en çok konuşulan, tartışılan mesele halini aldı. İktidarın başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da 2011’den bu yana bölgesel liderlik iddiası ile yürüttüğü yayılmacı, müdahaleci dış politikalar İdlip’te gelinen noktaya zemin hazırladı. Cihatçı gruplar ile iş birliği ve Türk askerlerinin buraya konuşlandırılmasına paralel olarak 36 asker hayatını kaybetti. 

Bugün iktidarın Suriye politikasının içeride ve dışarda İdlib’e sıkıştığını söylemek mümkün. Attığı ve atacağı adımları, dışardan dizayn etmek; bunu da savaşçı, saldırgan politikalar ile sürdürmek iktidarın tercihinden öteye geçmiş, “Bekanın son duraklarından” biri halini almıştır. İktidarın kendi çıkarlarını halkın çıkarları gibi gösterme ve bunun üzerinden iç politikadaki gelişmeleri de bu “ortak” çıkarlar etrafından şekillendirmeye çalışmasının ise bir süredir bulduğu karşılık azalmakta. Bu sıkışmışlığın “Kaynayan kazan” halini almaya doğru ilerlediğini hem üniversite gençliğinin yürüttüğü tartışmalardan hem de birçok alandan gelen tepkilerden görebiliyoruz. Ancak kazanın kaynaması onun ortaya ne çıkaracağını görmemiz açısından yeterli değil, bataklığın nasıl kurutulacağına dair atılacak adımları tartışmalı, kaynayan kazanı da bu noktada değerlendirmeliyiz. Bu yazıda, son yaşanan gelişmelerden hareketle bugün Türkiye gençliğinin iktidarın savaş politikalarının neresinde durduğunu görmek ve bunun üzerinden önümüzdeki döneme dair bir tartışma yürütmeye çalışacağız. 

SURİYE’DE NE İŞİMİZ VAR?

AKP iktidarı Suriye topraklarına üç kez “harekât” düzenledi. Bu harekatların gençlik kitleleri içerisinde -ki halkın genelinde de- bulduğu karşılığın ilk harekattan bugüne azaldığını ve çeşitli tartışmaları beraberinde getirdiğini gözlemliyoruz. Son dönemde ise artarak tartışılan iktidarın dış politikadaki tutumu, “Suriye’de ne işimiz var?​” sorusu etrafında şekilleniyor. Kuşkusuz bu soru yalnızca AKP iktidarının oraya müdahalesi üzerinden düşünüldüğünde ciddi oranda eksik kalacaktır. Sorunun esası, ABD, Rusya, Çin gibi emperyalist ülkelerden İran, Türkiye gibi bölgesel aktörlere kadar bu ülkelerin Suriye’de ne işi olduğu ve neyin hesabını yaptıklarıdır. 

Sınır güvenliği iktidar tarafından her fırsatta dile getirilmekte. Hatta “Türkiye’nin sınır güvenliği sınırlarının ötesinden başlar” söylemi Hulusi Akar tarafından söylenerek ‘cephe’ iki bin kilometre öteye çekilmişti. Kuşkusuz iktidar yaptığı müdahaleleri ‘ulusal güvenliğimiz’ söylemi ile açıkladığında gençliğin birçok kesiminde karşılık bulabiliyordu, ki hala bulduğu ciddi bir kesim var. 

Muhalif gençlik kitleleri açısından da yekpare bir tablo yok. “Ne işimiz var?​” sorusuna farklı yanıtlar geliyor. İktidarın politikalarını desteklemediğini söyleyen bir öğrenci Suriye politikasına ilişkin “Ben de doğru bulmuyorum şuan orda olmamızı çünkü Suriye’ye çok daha önce girmeliydik” diyebiliyor. Oysa güneş balçıkla sıvanmaz. AKP iktidarı Suriye’deki iç savaş başladığı dönemden itibaren dolaylı ya da doğrudan müdahale edebilmenin yol ve yöntemlerini aradı. Bunu Rusya ve ABD gibi saldırgan emperyalist güçler ile kol kola girerek yaptı, yapmayı da sürdürüyor. Bugün ortaya çıkan faturanın bizzat gençlik kesimlerinin de sırtına yıkıldığı gerçeğini göz önüne alırsak savaş politikalarındaki ısrarı savunmak süreci egemenlerin gözünden yorumlamaktan öteye geçmez. 

 

BARIŞ TALEBİ DİĞER TALEPLER İLE BİRLEŞMELİDİR

Meselenin bir yanını da “Suriyeliler rahatça yaşarken bizim askerimiz orada savaşıyor” diyenler oluşturuyor. Hele de İdlip’ten gelen son asker cenazelerinin ardından iktidarın mültecilerin Avrupa’ya geçmeleri için sınır kapılarını açtığını söylemesinden itibaren başlayan süreçte bu eğilimin arttığını ve yayılma ihtimalini kendi içerisinde barındırdığını söylemek mümkün. Kuşkusuz iktidarın mülteci politikasının eleştirilecek ciddi yanları var. Ancak Suriye topraklarına müdahalenin gerekçesine dair bu yaklaşım yanıt vermekten ziyade mültecileri suçlayan bir noktada kalıyor. Oysa ki mülteci sorununun çözümü ve yeni göçlerin olmamasının yolu iktidarın bugün uygulamakta ısrar ettiği politikaların tersinin uygulanmasında; cihatçı çeteler ile iş birliğine son verilmesinde ve Suriye topraklarına yapılan müdahalelerden vazgeçilmesinden geçiyor.

İktidarın dış politikada attığı adımların iç politikadaki gelişmeler ile doğrudan ilişkili olduğu gerçeği uzun zamandır sıkça tekrarlanan bir gerçek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şehitler tepesi boş kalmayacak” cümlesini de bir süredir dilinden düşürmediğini de hesaba katacak olursak iktidarın gençlik kitlelerine de vaat ettiğinin ölmekten öte olmadığı gerçeği var. Erdoğan’ın asker ölümlerinden iki gün sonra sahneye çıkıp gülmesi savaş politikalarının ve onun sonuçlarının olağanlaştırılması ile paraleldir. Oysa gençliğin var olan sorunlarının derinleştiği, yeni sorunlarla başa çıkmak durumunda kaldığı, geleceğini göremediği bir ortamda bu sözlerin söylenmesi de gülünmesi de verilmek istenen mesajda gizlidir. Ve bu cümle bulunduğu alanlarda kendi sorunlarını çözmek için bir araya gelenlere farklı tezahürler ile birlikte fısıldanan mesajdır. Var olan savaş koşulları gençliğin kendi talepleri etrafında bir araya gelme mücadelesinin önüne geçmemeli, aksine barış talebi diğer talepler ile birleşmelidir. 

Kuşkusuz savaşın net-görünür olmadığı dönemlerde savaşa karşı olmak ya da savaşı istememek ile savaşın maddi sonuçlarının da ortaya çıktığı dönemlerde savaşa karşı olmak ve barış istemek arasında fark var. Bu fark hem egemen sınıflar ve iktidar açısından hem de işçiler, gençler açısından bir farkı ortaya koyuyor. Gelişmeler, iktidarın Suriye’deki pozisyonunu koruyup, oradan yeni bir “Başarı hikayesi” yazmadan çıkmayacağını gösterirken, bu koşullar altında barış için mücadele etmenin olanaklarını yaratmak ve elbette bunu gerçek bir antiemperyalist mücadelenin etrafından örmek gerekiyor. Gençliğin önümüzdeki dönem bu mücadelenin köşe taşlarından biri olacağını görerek bu yapıyı elden ele oluşturmak da gençliğe düşüyor. 

 

ÖNCEKİ HABER

DİB’den 8 Mart açıklaması: Ne hayatımızdan vazgeçeceğiz, ne haklarımızdan!

SONRAKİ HABER

Cenevre Mülteci Sözleşmesinin ölümü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa